Batılı değerlere Batılı saldırısı

Belki Trump gibi Batı’nın tüm değerlerine saldıran bir liderin varlığı, Avrupa ülkelerinin demokrasiye ve insani değerlere daha güçlü sahip çıkmalarına vesile olur! Çünkü bu defa saldırı, askeri müdahale edilebilecek herhangi bir üçüncü dünya ülkesi diktatöründen ya da komünist bir ülkeden değil, tersine müttefik oldukları Batılı ve güçlü bir ülkeden geliyor.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - "Avrupa Birliğine bakın, birlik sadece Almanya. Aslında AB Almanya için bir araçtır."

Bu sözleri Amerika Birleşik Devletleri'nin 45. başkanı görevini devralmadan bir kaç gün önce Bild ve Times gazetelerine verdiği röportajlarda sarf etti. Aynı röportajda İngiltere'nin Brexit kararını övdü ve AB'nin dağılmasını temenni etti. Trump neredeyse Almanya'yı (AB'yi) ABD'ye karşı konumlandırmış durumda.

ORTAKLIKLARI DEĞİL ‘TİCARİ SAVAŞ’I VURGULUYOR

Trump, Avrupa Birliği'ni ABD'nin ekonomik gücünü durdurmak için kurulmuş olarak görüyor. Ticari ilişkilerde ortaklıkları vurgulamaktansa, "ticari savaş" kelimesini kullanmayı tercih ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ile bu tarz bir ilişki AB için de, Almanya için de çok yeni.

Trump Avrupa’da "güçlü bir Almanya" korkusunun hâlâ güncelliğini koruduğunu biliyor. Bu korkuyu kışkırtmak istediği, özellikle göç sorunu ile güney Avrupa ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Almanya karşıtlığını derinleştirmeyi hedeflediği gözlerden kaçmıyor.

Trump'ın seçim zaferinden sonra Angela Merkel kendisine ortak çalışmayı önermişti, ancak "bu ortaklık özgürlük, insan hakları, demokrasi, temelinde olmalı" demeyi de ihmal etmemişti. Anlaşılan Trump bu temelde bir ortaklığa sıcak bakmıyor ki,  Merkel'i aşil topuğu olan mülteci politikasından vurdu. "Korkunç yanlış bir karardı" diyerek ortak çalışma teklifine cevabını da vermiş oldu. Bu sözleri Merkel soğukkanlılıkla karşıladı ve olgun bir siyasetçi olarak geçiştirdi.

OBAMA’NIN MİRASÇISI MERKEL

Peki Merkel'e karşı bu kadar saldırgan davranmasının ardında ne var?

Handelsblatt gazetesine göre Trump'ın bu kininin altında, Obama'nın Merkel'i bıraktığı mirasın koruyucusu olarak belirlemiş olması yatıyor. Aynı gazete Trump'ın ideolojik olarak Merkel'den çok Putin'e daha yakın olduğunu da vurguluyor.

Almanya'nın eski ABD büyük elçisi John Kornblum Frankfurter Allgemeinen Zeitung'da şöyle yazdı: "Amerika ve Avrupa'daki insanların çoğu için, Avrupa ve transatlantikte popülizme karşı tek bir tutarlı alternatif ülke var, o da Almanya'dır, onun da bu görevi yerine getirebilecek tek bir lider kişisi vardır, o da Angela Merkel."

New York Times'ta Merkel için "özgür batının son savunucusu" yazdı. Almanya şansölyesi bu fikre "absürd" demekle yetindi.

Financial Times ise Almanya başbakanını "demokrasinin, serbest ticaretin ve açık toplumun savunucusu" olmasıyla ve meydanı Trump, Putin, Viktor Orbán gibi milliyetçilere bırakmamasıyla övdü.

ÖNCÜ ALMANYA

ABD'de ve belki bazı Avrupa ülkelerinde Trump'ın şovenist tutumuna karşı Merkel ve Almanya, bir anda muhaliflerin ve demokratların güvendiği bir isim haline geldi. Bu nedenle de neredeyse Almanya'ya öncü bir rol biçiliyor. Birçok Alman politikacısı ve cumhurbaşkanı Joachim Gauck, büyüyen bu sorumluluğu fark ediyor ve Almanya'nın uluslararsı platformda daha çok görev alması gerektiği ile ilgili demeçler veriyor. Dışişleri bakanı Frank-Walter Steinmeyer görevinden ayrılırken yaptığı konuşmada, Almanya'nın değişen rolünden ve büyüyen sorumluluğundan bahsetti. İyi ki henüz Almanya ne AB için, ne de dünya için öncü rolünü kabul etmiyor, bunun yerine örnek olmaya vurgu yapıyor.

Berlin, Trump'ın dış politikadaki saldırganlığına, ticari antlaşmaları tanımamasına, iklim ve çevre politikalarına muhalifliğine karşı, Almanya'nın olumlu mülteci, iklim ve enerji politikalarının örnek teşkil edebileceğini düşünüyor. Çünkü Trump'la beraber uluslararası işbirliğinden güvenlik poltikasına, kriz yönetiminden kalkınma politikalarına, küresel ticarete varıncaya dek keskin bir gerileme olacağı öngörülüyor.

AVRUPA YENİDEN ŞEKİLLENİRKEN

Trump'ın başkan olarak resmi ilk görüşmesini Avrupa Birliği karşıtı İngiltere başbakanı Theresa May ile yapması, Avrupa'da yeni bir şekillenmenin de sinyallerini veriyor: Bu artık AB ile ortak olmayan İngiltere'nin, kendi jeopolitik kararlarını tamamen özgür alacağı anlamına geliyor.

Almanya'da popülist sağ parti AfD'nin (Alternative für Deutschland) yükselişi, Fransa'da yine aşırı sağcı Marine Le Pen'in seçilme ihtimalinin her gün daha da güçleniyor olması, Trump'ın başkanlığı, R.T. Erdoğan'ın başkan olması halinde Türkiye ile ilişkilerin iyice çıkmaza girmesi, Rusya ile bitmeyen Ukrayna krizi, AB'nin başetmek zorunda olduğu ciddi problemler.

Tüm bu sorunlar yüzünden geçtğimiz cuma günü Fransa başkanı Hollande ve Merkel ortak basın toplantısı yaptılar. Merkel tüm AB üyelerinden birliğe tam bağlılıklarını göstermelerini beklediğini ifade etti: Özgür toplumun varlığını devam ettirebilmesi için ve değişen dünya düzenine cevap olarak, birlik üyelerinden daha çok kenetlenme beklediğini de sözlerine ekledi.

Hollande da, Trump'la birlikte AB'yi zorlu bir sürecin beklediğinin altını çizdi. Hollande ABD'den Avrupa Birliği ile yapılacak görüşmelerde AB'nin inandığı prensipleri göz önünde bulundurarak ilişkileri devam ettirmesini beklediğini ve Avrupa’nın kendi değerlerini savunmaya devam edeceğini vurguladı.

Tüm bu olumsuzluklara iyi tarafından nasıl bakabiliriz? Belki Trump gibi batının tüm değerlerine doğrudan saldıran bir liderin varlığı, Avrupa ülkelerinin demokrasiye ve insani değerlere daha güçlü sahip çıkmalarına vesile olur! Nitekim bu değerlere saldıran bu defa suçlanacak veya askeri müdahale edilebilecek herhangi bir üçüncü dünya ülkesi diktatöründen, Batı’da sevilmeyen Müslüman bir liderden ya da komünist bir ülkeden değil, tersine ittifak oldukları batılı ve güçlü bir ülkeden geliyor.