Galata Sarayı Ocağı'nın ışıkları sabaha kadar sönmedi

İşlerin daha da sarpa saracağını düşünen Galata Sarayı Ocağı elini taşın altına koydu ve yine 117 yıllık tarihi, yavaşça sürüklendiği kaostan, acil bir karar alarak çıkardı.

Google Haberlere Abone ol

Evren Günaydın

26 Mart Pazar günü Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde Galatasaray Spor Kulübü, Yıllık Olağan Genel Kurul Toplantısını gerçekleştirdi. Aslına bakarsanız olağan bir genel kuruldan ziyade bir iç hesaplaşmayı tamamladı sayılır. Neredeyse bir tam gün süren kurul sonunda başkanlık koltuğunda oturan Burak Elmas mali yönden ibra edilmesine rağmen idari yönden ibra edilmedi. Bunun anlamı: Elmas tüzük gereği, bir sonraki seçimde aday olamayacak ve sadece bir sezon bu makam ve itibarın ayrıcalığını yaşamış olacaktı.

Sezon başında Galatasaray taraftarının büyük umutlarla bağrına basarak başkanlık yolunda desteklediği, sosyal medyada üzerine kampanyalar düzenlediği Burak Elmas yine taraftarın kamuoyunda sosyal medya üzerinden yaptıkları çağrılar arasında (kongre üyelerinin büyük çoğunluğu da böyle düşünmüş olmalı ki) ibra edilmedi ve zorunlu seçim sürecine girildi. Elbette Burak Elmas’ı bu duruma taşıyan onlarca neden mevcut. Fatih Terim’in Galatasaray camiasındaki yerini tarif etmeye gerek yok. Terim’in gönderilmesi bir yana gönderilme şekline karşı taraftar çoğu zaman olduğu gibi romantik ve duygusal baktı, ciddi anlamda bir negatif durum doğdu.

26 Mart’a giden yolun Terim’in kapıdan çıkmasıyla başladığı doğru ancak takip eden süreçte yönetimin kimilerine göre deyim yerindeyse sürekli faul yapması durumu daha da perçinledi. Teknik direktör seçiminin istenilen şekilde sonuçlanmaması, üst üste gelen başarısızlıklar, lig arasındaki transferlerde zayıf ve yavaş kalınması ve aslında tüm sezon boyunca her ne kadar mevcut yönetim aksini iddia etse de verilen vaatlerin tam anlamıyla yerine getirilmemesi ya da getirilememesi 26 Mart’a giden yolun açılmasını sağladı.

Peki “olağan” bir kurul toplantısı neden bu kadar önemli bir hal aldı. Aslında işin esprisi burada başlıyor. İlk defa olan bir durum değil en nihayetinde. Adnan Polat döneminde de benzer şeyler yaşanmıştı. Ancak bu yönetimin gelişi nasıl olay olduysa anlaşılan o ki gidişleri de o denli olaylı olacak. Kongre öncesi eski başkanlar birçok kez konuştular, kulüp içerisindeki aktif ya da pasif isim sahipleri konuştular, kongrede de kürsüye siması dahi unutulmuş birçok isim çıktı. Bu büyük hengâme yönetimin ibrasızlığıyla sonuçlandı. Burada asıl soru şekillenmeye başlıyor.

Onca kaosun nedeni neydi?

Galatasaray tarihin oldukça köklü bir spor kulübüdür. Sadece spor kulübü olarak nitelendirmek aslına bakarsanız hatalı olur. 1905 büyük ölçüde herkesin bildiği bir tarih olsa da işin aslı 1481 yılına kadar gidiyor. Evliya Çelebi başta olmak üzere birçok vakanüvis tarafından yazıldı. Sultan II. Bayezid Han zamanında Enderun Mektebi olarak ortaya çıkıyor “Mekteb-i Sultani” eski adıyla “Galata Sarayı Ocağı”. İyi kötü tarih bilgisiyle herkesin anlayacağı, devlet için eğitimli insan yetiştirme görevini üstleniyor bu tarihi okul. Okul dedikten sonra yeni bir kavram daha ortaya çıkıyor. Çünkü Galatasaray için nasıl sadece spor kulübü denilemez dediysek Mekteb-i Sultani için de yalın şekilde sadece 'okul' denilemez. O okulda ve yetiştirdiği öğrencilerde yüzyıllarca süren bir kültür de oluşmaktadır. Bugün, muhtemelen her ortaokul öğrencisinin hayalinde yer alır Galatasaray Lisesi. Mezunları için de hem sosyal olarak hem maddi olarak hem de entelektüel seviye anlamında gerçek bir ayrıcalık sağladığı doğrudur.

Galatasaray Lisesi sahip olduğu imajı köklü geleneklerine borçludur. Bu gelenekler, Galatasaray taraftarı olsa dahi, bazı kesimler tarafından ciddi şekilde eleştiriliyor. Özellikle son 10 yıldır kulübün “liseli zihniyet” olarak adlandırılan bu gelenekçi kalıptan çıkması gerektiğine dair söylemler oldukça yüksek sesle zikredilmeye başlandı. Liseli zihniyet kalıbı nedir ve kulüp üzerinde ne kadar etkilidir derseniz, bunun cevabı aslında tamamen kulüp duvarlarının içinde saklı, yani biz dışarıdan bakanlar için aslında tam bir kapalı kutu. Rivayet edilene göre lisenin izin vermediği kimse başkanlık koltuğuna oturamaz, lisenin izin vermediği hiçbir karar alınamaz ve hatta gel dediği gelir, git dediği gider. Galatasaray’ın arzu edilen seviyede olamamasının sebebinin işte bu liseli zihniyeti olduğu söyleniyor. Bunlara benzer birçok teori ama gerçek ama yanlış, sürekli taraftarlar arasında dolaşır. "Boğaz kıyısında, kolalı yakalarıyla yalılarında oturan, belli bir yaşın üstündeki insanlar, günümüzdeki futbol anlayışı içerisinde Galatasaray’da daha fazla söz sahibi olmamalıdır" anlayışı gerçekten oldukça yer etmiştir. Ancak ne olursa olsun her gelenin bir sonrakine emanet ettiği Galatasaray Lisesi gelenekleri yıkılmadan dimdik ayakta durdu ve bunun daha uzun yıllar süreceğini gösterdi. Bunun nedenini de açıklayalım.

Türkiye’de profesyonel futbol ligi kurulduğundan beri kazanılan kupalar ve Avrupa kupalarındaki performans kriter alındığında en başarılı takımın Galatasaray olduğu gerçeğini görüyoruz. Dönem dönem Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un da öne çıktığını, Türkiye’yi başarılı şekilde temsil ettiğini görsek de uzun vadede Galatasaray’ın hep bir adım önde olduğuna şahit oluyoruz. Peki temel soru şu; Galatasaray bunu nasıl gerçekleştiriyor?

Galatasaray’da gelen her yönetimin istikrar sağlayabilmeleri için gerekli temel kriter; sürdürülebilir başarıdır. Bunun için de gerekli olan şey kulübün daha derininde yatan denetleyici bir yapıdır. Sürdürülebilir başarı deyince insanın aklına direkt istikrar kavramı gelebilir ama unutmayın ki 20 yıl aynı başkanla devam eden Fenerbahçe o süre içerisinde sürekli başkan değiştiren Galatasaray’ın şampiyonluk sayılarında geride kalmıştı. İşte burada Galatasaray kulübüne özel o denetçi yapı bir anlamda görevini yapmaktadır. Başarının gelmediği yerde kişi ve makamların geçmişte ne kadar başarılı olduklarının önemi yoktur. 

İşin özüne geldiğimizde Avrupa’da birçok örneğini gördüğümüz üzere aslında söz hakkı kulüplerin gerçek sahipleri olan taraftarlarda olmalıdır. Bu su götürmez bir gerçektir. Ancak asıl mesele kulüplerin ekonomik durumlarının taraftarın sesine ne derece cevap verebileceğidir. Maalesef Türkiye’de hiçbir spor kulübü ekonomik olarak tam anlamıyla bağımsız olamadığı için taraftarlar ehveni şer olarak gördüğü yapılanmaları genellikle kabul etmek zorunda kalıyorlar. Genellikle sözcüğünü özellikle kullandım, çünkü bazıları için bu durum öyle gelişmiyor. Nitekim işlerin daha da sarpa saracağını düşünen Galata Sarayı Ocağı elini taşın altına koydu ve yine 117 yıllık tarihi, yavaşça sürüklendiği kaostan, acil bir karar alarak çıkardı. Burak Elmas’ın da bundan sonraki süreçte kulübün kültür ve değerlerine uygun şekilde hareket edeceğini de herkes mutlaka tahmin ediyordur.

26 Mart Türk spor tarihinde işlerin nasıl çözüleceğine dair çok güzel bir örnek sundu. 'Liseli zihniyet' aslında ne işe yaradığını gösterdi.