YAZARLAR

Gaslighting

Geride bıraktığımız 14-28 Mayıs seçimleri en geniş anlamıyla tam bir gaslighting operasyonuydu. Toplumun aşırı politize edilmesi, sonrasında, muhalefetin yalnızca yenilmesi değil, yenilginin sosyal gerçekliğinin, toplumsal muhalefetin muhalefet etme iradesini ortadan kaldıracak şekilde dizayn edilmesi, yani Clauswitz’in söylediği şekilde söylersek toplumsal muhalefetin ahlaki-etik kodlarının ayaklar altına alınarak iradenin süngüsünün düşürülmesi.

Gaslighting aslında 1938 yılında Patrick Hamilton’un yazdığı bir oyunun, hikayesine dayanıyor. Yani aslında, eski denilebilecek bir kökeni var. Bununla birlikte, gaslighting, son birkaç yıldır duyduğumuz ama 2023 ile birlikte daha vurgulu bir şekilde hayatımıza giren bir kavram. Tıpkı, yaklaşık 200 yıl önce yazılmış, Merry Shelley’nin Dr. Frankestein’ının (ve Modern Prometheus), yaklaşık 100 yıl önce oluşmuş Kafkaesk külliyatın ve 1948’de yazılmış Orwell’ın 1984’ünün ve genel olarak distopik janrının, gecikmeli çok-satan olmaları ya da ikinci baharlarını yaşamaları gibi.

Bu kavramın, tıpkı saydığımız diğer edebi-distopik külliyat ile gecikmeli ya da ikinci bahar olarak ama eşzamanlı bir şekilde hayatımızda önemli bir yer edinmesinin sebebi elbette, post-truth, yapay zeka ve psikolojik manipülasyon teknikleriyle kendisini tahkim etmiş devletler ve dijital şirketlerin darkweb benzeri uygulamalar ile gerçekliği bükmeleri, hatta tümüyle ortadan kaldırmaya azmetmeleri. Bundan dolayı, yüzyıl önce, gaslighting ya da Kafkaesk külliyat, pimpirikli yazarların hezeyanları ya da en iyi ihtimalle sisteme karşı düşülmüş bir ihtiyat şerhi niteliğindeydi.

Ama artık durum değişti.

Dijital şirketler, kripto paralar, spekülatif sermaye ve sosyal medya app’leri tarafından didik didik edilip algoritmaya dönüştürülmüş beğenilerimiz yüzünden zaten paranormal ile paranoya arasındaki sınır giderek silikleşmişti. Siyasal söylemin doğruluğu, hakikat ve onu besleyen verilerden ziyade trol lejyonlarının tekrara dayalı basıncı tarafından belirleniyor olması da ayrıca, Goobels’in ruhunu şad ediyor.

Çünkü, artık kollektif bilinçdışı, gerçeklik ve hakikatten, post-truth'a doğru büküldü ve bu bilinç dışının imal ettiği arketipler gaslighting için harika bir kültürlenme ortamı (hem sosyal hem de biyolojik olarak) yarattı. Yani sistem büyük bir gaslighting makinasına döndüğü için, bireysel manipülasyonlar için de uygun bir zemin var ve tam da bu yüzden, okuduğumuz 1984 gibi distopik kitaplar, Kafkaesk külliyat ya da gaslighting gibi kavramları yaygınlaştırmamız, bizim gerçekliğe tutunma girişimlerimiz aslında.

Gaslighting'in Türkçede bilinen bir karşılığı yok, İngilizceden olduğu gibi aktarıldı ve dile yerleşti. (şimdilik!) Peki nedir Gaslighting?

Gaslighting kavramının türediği oyunda, oyunun erkek kahramanı, gaz lambasının ışığını her gün biraz daha kısarak, karısının gerçeklik duygusunu, algılarını, hatıralarını ve emin olduğu şeyleri sorgulatarak, delirdiğini düşünmesini sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla, gaslighting en genel anlamıyla bir manipülatörün (buna da gaslighter deniliyor) bir başkasının gerçeklik algısını hedef alarak taciz etmesi ve hedef aldığı kişinin gerçeklikle bağını sorgular hale getirmesi ve giderek bu bağı kopartması demektir. En temel anlamda manipüle edilen kişinin gerçeklik ile bağı kopar, gerçeğe bağlandığı hatıralar, hakikatler, kimi bireysel tercihler hakkındaki kesin doğruları tartışmaya açılır.

Fakat burada gerçeklik ile ilgili bağlantının kopmasında mesele şizoit ya da paranoyak bir psikolojik bozukluk ya da demans/parkinson gibi nörolojik bir maraz değildir, bu bakımdan gaslighting’in psikolojik boyutları da dahil tümü sosyal-bireysel ilişkilerin öznel manipülasyonlarına dayanır.

Ve bir şey daha, gaslighter denilen manipülatörün en temel kişilik özelliği onun aynı zamanda narsistik bir kişiliğe (kadın ya da erkek) sahip olmasıdır. Post-truth ve otokratik rejimler tarafından beslenen harika bir tekno-dijital arketip ve gaslighting için bir başka sebep daha.

….

Savaş üzerine yazıları ile tanıdığımız Alman General Carl Won Clauswitz, mağlubiyet ve zafer üzerine yazdığı bölümde, yenilgiyi cephe savaşı üzerinden tanımlamaz, yenilgi net bir şekilde silahsızlandırmadır; silahsızlanmanın çok az bir kısmı Clauswitz’e göre askeri mühimmat ve teçhizat ile ilgilidir, Clauswitz’e göre gerçek yenilgi ve silahsızlanma, mağlup edilmiş olanın savaşma iradesinin elinden alınmasıdır ki burada kritik olan, mağlup olanın mücadele etme azmini inşa ettiği ahlaki etik kodlarının da süngülerinin düşürülmesidir, zira irade denilen şey, teçhizat ile değil, etik ve ahlak kodlar tarafından inşa edilir.

Vietnam savaşında ya da Afrika’da koloniciler, direnişçilerin iradesini kırmak için, direnişçinin sosyal algısını nörolojik olarak değiştirmeye yarayan halisünatif iğneler/serumlar kullanmışlar ve böylelikle onları manipüle ederek iradelerini kırmaya çalışmışlardı, bu yöntem tam da iradenin nörolojik-fiziki değil, daha ziyade etik-ahlak kodlar tarafından yapılandırılmış bir sosyo-psikoloji olduğu için çok da başarılı olmasa da dayandığı fikir önemliydi. İradeyi kırmak için gerçeklik algısının değiştirilmesi, gerçekliğin manipüle edilmesi önemlidir. Kişi kendi sosyal pozisyonunu hissettiği dış dünyaya göre belirler, şüphesiz ki burada sosyal ilişkiler, bireysel ilişkiler, materyal kültür ve beklentiler son derece önemli.

Günümüzün dijitalleşmiş iktidarlarının, Nazilerin ya da emperyalist işgalcilerin yapamadıklarını yapmaya yaklaştıran şey, gerçekliği nörolojik değil, sosyal olarak bükmeye muktedir olmaları.

Daha spesifik bir şekilde konuşmak gerekirse, geride bıraktığımız 14-28 Mayıs seçimleri en geniş anlamıyla tam bir gaslighting operasyonuydu. Toplumun aşırı politize edilmesi, sonrasında, muhalefetin yalnızca yenilmesi değil, yenilginin sosyal gerçekliğinin, toplumsal muhalefetin muhalefet etme iradesini ortadan kaldıracak şekilde dizayn edilmesi, yani Clauswitz’in söylediği şekilde söylersek toplumsal muhalefetin ahlaki-etik kodlarının ayaklar altına alınarak iradenin süngüsünün düşürülmesi.

Burada elbette AKP iktidarı, devlet cihazı, sermaye birikimi, enformasyonu yönetme biçimleri tarihte hiç olmadığı kadar güçlü. İktidar ve çevresi, bu gücü sonuna kadar kullanarak, zafer ve yenilgiyi anlık ya da tercihen kısa süreli bir keyif/keder (katarsis/joissence) olmaktan çıkarıp, sanki hiç bitmeyecek sonsuz, tanrısal bir zamanın içine yerleştirmeyi başarıyor.

İşte gaslighting dediğimiz yer tam da burası, ama iktidarın bu manipülasyonu böylesine derinleştirmesini sağlayan ve kolaylaştıran şey, muhalefetin meziyetsizliği, pespayeliği ve bütün seçim süreci boyunca performe ve vaad ettiği halkçılığın, ahlakçılığın, yurtseverliğin, hümanizmanın ve fedakarlığın yerini açgözlü bir koltuk sevdası, türlü çeşit rezaletler tarafından süslenmiş grotesk skandallara bırakması.

Böylelikle gaslighting'deki bir özellik daha ortaya çıkıyor: Gaslighter, çoğunlukla sevdiğiniz, sizi önemsediğine sizi ikna etmiş, kendinizden, kendi tarafınızdan, hatta arkanızda hissettiğiniz kişi ya da kişilerdir. Zaten öyle olmasa, buna kısaca yenilgi ya da başarısızlık derdik, ama değil, bu bir gaslighting hikayesi.

Bugün yaşadığımız, siyasete karşı hissettiğimiz anti-pati, hükümetin bizzat muhalefet aracılığıyla yürüttüğü bir gaslighting operasyonu. Türkiye’de muhalefetin adayına oy vermiş olan yaklaşık 25 milyon kişi, Kılıçdaroğlu üzerinden bir tür before/after şoku yaşıyor. Meclis'te temsil edilen partiler ve onların söylemleri üzerinden milyonlarca kişi topluca manipüle ediliyor ve ayaklarının altındaki gerçeklik zemini çekiliyor. Kılıçdaroğlu ile Özdağ arasındaki protokol, tüm uyarılara rağmen binlerce sandığa müşahit gitmemiş olması, Babacan-Davutoğlu’nun seçimden sonra attıkları golün üzerine yatıp top çevirmeleri, Abdüllatif Şener’in kendi deyimiyle “bizimle kafa yapmak istemesi”, koltuğu kendisi için bir protez haline getirmiş olan Kılıçdaroğlu ve tabii tüm bunların, iktidar medyasının sunum tabağıyla hazırlanıp takdim edilmesi.

….

Gazeteciler tutuklanıyor, ormanlar yanıyor, ağaçlar kesiliyor, zamlar artık muazZAM boyutlarda ama toplumsal muhalefet tüm bunlara tweet atacak kadar bile ilgi göstermiyor.

Gaslighting kavramının Türkçede bir karşılığı yok, bir öneri olarak muhalefet ya da muhalefet etmek en azından güncel olarak gaslighting kavramının Türkçesi olarak kullanılabilir. Çünkü örneğin, iktidarın Bahçeli’nin çağrısı ile emekli maaşlarına ‘zam yaptığı’nı duyurması ama bu zamların bizzat Bahçeli’nin de içinde olduğu milletvekilleri tarafından bloke edilmesine rağmen, iktidarın hala bir yandan emeklilere zam yaptığına hem de emekli maaşlarını yılbaşına doğru düzenleme yapılacağına aynı anda inanmamızı (Gabar petrolü, Karadeniz doğalgazı, TOGG filan geride kaldı) istemesi ancak, 14-28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarını zafer değilse bile yenilgi değil başarı olduğuna, bizi ikna etmeye çalışan bir ana muhalefet liderinin varlığından dolayı(dır). Yani, iktidar ve muhalefet en azından, gerçeklik zemininin elimizden alınması konusunda ittifak etmektedirler.

Gaslighting kavramına muhalefet etmek diye Türkçeleştirilmesini önermemin sebebi, yalnızca konjonktürel değil, kavramın çıktığı yerle de alakalı. Hamilton’un oyununda, gaslight yani gaz lambası adamın izin verdiği ölçüde kadının gerçeklikle ilişki kurmasını sağlayan bir şeye dönüşmesi bakımından önemli bir metafor, kadın bu manipüle edilmiş ışığı kabul ettiği oranda gerçekliği ve kendi psikolojik durumunu sorguluyor ama lambayı kapatıp kendini karanlıkta bıraktığında, gaz lambasının ışığıyla gerçeğin gözünü kör eden kocasının manipülasyonlarından kurtuluyor ve karanlıkta gerçeği görüyor.

Belki de bizim de yapmamız gereken, iktidarın sürekli ayarı ile oynadığı muhalefete karşı gözlerimizi, kalbimizi ve ruhumuzu kapatmaktır.


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.