Çözüm varsa, kişilerde değil kurumlarda

Amsterdam'da bu yıl 6'ncısı düzenlenen Uluslararası Edebiyat Festivali "Read My World"ün teması Türkiye. 70’ten fazla yazar, sanatçı ve gazetecinin katılacağı festival öncesinde Hollandalı gazeteci Raşit Elibol ile Türkiyeli gazeteci Ali Duran Topuz arasında bir diyalog gerçekleşti. Bu diyalog çerçevesinde gazeteciler “özgür konuşmanın” farklı bağlamlardan anlamlarını araştırıyorlar. Gazeteciler, yanıtları daha sonra yayımlanmak üzere bu konuyla ilgili birbirlerine bir dizi soru sordular. Program boyunca, iki gazeteci diyaloglarının sonuçlarını sunacak. Her biri, kendi çalışmalarından, diyalog bağlamında yazılmış bir parçayı okuyacak. Bu program farklı gazetecilik bağlamlarında ortaya çıkan fikirlerin ve bakış açılarının diyaloğunu vurgulamayı amaçlıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Sevgili Raşit Elibol

Bu mektuba, cevabınızda güzelce tarif ettiğiniz ve sorduğunuz gibi çok tanıdık gelen bir yerden başlayacağım:

Bir süredir Türkiye’de kamusal alanda konuşan, haber yapan, makale yayınlayan herkes ya bir uçta kabul ediliyor ya diğer uçta, ortası yok. Melekler ve şeytanlar, kahramanlar ve alçaklar, sadıklar ve hainlerden başka bir şey yok zannedersiniz memlekette. Kutuplaşma diyoruz biz de bu duruma ve biraz da yaşananların yoğunluğu nedeniyle olsa gerek, sadece bize özgü olduğunu düşünüyoruz. Fakat aslında dünyayı saran yeni bir davranış tarzının, bir düşünme biçiminin, bir siyaset biçiminin metastas yaptığını anlıyoruz yakından bakınca, sizin anlattıklarınız ve sorunuz bunun delillerinden biri.

Gerçekten, kutuplaşmanın ara renkleri, tonları yok eden karakterinin Hollanda’da da yürürlükte olduğunu öğrenmek bir yanıyla şaşırtıcı, bir yanıyla değil ama her halde umut kırıcı. Şaşırtıcı çünkü Hollanda’nın dahil olduğu Batı Avrupa ülkelerindifade özgürlüğü ve onun kullanılması için oluşturulmuş kurumların, geleneklerin iyice oturmuş olduğunu düşünüyoruz. Dünyanın bir yerlerinde bu kurumların ve kurumların arkasındaki fikirlerin güçlü biçimde yaşadığını bilmek, ona ulaşmak için çalışırken daha umutlu olmak anlamına geliyor, takdir edeceğiniz gibi.

Anlattığınız kutuplaşmanın şaşırtıcı olmayan yanı ise şu: Tüm alametlerden iyi anlıyoruz ki sadece bir zamanlar üçüncü dünya denilen ve Türkiye’nin de dahil olduğu ülkeler ile Batı’ya karşı “ikinci dünya” diye oluşan Sovyetik blokun devamı ülkelerde değil sadece mesele. Öyle anlıyorum ki, Batı Avrupa kurumları, medya, akademi, meslek örgütleri gibi kurumları kast ediyorum, mektubunuzda belirttiğiniz “hazır bulunmuş özgürlükler”in değerini geçmişe göre daha iyi bilmek zorunda olduklarının farkındalar. Çünkü kutuplaşmayı biz burada sadece kötü bir iktidarın kötü uygulamalarının sonuçları olarak yaşamıyoruz, aynı zamanda iktidara ulaşma ve onu elde tutmanın bir yöntemi olarak yaşadık, yaşıyoruz. Bu bakımdan Türkiye, Hollanda’ya göre geri ve geçmişe ait bir örnek olmaktan çok, korkarım Hollanda’nın geleceğine dair olasılıkların bir örneği.

Kutuplaşmanın yol açtığını söylediğiniz oto sansür meselesi de umut kırıcı bir diğer haber. Sokakların, ayrımcı, ırkçı, zenofobik hareketlerin zihinler üzerinde etkili olmaya başladığını anlatıyor bize; üstelik onların sokakta kalmayacağını, siyasette, medyada, akademide, tüm kurumlarda etkili olmak için var güçleriyle çalıştıklarını biliyoruz.

Güzel bir tatil ülkesinin bir “Büyük Bela”ya dönüşüyor görünmesi ve bunun yine Türkiye aleyhine kutuplaşma yanlısı siyasal hareketler için kullanılması bir başka kötü haber elbette. Fakat daha iyi anlamak için şunu sormak zorundayım: Tarif ve tasfir ettiğiniz siyasal ve toplumsal sapmada Hollanda medyasının tutumu nedir? Türkiye bugünkü haline gelirken çok az sayıda medya organı gelişmelerin kötüye gittiğini fark etti, ayrımcılığa, ırkçılığa, saldırganlığa, rövanşist bakışa karşı yayın yaptı. Bugün durumdan şikayet eden birçok kişi ve kurumun işlerin bu hale gelmesinde payı hiç ama hiç az değil.

Kişisel olarak sadece Türkiye kökenli oluşunuz nedeniyle karşılaştığınız saldırganca tutumlar son derece üzücü. Ne yazık ki burada çok iyi bildiğimiz bir durum bu, Türkiye’ye hakim olan özcü-milliyetçi ruh, herkese bir yer biçiyor ve o kişi o yeri tercih etmemişse saldırı hedefi oluyor. Avrupa’da yetişen ve yetiştiği ülkenin milli takımını seçen futbolcular, Türk milli takımına karşı oynarken aynı öfkenin hedefi oluyor örneğin. Benzer durumlarda kendimizi ve meslektaşlarımızı koruma çabasıyla, işini düzgün yapmaktan vaz geçme arzusu arasında yüksek bir gerilimi tecrübe ediyoruz sürekli. Ayrımcı, ırkçı ve saldırgan kişi ve gruplara karşı, etik ilkelere ve meslek kurallarına uygun yayıncılığa devam etmekten başka ne bir fikrin ne bir önerinin işe yarayacağını düşünüyorum.

Aslında, bütün bu olan bitenler için kişisel olarak kendimizi suçlamanın pek bir anlamı yok. Zaten, bir ülkede bir mesleğini yapan bir kişinin başka bir ülkedeki meslektaşları için doğrudan yapabileceği hiçbir şey yok gerçekte. Hatta, aynı ülke içinde bile bu kişisel olarak pek mümkün olan bir şey değil; birçok arkadaşımızın başına haksızlıklar geldiğinde duygudaşlık dışında fazla yapabileceğimiz bir şey olmadı. Şu günlerde Türkiye’de şöyle düşünüyoruz: işimizi daha iyi yapmaya çalışmaktan başka şansımız yok.

Kişisel olarak kendimizi suçlamanın işe yaramayacağında hemfikirsek, devamını düşünmeye çalışabiliriz. Sorunuzu, şöyle değiştirerek devam etmek istiyorum izninizle: Ülkelerin yeri değişik olsaydı, ben ne yapabilirdim? Fazla bir şey değil belki ama iki noktayı düşünmenin yararı olabilir: Bir Avrupa ülkesinin nispeten konforlu koşullarında çalışan bir gazeteci olsam, ifade özgürlüğü konusunda sıkıntı çeken bir yere dair bir şeyler yapmak istesem, meslek kurumlarımın ve kamuoyunun hakkında konuştuğumuz ülke konusunda daha iyi bilgilendirmek ve hem ülkemin hem uluslararası mesleki dayanışma örgütlerinin daha güçlü desteğini sağlamak için çalışmaktan başka fazla bir şey yapamazdım sanıyorum. Elbette bütün olan bitende ülkemin ve Avrupa denilen güçler birliğinin payı olup olmadığını, bu payın kendi kamuoyuma aktarımı için yol bulmaya çalışırdım. Bir şey yapmak mümkünse, kurumsal düzeyde olmasından başka bir yol var mı bilmiyorum gerçekten de…

Selam ve sevgilerimle,


Read My World 2018 festival logosu

Sevgili Ali Duran Topuz,

Son gönderdiğiniz güzel mektup için çok teşekkür ederim. Büyük bir keyifle okudum. Kamuoyunda yapılan tartışmalarda tüm ara renklerin, tonların yok edilmesi hakikaten üzücü; bunun çok yaygın bir sorun olduğunu verdiğimiz örnekler iyi gösteriyor sanırım, örneğin ABD’ye baktığımızda da görebiliriz bunu. Daha doğrusu: Yaşadığımız devir, düşünme biçimimiz ve siyaset biçimimiz hakkında çok şey anlatıyor. Ancak en önemli kurumları ve gelenekleri vasıtasıyla Hollanda toplumunda iyice oturtulmuş olan, faydalandığımız özgür değerlerin, özgür olmayan ülkelerde bir umut kaynağı oluşturduğunun daha önce farkına varmamıştım. Mektubunuzu okuduktan sonra dünyanın başka yerlerine iyimser beklentilerle bakmak zorunda olmamanın ne kadar büyük bir lüks olduğunun bilincine iyice varmış oldum. Bunun bir sorumluluk getirebileceğinin de – ama bu konuyu şimdilik bir kenara bırakalım.

Bahsettiğimiz kutuplaşmanın tuhaf, hatta tezat gibi gözüken yanı, Hollanda’da bizi birleştirecek bir şeye de hasret kaldığımız gerçeği. Bir örnek vereyim: Geçen sene Ajax Kulübü’nün bir futbolcusunun kalbi maç sırasında durdu, beyninde ciddi ve kalıcı hasar meydana geldi. Abdelhak Nouri adlı futbolcu o zamandan bu yana komada. Genç sporcu yirmi yıl önce Hollanda’da doğmuş, anne babası ise Fas’tan gelmişler. Genelde Müslümanların, özelde Faslıların söz ettiğimiz siyasi ortamdan çok çektiklerini söylemeliyim, sebebini açıklamama gerek yok. Ancak bu kişisel felaket tüm bir ülkeyi bir an için birleştirdi. Ailesine destek vermek üzere futbol holiganları, tesettürlü kadınlar, göçmen çocukları, yaşlı beyazlar Nouri’nin evinin önünde yan yana durup gözyaşı döktüler. Güleryüzlü, dost canlısı diye bilinen genç futbolcu bölünmüş bir ülkeyi bir an için birleştirebildi. Bütün bunlar duygulandırıcıydı. Sadece bu kişisel felaketten dolayı değil, insanları birleştirecek bir şeye hasret kalındığını gösterdiği için de.

Futboldan laf açılmışken: Avrupa’da büyümuş bir futbolcunun Türkiye’yi değil, büyüdüğü ülkeyi tercih ettiği zaman ortaya çıkan milliyetçilik duygularını çok güzel tasvir ediyorsunuz. Hollanda’daki durum ise bunun tam tersi. Burada doğmuş bir futbolcu anne babasının ülkesini tercih ettiğinde ‘nankör’, ‘hain’, ‘vefasız’ olarak adlandırılıyor. Gazeteciler için de durum farklı değil: Türkiye’yi fazla eleştirdiniz mi Türk milliyetçilerinin saldırısına uğruyorsunuz. Irkçılar ve yabancı düşmanlarının gözünde yeterince sert olmamanız durumunda ise Erdoğan’ın dalkavuğu sayılıyorsunuz. Neyse; bir önceki mektubumda yazdığım gibi, Türkiye’de çalışan bir meslektaşıma karşı bundan uzun uzadıya şikâyet etmek yakışık almaz gibi geliyor.

Hollanda medyasının Türkiye konusundaki tutumu nedir sorusuna seve seve cevap veririm. Türkiye’nin ‘Büyük Bela’ya dönüşmeye başladığı dönemde kaygıları dile getiren haberlerin burada yok denecek kadar az olduğu konusunda haklısınız. Birileri çıkıp Ermeni Soykırımı’nı yalanladığı zaman eleştiriler duyuluyordu elbet. Kürtlere, Kürtlerin yıllardır ikinci sınıf vatandaş muamelesini gördükleri gerçeğine küçük çapta dikkat çekiliyordu. Öte yandan Hollanda medyasındaki bu suskunluğu devam ettiren Türk derneklerine, kuruluşlarına, çoğu defa bilgisizlikten de olsa, Hollanda devletince imkânlar sağlanırdı. Şimdiki durumun güzel bir tarafı da var ama: Bazen şüphe uyandıran gerekçelerle olsa da Türkiye ile ilgili bilinçlenme sürecinde olumlu bir gelişme söz konusu.

Şu konuda beni ikna ettiniz: Kendimizi suçlamamızın pek bir anlamı yok. Hatta suçluluk hissetmemiz bir anlamda kibir olabilirdi. Gazetecilerin ülkenizde yaşadıkları sorunlar için bir çözüm olsa da, çare burada, Batı Avrupa’da değildir nitekim. Yine de biz gazeteciler, az da olsa bazı imkânlara sahibiz. Her ikimizi endişelendiren otosansür uygulamadan, ayrımcı ve ırkçı eğilimlerin zihnimizi etkilemesine izin vermeden, duruma dikkat çekebiliriz, bunu yaparak ülkemizi kendi tutumunu irdelemeye teşvik edebiliriz, kamuoyunu bilgilendirebiliriz, ki bu görevler zaten işimizin bir parçasıdır; başka çaremiz yok.

Sizinle en kısa zamanda Hollanda’da görüşmek dileğiyle,

Selam ve sevgilerimle,

Hollandaca aslından çeviren: Hanneke van der Heijden / Redaksiyon: Aslı Güneş

Batılı bir meslektaşa açık mektupBatılı bir meslektaşa açık mektup