Genelde kaybeden yerelde nasıl kazanır!
CHP’den beklentileri olan hatta onun açacağı çatlaklarda yer tutma çabasında olan solcularımız, İmamoğlu’nun, Turgut Özal’dan kopyaladığı “dört eğilimi birleştirme” stratejisinde, yerlerinin ancak eğilimlerden birini temsil etmek olabileceğinin farkındalar mı?
28 Mayıs’ta kaybedilen sadece başkanlık koltuğu olmadı! Belediye başkanlığı koltukları da şimdiden “kayıp” hanesine yazılabilir. Bunun nedeni, CHP ve İYİP’in “işbirliği” yapmıyor (dolayısıyla Cumhur İttifakı'nın) oluşu değil, başta CHP olmak üzere muhalefetin tüm öznelerinin yenilgiden bir “ders” çıkarmaması ve kazanmak için farklı bir strateji üretememesidir.
CHP’den başlayalım. Yenilginin, değişikliğe yol açtığı iki siyasi partiden biri.(1) Bu değişikliğin, bir politika ve kadro değişikliğini de beraberinde getireceği beklenirdi. Ancak çok kısa zamanda açığa çıktığı üzere aynı politik-taktik anlayışla yani ittifak kurmaya, var olan siyasi güçleri yedeklemeye çalışarak ve eskisinden farkı olmayan yerleşik kadrolarla devam edileceği görüldü. Hatta biraz daha ileri gidip, bu değişikliği sağlayan şahsın Ekrem İmamoğlu olduğu ve partinin bundan sonraki tercihlerinin de İmamoğlu tarafından belirleneceği söylenebilir. Belki de Meral Akşener’in söylediği; “Bu mücadeleyi başkasının yazdığı senaryoya figüran olmadan, başkalarının siyasi kariyerlerine zıplama tahtası olmadan, başkasının sevabına da günahına da ortak olmadan, özü başımıza vereceğiz” ifadesi İmamoğlu içindir!(2)
Özgür Özel’in genel başkan olur olmaz, ittifak (pardon işbirliği) arayışıyla Akşener’in kapısını çalması, Tanju Özcan ile önce İmamoğlu’nun hemen ardından Özel’in görüşerek Bolu’nun tekrar Tanju’ya “emanet” edileceğinin beyanı, CHP’de nelerin değişmeyeceğinin göstergeleri olarak sayılabilir.
Bir “olası” değişiklikten de söz etmek yerinde olacak; İmamoğlu’nun çevresinde bulunan resmi ya da gayri resmi çok sayıda kadronun, yerel seçimlerde CHP’nin Belediye Başkan adayı olacağı. Ve bu adayların kazanılacak ya da oy arttırılacak yerlerden aday yapılacakları.
Ekrem İmamoğlu’nun A takımındaki isimlerden Genel Sekreter Yardımcıları Mahir Polat (Fatih) ve Buğra Gökce (İzmir), Şehir Hatları Genel Müdürü Sinem Dedetaş (Üsküdar), İBB İmar A.Ş. Genel Müdürü Onur Soytürk (GaziOsmanPaşa), İBB Mezarlıklar Daire Başkanı Ayhan Koç (Sultanbeyli), Metro İstanbul A.Ş Yönetim Kurulu Başkan Vekili Alper Yeğin (Sancaktepe), İGDAŞ Genel Müdürü Mithat Bülent Özmen (Eyüpsultan), İETT Bilgi İşlem Daire Başkanı Şeref Can Ayata (Silivri) ve İBB Ulaştırma Daire Başkanı Utku Cihan (Hopa) belediye başkan adaylığı için görevlerinden istifa etti. Şu an istifa etmesi gerekmeyen çok sayıda da mevcut var. İmamoğlu’nun yeğeni, Kaftancıoğlu’nun yardımcılığını da yapmış olan Ufuk İnan’ın Beyoğlu ve Danışmanı Murat Ongun'un da Beşiktaş Belediye Başkanı adaylığı için hazırlık yaptığı “söyleniyor”. Ve eklenecekler…(3) (İlginç! İstanbul’u yeniden “kazanacak” olan birinin bu kadrolardan vazgeçmesi)
Elbette iddia edilebilir ki; İstanbul’da 5 yıl içinde öylesine bir halkçı belediyecilik anlayışı hayata geçirildi ki bu okuldan yetişen “kadrolar”, bu uygulamaları yaymak için ülkenin dört bir tarafına yayılıyor. Belki de İmamoğlu’nun, İstanbul’u kaybetmesi durumunda bile bu yeni BB’ler “aracılığıyla” CHP Genel Başkanlığını sağlama alma hesabı yapılıyordur.
Açıkçası (burası Türkiye) İmamoğlu, siyasi kariyerini her durumda sürdürebilir hatta Özgür Özel, bir süre daha CHP’nin 8. Genel başkanlığını yapabilir ancak önümüzdeki yerel seçimlerde (bir öncekine göre) seçmeni ikna etmek için işleri çok ama çok zor olacak. Bütün cephaneyi tükettiler! Mesela artık “her şey çok güzel olacak” diyemeyecekler, “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” ya da “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” da diyemeyecekler.
Üstelik İYİP’i yanlarına alamadılar. Buna “şimdilik” demek, temkinli olmak gerek. Çünkü sözü edilen şahıslar sağcı ve faşist, yani bir ideolojik, politik omurgaları mevcut değil, “olmazsa olmazları yok”. Her türlü pazarlığa, her türlü satışa uygunlar. Ayrıca İYİP, MHP gibi de değil, bir baskı ve denetim “mekanizması” da yok. Kırk tarakta bezi olan, aklında kırk tilki gezdiren kaşar siyasetçilerle dolu. Genel seçimlerden daha altı ay geçmeden yüzde 10’u (40 vekilden 4’ü) partide mevcut değil. Yani bir gün kala İmamoğlu safına da geçebilirler, AKP’nin adayının arkasına da. Ümit Özdağ da Sinan Oğan da birer rol model.
Dedik ya 28 Mayıs’tan gerekli dersler çıkarılmadı diye.. Bu durum, sol/sosyalist “çevreler” için daha görünür. Kaderini Kılıçdaroğlu’na dolayısıyla CHP’ye bağlayan (hadi buna zorunluluk diyelim) bu çevreler, Ümit Özdağ ile yapılan rezalet anlaşma ve CHP’nin “eğilimleri birleştiren taktiği”nin sonuçları açığa çıkmasına rağmen etkili bir “hesap soran” aktör olamadı. Seçim yenilgisini, yeni bir “sol hareket” yaratma hedefiyle değerlendirmek yerine, hiçbir şey olmamış gibi davranarak hatta seçimden önceki tüm o şatafatlı korkunç söylemleri (mesela; köprüden önceki son çıkış) unutarak aynı pozisyonlarını korumaya çalışıyorlar.
Örneğin HDP. Türkiye Partisi olma iddiasını sürdüren hatta Türkiye sosyalistleriyle ortak bir mücadeleyi “aynı çatı” altında örgütlemeye çalışan siyasi hareket, seçimden (ancak) altı ay sonra "Emek ve Özgürlük İttifakı bir seçim ittifakı değildi. Henüz ittifak bileşenleriyle değerlendirme yapmadık ama ittifak şu an için yeterli değil. En geniş yelpazede bir mücadele ittifakına ihtiyacımız var. Bu ittifakın oluşması için var gücümüzle çalışacağız" diyebiliyor. Ayrıca yerel seçimlere dört ay kalmış iken hala bir başlangıç yapamamış durumda.
Ya da TİP. Genel seçim öncesi yaptığı politik-taktik hamle ile yüzbinlerce solcunun tercihine mazhar olan parti, bu oyların örgüte ya da şahıslara değil de bir sosyalist tercihe verildiğini bilmesine rağmen tam tersi gibi davranabiliyor. Yani bu yüzbinlerce oyu ortak, kapsayıcı ve yeni bir harekette birleştirmek yerine partinin üye sayısını arttırmak ve yerel seçimlerde birkaç ilçe tercihinde harekete geçirmekle sınırlandırmak. Türkiye’nin Syriza’sını yaratma iddiası, Kadıköy’den ve Çankaya’dan geçiyor olmalı.(4)
Görünürde bağımsız ama gerçekte CHP’den beklentileri olan hatta onun açacağı çatlaklarda yer tutma çabasında olan diğer solcularımız! İmamoğlu’nun, Turgut Özal’dan kopyaladığı “dört eğilimi birleştirme” stratejisinde, yerlerinin ancak eğilimlerden birini temsil etmek olabileceğinin farkındalar mı? Alper Taş’ın yeniden Beyoğlu’ndan aday gösterilmesi, Hatay’ın birkaç ilçesinden solcu şahısların aday yapılması (ki bundan sonraki bütün yük solcuların sırtına daha rahat yüklenir) ya da üç beş meclis üyeliğinin “kapılması” sosyalistleri yeniden canlandırabilir mi?
“Sınıf, sınıf” lafını dillerinden düşürmeyen ama gerçekte işçi sınıfın mücadelesini işçiçilikle, ekonomik taleplerle ve basit temsiliyetle sınırlayanlar! Nesnel olarak işçi sınıfını siyasetten uzaklaştırdıklarının farkında değillerdir, değil mi? Yoksa genel seçim, yerel seçim demeden siyasi tercihe yöneltirler sınıfı! Ya da “seçimler bizi ilgilendirmiyor, biz sadece siyasi ajitasyon yaparız” diyenler, aslında pasifizmi ve siyasi özne olma iddiasından vazgeçmeyi propaganda ettiklerini biliyor olmalılar!
Neyse, bu “karamsar” tabloyu; bu gidişat sürerse önümüzdeki Mart ayının nasıl yaşanacağını “birlikte tahmin edelim” diyerek noktalayalım…
PEKİYİ YA KARŞI CENAH
AKP ile MHP arasındaki temaslar 26 Ekim’de başladı. Yaklaşık 1 ayda yapılan 8 toplantıda elde edilen sonuçlar aynı gün liderlere sunuldu. Süreç “sorunsuz” işliyor. Bahçeli, büyükşehir statüsündeki tüm illerde AKP'yle iş birliği halinde yerel seçime gireceklerini, açıkladı bile. Şimdi sırada iller ve ilçeler var.
Açıktır ki Erdoğan, genel seçimlerde elde ettiği “zafer”i yerel seçimlerle “taçlandırmak” isteyecektir, özellikle İstanbul ve Ankara’yı geri alarak. Ve kıyaslamak gerekirse genel seçim öncesine göre çok daha güçlü bir pozisyonda. Seçileli bir yıl olmuş ve dört yıl daha başkan kalacağı “kesin olan” bir iktidarın, tüm maddi ve manevi olanakları kullanılacaktır.
Bir hatırlatmayla bitirelim; yerel seçimlerden sonra yani Mart 2024’ten sonra uzunca bir dönem “resmi siyaset” dönemi sonlanacak. (Erdoğan yeni bir seçim icat etmezse). Bu kanaldan siyaset yapmayı sürdürmek isteyenler, kendilerine yeni “bir şeyler” bulmak zorunda kalacaklar.
NOTLAR:
(1) Bir diğeri HDP. HDP’deki değişim de genel bir strateji değişikliği ya da kapsamlı bir kadro değişikliği olmadı. (En azından şimdilik)
(2) Devamı da var; “Yerel yönetimleri rant kapısına indirgeyenlere, belediyeciliği hizmet değil iktidar alanı olarak görenlere, kayıkçı kavgalarıyla milletimizi oyalayanlara karşı anlamlı ve cesur bir başlangıç yaptık." Daha da var; “kopunca büyük savaş, er tez gider korkak Yavaş”.
(3) Not etmekte yarar var: Bu adayların birçoğu sosyal-demokrat falan değil. İçlerinde kimlikleri eski MHP’li, AKP’liler mevcut. İmamoğlu’nun asıl olarak belirlediği, “dört eğilimi kendi merkezinde toplama” taktiğinin bir ürünü.
(4) Bununla sınırlı kalan bir tutumun; İstanbul’da İmamoğlu’nu, Ankara’da Mansur’u desteklemek anlamına geleceği, biliniyor olmalı
Yavuz Halat Kimdir?
Erzurum İspir’li. İstanbul Samatya’da büyüdü. İlkokuldan sonra iki yıl Darüşşafaka’da yatılı idi. “Ne Yapmalı”yı orada okudu. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden 1984’te mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ne girdi. Yıldız Rektörlük İşgali'nde 'işgalciler'den biriydi, bir süre cezaevinde yattı. Eğer bir başlangıç tarihi gerekir ise 14 Nisan 1987’den beri “solculuk” yapıyor.
Mezunlar Türkiye’si: ODTÜ’den harp okuluna polis okulundan imam hatibe 20 Eylül 2024
Hadi ırkçılar, dinciler olimpiyatları da açıklayın 15 Ağustos 2024
3. Dünya Savaşı’nı İsrail çıkaracak… 02 Ağustos 2024
Tek adamın sorunu: MHP ile de olmuyor, MHP’siz de… 06 Temmuz 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI