YAZARLAR

Gölgede ve güneşte trivela

Büyük çoğunluğu Cristiano Ronaldo’nun gölgesinde geçen futbol serüveninde yalnızca iki güneşli yer vardı Quaresma için: Porto ve Beşiktaş. Bu yüzden iki kulüp arasında yer değiştirip durdu. Başka bir deyişle, bir şafaktan bir şafağa geçti, ama her defasında arkasında derin bir alacakaranlık bırakarak...

2010’lu yıllar boyunca futbol dünyasının gündemini en çok meşgul eden soru malûm: Lionel Messi mi, Cristiano Ronaldo mu? Hangisi daha iyi?

Bu yazı ise başka bir sorunun cevabıyla ilgileniyor: Ronaldo'nun yerinde başka biri olabilir miydi? 2000'lerin başında olsaydık, Portekiz'de bu sorunun cevabı belliydi. Zira o yıllarda Sporting akademisinin çıkardığı en parlak yetenek, bugün 40 yaşına basan Ricardo Quaresma olarak görülüyordu.

Elbette Ronaldo'dan iki yaş büyük olmasının da etkisiyle A takıma daha erken girmişti. 2002-03 sezonunda dönemin teknik direktörü Laszlo Boloni, ikiliyi aynı anda çok fazla oynatmamıştı. Buna karşın Quaresma, o sezon ligde Ronaldo'dan iki kat daha fazla süre bulmuştu.

Sezon sonunda ise biri Barcelona'nın, diğeri Manchester United'ın yolunu tutmuştu. İki oyuncunun kaderini değiştiren yol ayrımı da belki bu olmuştu.

QUARESMA'NIN YOLU 

Quaresma'nın Camp Nou’ya taşıdığı topla hareketleri kendisini izleyenleri büyülüyor, ama dönemin Barcelona teknik direktörü Frank Rijkaard'ı hiç etkilemiyordu. Olağanüstü yeteneklerine çok güvenen 20 yaşındaki yıldız, buna karşın Barcelona'nın oyun düzenine adapte olamadığı için sürekli dışarda kalıyordu.

Oyununun temelleri Johan Cruyff tarafından atılan Barcelona'da forma giymenin birinci şartı çok açıktı. Şöyle özetliyordu Cruyff: "Topa bir defa dokunuyorsanız, çok iyi oynuyorsunuzdur. İki defa dokunuyorsanız, iyi oynuyorsunuzdur. Üç defa dokunuyorsanız, kötü oynuyorsunuzdur.” 

Quaresma ise çoğunlukla topa üçten fazla dokunuyordu; yani Cruyff'un tabiriyle kötü değil, çok kötü oynuyordu.

David Winner’ın “Harika Portakal” kitabında Hollandalı sanatçı Jeroen Henneman şöyle diyor: “Cruyff, futbolu sahanın sadece bir bölümünde yapılan bireysel aksiyonlardan ziyade tamamında gerçekleşen total bir hareket olarak görüyor gibiydi.” 

Quaresma, o total hareketi bir türlü anlayamadığı için Barcelona’da sadece bir yıl kalabildi ve Deco’yla takas edilip Porto’ya gönderildi. Porto’da zirveye dönüş için bir şans daha elde etse de, kariyeri boyunca taç çizgisinin kenarındaki bireysel aksiyonlarının verdiği hazdan kurtulamayacaktı.

CRISTIANO'NUN YOLU 

Cristiano Ronaldo için ise United’da tam tersi bir süreç işlemişti. Aslında Quaresma’yı Barça’ya, Ronaldo’yu da United’a götüren şey aynıydı: Saf yetenekleri. 6 Ağustos 2003’te Sporting ve United’ı karşı karşıya getiren hazırlık maçını Roy Keane şöyle anlatıyor:

"Yeni stadyumlarının açılışı için Sporting ile oynuyorduk. Ronaldo'nun o gün ne kadar iyi olduğunu görmüştüm. John O'Shea'ye karşı oynuyordu. İlk yarı sonunda ise O'Shea takım doktoruna görünüyordu, çünkü gerçek anlamda başı dönmüştü. Biz maçtan sonra soytarı gibi oynadığı için O'Shea'yle dalga geçerken, kulüp ise Ronaldo'nun transferi için görüşmeleri tamamlamıştı bile."

George Best, Bryan Robson, Eric Cantona ve David Beckham’ın 7 numarasını United’da giymesini sağlayan Ronaldo’nun saf yetenekleriydi. Fakat beş yıl içinde United’ın efsane 7 numaralarından biri olarak anılmasını sağlayan şey ise yeteneklerinden çok daha fazlasıydı. Sir Alex Ferguson’ın ikna gücü sayesinde yeteneklerini önce kullanmayı, ardından dönüştürmeyi öğrendi. Bu sayede United’da her geçen yıl daha büyük bir futbolcu hâlini aldı.

GÖLGEDE 

Quaresma ise Porto’da sıra dışı yeteneklere sahip bir futbolcu olarak kaldı. O yeteneklerin hatırına Inter ve Chelsea’de zirveye dönüş adına birer şans daha buldu, ama yine çuvalladı. Buna karşın Real Madrid’e transfer olan Ronaldo’nun gölgesi sürekli büyürken, Quaresma’nın da kaderi belli olmuştu. Artık kariyerine o gölgede devam etmek zorundaydı.

Bir süre bu durumla mücadele ediyor gibi görünse de, sonunda kaderini o da kabullendi ve 2016’da kariyerinin sonlarındayken o gölgenin içinde Avrupa Şampiyonu da oldu. Oyuna sonradan giriyordu, ama katkı da veriyordu işte.

Gruptaki son maçlarında, Macaristan karşısında takımı 3-2 gerideyken, 61. dakikada oyuna girmiş, 62. dakikada adrese teslim yaptığı ortasıyla Ronaldo’ya golü attırmış ve bu golle Portekiz gruptan çıkmayı başarmıştı. Bir sonraki turda Hırvatistan karşısında attığı gol ise bütün kariyerinin anti-tezi gibiydi. Yine ancak 87. dakikada girebildiği maçın uzatma dakikalarının bitmesine üç dakika kala, önce kendi yarı sahasında kaptığı topu basitçe yakınındaki takım arkadaşına vermiş, ardından rakip kale önüne kadar yaklaşık 70 metre topsuz koşu yapmış ve Ronaldo'nun asistinde boş kaleye topu göndermişti. Portekiz ise bu golle çeyrek finale yükselmişti.

Buna rağmen çeyrek finaldeki Polonya maçında da ilk 11’de değildi Quaresma ve yine 80. dakikada oyuna girebilmişti. Fakat penaltılara giden maçta yarı finali getiren son penaltı vuruşunu atmak da ona kalmıştı.

Ev sahibi Fransa’ya karşı oynadıkları final maçında ise rolü çok daha büyük olacaktı. Ronaldo, maçın 25. dakikasında sakatlanıp, gözyaşları içinde sahayı terk ederken; yerine giren oyuncu Quaresma olmuştu. Quaresma yine uzatmalara giden o finalde 95 dakika boyunca ne gol atabilmiş ne asist yapabilmiş ne de maça damgasını vuracak bir oyun oynamıştı. Ama nihayetinde, oyuna sonradan giren Eder’in uzatmalardaki golüyle kazanmışlardı. Hem de Ronaldo olmadan! Sanki hayatında ilk defa onun gölgesinden çıkmış ve bu defa kaldırdıkları kupanın gölgesinin altına Ronaldo’yla birlikte girmişti.

O turnuvadan önceki sezon, ikinci defa geri döndüğü Beşiktaş’ta da gölgede bir yıl geçirmişti Quaresma. Siyah-beyazlılar, izleyenlere çok keyif veren bir futbolla yedi yıl sonra yeniden lig şampiyonluğunu kazanırken, o yine gölge adam rolündeydi. 2016 yazında Fransa’da ülkesi için başarıyla üstlendiği bu rolü, Beşiktaş’ta da iyi oynamıştı. O sezon birçok maçta çok iyi işleyen bir oyun planına sahip olan Beşiktaş, tutukluk yaşadığı birkaç maçta ise Quaresma’yı tabiri caizse acil durumlarda camı kırmaya yarayan imdat çekici olarak kullanmıştı.

Kısa ve tek paslarla rakiplerini neye uğradıklarını şaşırtan Beşiktaş, bunu başaramadığı anlarda Quaresma’yla plan dışına çıkıyor ve Portekizlinin yarattığı kaostan faydalanıp sonuç almaya çalışıyordu. Bunun en iyi örneklerinden biri ligin ikinci yarısındaki Başakşehir maçıydı. 78. dakikaya 2-0 geride giren Beşiktaş, beş dakika içinde bulduğu iki golle karşılaşmadan bir puanı koparmayı başarmıştı. Cenk Tosun’un attığı ilk golün asisti, son 30 dakikada oyuna giren Quaresma’nın sol kanattan ayağının dışıyla yaptığı ortayla; Atiba Hutchinson’ın attığı ikinci gol ise yine Quaresma’nın bu defa sağ kanattaki bir çalım denemesinde kazandırdığı faul atışından gelmişti.

GÜNEŞTE

Fakat Portekiz Milli Takımı’nda Ronaldo yüzünden üstlenmek zorunda olduğu bu rol, Beşiktaş’ta ona yetmeyecekti. Bir sonraki sezondan itibaren, takımdaki ağır toplar Jose Sosa ve Mario Gomez’in de kulüpten ayrılmalarıyla birlikte Quaresma’nın sahadaki iktidar alanı giderek genişlemeye başlayacaktı. Quaresma, ilk sezonda on birde başladığı maçlarda oyundan sürekli ilk alınan oyuncu olduğu için sitem ettiğinde, "İstersen yedek başlatayım, böylece oyundan ilk seni almam” cevabını veren Şenol Güneş ise sonraki sezonlarda onun sahada giderek büyüyen gölgesinden memnun olacaktı.

Futbol yazarı Jonathan Liew, Telegraph’taki bir yazısında Portekizli oyuncu hakkında şöyle bir tespitte bulunuyor: "Quaresma her zaman cıva gibi ele avuca sığmaz bir oyuncu oldu. Fanteziye varan hareketlere ve sıra dışı gollere olan tutkusu, onu tüm dünyadaki hayranlarına sevdirdi; ama taktiksel direktiflerden hoşlanmaması ise neredeyse bütün antrenörlerini çileden çıkardı."

Şenol Güneş, bu anlamda Quaresma’nın kariyerinde belki de bir ilkti. Frank Rijkaard, Jose Mourinho ya da Julen Lopetegui’den bulamadığı özgürlüğü, kariyerinin sonunda da olsa, nihayet ona veren bir antrenörle karşılaşmıştı işte.

Ancak Quaresma’nın Dolmabahçe’nin ışıkları altında sahaya vuran gölgesi büyüdükçe, takımın geri kalanının sahadaki izleri de aynı ölçüde silinmeye başlamıştı. Quaresma; gösterişli çalımları, dünyadaki başka hiçbir oyuncunun onun kadar iyi yapamadığı trivela vuruşları ve rabona ortalarıyla her maçta izleyenleri büyülerken, bu efsunlu ortamda takımın ne oynadığının ya da ne oynamak istediğinin bir önemi kalmıyordu. Büyünün etkisi geçtiğindeyse acı gerçekle yüz yüze kalındı. İki sezon üst üste şampiyon olan takım, sonraki iki sezonda ise bir anda kendini ilk ikinin dışında buldu. 

Elbette bu çöküş, sadece Quaresma'nın varlığı üzerinden açıklanamaz. Ama Beşiktaş'ın güçlü oyununun her geçen sezon eriyip gitmesiyle Quaresma'nın takım içindeki rolünün giderek büyümesi arasında bir ilişkinin olduğu kesin. Beşiktaş'ın sportif karar alıcıları ise bu ilişkiyi bitirmekte çok geç kaldı.

MODERN ZAMANLARIN GARRINCHA'SI 

Liew aynı yazısında Quaresma’yı modern zamanların Garrincha’sı, Ronaldo’yu ise Pele’si olarak niteliyor ve şöyle diyor: “Ronaldo, oyunun gördüğü en tahripkâr oyunculardan birine dönüşen, pürüpak bir süperstar. Quaresma ise trivelaya tutkun serseri bir dâhi ve öz geçmişinde sekiz ayrı kulüp bulunan öfkeli bir âsi."

Dört yıllık Şenol Güneş döneminin bitmesinin ardından takımın başına geçen ve oyunu sürekli bir sistem üzerinden yorumlamayı, sahada bir plan dahilinde hareket etmeyi kendine şiar edinmiş olan Abdullah Avcı'nın takımında ise ne kadar sıra dışı yeteneklere sahip olursa olsun serserilere ve âsilere yer yoktu. Ve böylelikle Quaresma'nın Beşiktaş'taki ikinci dönemi de sözleşmesini tamamlayamadan sona ermişti.

Kariyeri boyunca sadece hedefe odaklanan ve ulaştığı her hedefin ardından yerine daha büyüğünü koyan Ronaldo’nun yolunun, aynı karakteristik özelliklere sahip olan Manchester United, Real Madrid ve Juventus ile kesişmesi bir tesadüf olmamalı. Tıpkı futbolu kendini tatmin etmek için oynayan ve kabul edelim ki bunu da büyük bir tutkuyla yapan Quaresma’nın kariyerinde kendini kabul ettirebildiği iki yerin Portekiz ve Türkiye'yle sınırlı kalmasının tesadüf olamayacağı gibi.

Eduardo Galeano’nun güzeller güzeli kitabının adı olan “Gölgede ve Güneşte Futbol”, bir yandan Quaresma’nın kariyerini özetleyen bir başlık gibidir. Büyük çoğunluğu Cristiano Ronaldo’nun gölgesinde geçen futbol serüveninde yalnızca iki güneşli yer vardı Quaresma için: Porto ve Beşiktaş. Bu yüzden iki kulüp arasında yer değiştirip durdu. Başka bir deyişle, bir şafaktan bir şafağa geçti, ama her defasında arkasında derin bir alacakaranlık bırakarak...


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.