Frederick Douglass’ın özgürlük yürüyüşü

Frederick Douglass'ın kaleme aldığı 'Amerikalı Köle Frederick Douglass'ın Yaşam Öyküsü', Selda Arıt çevirmenliğinde Heretik Yayıncılık tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Kuruluş zamanında ilan edilen bildirgedeki eşitlik, özgürlük ve adalet söylemi ABD’de hayata tam olarak geçirilememişti. Özellikle on dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başında ülkede kölelik, en önemlisi de senetli kölelik revaçtaydı. Neredeyse hiçbir hakka sahip olmayan ve efendileri tarafından alınıp satılan köleler, "adaletsiz kaderi" kabullenmeye zorlanan birer metaydı adeta. Cılız başkaldırıların bastırıldığı ve beyazların siyahlardan üstün görüldüğü bu dönemde, özgürlükten ve adaletten bahsederek geleceğe yön veren bir isim canı pahasına ortaya atılmıştı: Kendisi de köle olarak doğan ve beyaz ABD’lilerin siyahlara bakışının değişmesinde önemli rol oynayan Fredrick Douglass, kaleme aldığı 'Amerikalı Köle Fredrick Douglass’ın Yaşam Öyküsü'nde, hem hayatının dönüm noktalarını hem de hak mücadelesinin, eşitliğin ve kölelerin "kaderi"ne isyan tarihçesindeki yerini anlatıyor.

'KÖLELER MUTSUZ OLDUĞUNDA ŞARKI SÖYLER'

Kanunlara ve beyazların sözlerine göre eşya, yük hayvanı ve menkul bir malken eşitlikten, adaletten ve haktan bahsedip mücadeleye girişen, daha sonraları ABD Kongesi’nde tarihi bir konuşma yaparak kitlelerin dikkatini çeken Douglass, bir özgürlük timsali olarak hâlâ hatırlanıyor.

Otobiyografi için bir önsöz yazan Lloyd Garnizon’ın ifade ettiği gibi Douglass’ın yaşadıkları ve kaleme aldıkları, "bir insanın, başka bir insanın malı haline getirilmesine karşı itirazı, yakarışı ve sitemi" yansıtıyor. Garnizon’ın şu belirlemesi ise 1800’lerdeki durumu özetlediği gibi köleliğin, beyazlar için nasıl sıradan sayıldığını da gösteriyor: "Pek çok kişi köleliğin mahiyetinden o kadar bihaber ki kurbanlarına her gün uygulanan zulümler hakkında ne zaman bir şeyler okusa veya dinlese inanmamakta ısrar ediyor. Kölelerin mülk olarak tutulduğunu inkâr etmiyorlar lakin bu korkunç gerçek, zihinlerinde adaletsizlik ve zorbalığa veya vahşi barbarlığa maruz bırakılmak hakkında hiçbir fikir uyandırmıyor gibi görünüyor."

Wendell Phillips’e göre Douglass’ın yazdıkları bir özgürlük bildirgesi olarak okunabilir: "Kurucu Babaların 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi’ni boyunlarında yağlı urganla imzaladığını söylerler. Siz de kendi özgürlük bildirgenizi etrafınızı saran tehlikeyle yayımlıyorsunuz. Birleşik Devletler Anayasası’nın koruduğu tüm geniş topraklarda, ne kadar dar veya ıssız olursa olsun, kaçak bir kölenin çıkıp ‘güvendeyim’ diyebileceği tek bir nokta dahi yoktur."

Amerikalı Köle Fredrick Douglass’ın Yaşam Öyküsü, Fredrick Douglass, Çevirmen: Selda Arıt, 152 syf., Heretik Yayıncılık, 2023.

Yaşı hakkında bir fikri olmayan ama efendilerin kölelerini cahil tutmak için ellerinden geleni yaptığını bizzat yaşayarak öğrenen Douglass, doğduğu günden itibaren efendi-köle ve beyaz-siyah ilişkisini kendince sorguluyor.

Beyaz bir babanın çocuğu olan ve annesini pek fazla tanımadan büyüyen, efendisinin babası olma ihtimali zihninin bir köşesinde duran Douglass’ın, küçüklüğüne dair hatırladığı şeylerin başında emirler ve kırbaç sesleri geliyor. Bir de efendinin kölelerden esirgediği iyilik.

Pek çok siyah gibi hakları kanunlarla elinden alınarak büyüyen Douglass, efendilerden kâhyalara devredilen şiddete şahit olarak ve bazen bunların mağduru haline gelerek geçiriyor çocukluğunu ve ilkgençliğini. Uzun zaman çok sayıda köle sahibi olan efendilerinin nasıl katılaşıp duygusuzlaştığını da gözlemleyince köleliğe dair ilk izlenimleri ve tecrübeleri, onu düşünmeye ve sonunda özgürlük değil, daimi tutsaklık bulunan çalışma düzenini enikonu sorgulamaya itiyor. Bu zaman dilimindeki "en huzurlu" anları ise daha az kırbaç ve küfürle bitirdiği günler. O döneme ilişkin hatırladığı ve unutmak istediği bir şey daha var: “Köleler en çok mutsuz olduğunda şarkı söyler. Kölenin şarkıları içindeki kederi yansıtır ve acı çeken bir yürek nasıl gözyaşlarıyla ferahlıyorsa o da bu şarkılarla teselli bulur. En azından benim için öyle. Sıklıkla kederimi bastırmak için şarkı söylerim, mutluluğumu ifade etmek için ise nadiren."

Kölelerin kendi aralarında "benim efendim seninkinden daha iyi" diye kavga ettiğini ve her birinin sütre gerisinde efendisini lanetlediğini de gören Douglass, zengin bir kişinin kölesi olmanın övünç kaynağı haline getirildiğini not etmiş otobiyografisinde.

ŞİDDETİN VE CAHİLLİĞİN SIRADANLAŞTIRILMASI

Her halükârda kölelerin suçlandığı ve hiçbir koşulda efendilerin bir kusurunun bulunmadığı düzen, Douglass’ın yaşamının en güzel çağını çalıyor. Suçlanma, mahkum edilme ve cezalandırılma silsilesi içinde, beyazların siyahları insanlıktan çıkardığı bu sistem, kırbacın ve silahın köleyi susturup sindirmesiyle şekilleniyor. Douglass’ın deyişiyle "efendinin köleyi ıslah etmek için" şiddeti sıradanlaştırması demek bu.

Sıradanlaştırılan bir başka şey ise Douglass’ın da başına geldiği üzere, kölenin okuma-yazma dahi bilmemesini de içeren eğitimsiz bırakma. Eğitimin bir köleyi bozacağına ve onu efendisi için değersizleştireceğine dair kanaati Douglass bizzat efendisinden işitiyor. Böylece beyazların, siyahları köleleştirme gücünü nasıl bulduğunu ve kölelikten özgürlüğe gidecek yolun nereden geçtiğini anlıyor. Okuma-yazmasını ilerlettikçe hem kendisinin hem de diğer kölelerin halini çok daha iyi kavrıyor. Bunda, kendisine merhamet gösteren ve vicdanı körelmemiş bir efendiyle karşılaşmasının da payı var. Kendisini geliştirmesi ise efendilerinin boyunduruğundan kurtulup kaçmasında büyük rol oynuyor.

Douglass’ın hayatında, bir insandan köle yapılan zamanlar geride kalıp bir kölenin insanlaşma dönemi başlayınca içinde sönmek üzere olan özgürlük ateşi harlanıyor. Dahası, kendisiyle benzer şeyler yaşayan köle kardeşlerine okuma-yazma öğreterek onların da özgürleşmesini ve hepsinin kendisinin efendisi olmasını sağlamak için harekete geçiyor. Başka bir deyişle Douglass, halinden memnun ve insanlıktan çıkarılmış bir köle olmak yerine, hakları ve özgürlüğü için mücadele etmeye, bunu da ulaşabildiği kadar çok arkadaşına anlatmaya karar vererek tarihteki yerini alıyor.

Douglass, köle olarak doğduğu günden, Eylül 1838’de kaçarak New York’a geldiği ve zincirlerinden kurtulduğu döneme kadar başından geçenleri anlatıyor otobiyografisinde. Bu, aynı zamanda ABD’de köleliğin ve beyazların siyahlara uyguladığı, etkileri günümüze dek uzanan ayrımcılığın tarihinden bir kesit. Öte yandan, Douglass’ın yaşadıkları ve mücadelesi, kölelik karşıtı hareketin itici güçlerinden. Otobiyografiyi bu iki yönü dikkate alarak okumak gerek.