Absürdün normalleşmesi olarak Covid-19 ve hayvan pazarları

Bilmeyenler için söyleyeyim, kökenini Yunancadan almakla beraber zoonotik hastalıklar, hayvandan insana geçen bütün hastalıklar için kullanılan genel bir terim. Zannetmeyin ki bu yeni bir şey, Birleşmiş Milletler'in çevre raporuna göre enfeksiyon hastalıklarının yüzde altmışı hayvanlarla olan sağlıksız etkileşimlerimizin sonucu. Yine Birleşmiş Milletler'in bir raporuna göre her yıl 700 bin kişi zoonotik hastalıklardan hayatını kaybediyor. Rakamlar ciddi, yani bu olay sadece Covid-19 özelinde değil.

Google Haberlere Abone ol

Robin Yetiş*

İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez. -Pisagor

Özellikle Kurban bayramı ve Çin’de her yıl 21 Nisan'da başlayan Yulin Festivali (Her yıl Çin’in Yulin kentinde düzenlenen ve ortalama 10 milyon köpeğin katledildiği ve yerel bir içki olan liçi eşliğinde genelde yahnisi yapılarak servis edildiği, Çin’de Yulin kentinin ciddi nüfus artışı yaşadığı bir dönemdir. Yerel yönetimler sözde desteklemediklerini iddia etseler dahi ciddi bir pazarı olmasından ötürü her yıl uluslararası tepkilere rağmen devam eden festival) ile birlikte normalde sofralarında et de dahil olmak üzere, hayvansal ürünler bulunduran pek çok insan ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden kimi zamansa PETA gibi hayvan özgürleşmesi örgütlerinin imza kampanyalarına destek olarak tepkilerini dile getirirler. Şüphesiz bu haklı bir tepkidir, haklıdır haklı olmasına ama neden bu zamanlarda gündeme gelir? Ucuz oryantalizmi bir kenara bırakalım, benim için dana eti yemek ve çekirge yemek arasında bir fark olmadığı gibi zebra sütü ve inek sütü içmek arasında da bir fark yok. Belki besin değerleri daha farklıdır, aradaki naçizane fark da ondan öteye gitmez. Elbette köpeğin evrim sonucu evcilleşen ilk hayvan olması, insanla kurduğu yakın etkileşimin bunda bir payı vardır ancak buradaki esas mesele ‘’kayıp göndergenin’’ ortadan kalkmasıdır. Buna edebiyatta rastlamamızın eşsiz örneklerinden biri kendi Hristiyanlık felsefesi ve ahlak anlayışı çerçevesinde geliştirdiği vejetaryenliği ile Tolstoy’dur. Tolstoy bir mezbahayı betimlemesi ve mezbahaya neden gittiği sorulduğunda ‘’bizler devekuşu değiliz’’ demesi ile kayıp göndergeyi ortadan kaldırır. Yine edebiyatta kayıp göndergenin ortadan kalktığı durumlardan biri İranlı yazar Sadık Hidayet'in Vejetaryenliğin Faydaları adlı kitabındaki detaylı mezbaha betimlemesi ile karşımıza çıkar. Aslında Sadık Hidayet şu sözüyle bütün olayı özetlemektedir : "Allah'tan, işledikleri toplu kıyım cinayetleri gözden uzak olsun diye mezbahaları şehir dışında kuruyorlar. Mezbaha, iki ayaklı hayvanın icadıdır. Hiçbir yırtıcı ve kan dökücü canlı, yemini bu denli rezilce yemez! İnsan, kurtların ve yeryüzündeki kan dökücü canlıların yüzünü ağartmıştır."

Hidayet burada çok önemli bir noktaya değinir, buna birazdan geleceğiz ama bundan önce kayıp göndergenin edebiyat aracılığıyla işlevsizleştiği bir örneği de Pulitzer ödüllü yazar Upton Sinclair’in Şikago Mezbahaları ile vermek istiyorum. Sinclair bu romanı yazmak için kimliğini gizler ve Şikago mezbahalarına çalışmak için giriş yapar, kitap kayıp göndergenin işlevsizleşmesi açısından önemli olduğu gibi kapitalist üretim ilişkileri, et endüstrisinde harcanan emekçilerin durumlarını teşhir etmesi açısından da özel bir yere sahiptir. Nitekim kitapların herhangi birinden bir alıntı yapmıyorum, malum devekuşları kimi zaman agresif olabiliyor! Sadık Hidayet’in mezbahaların şehirden uzak yerlerde kurulmasıyla ilgili yaptığı vurgu pek yerindedir, bu noktada bu fenomeni feminist-vejeteryan kuram bağlamında teorize edense Carol J. Adams olmuştur. Etin Cinsel Politikası adlı yapıtında Batı kültüründe kadına yönelik şiddetin kültürel imgelerinin üst üste binmesi ve doğa ile bedenin bölümlere ve parçalara ayrılmasının birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini, bir paradigma olarak kesim eyleminin hayvanların yaşama arzusundan entelektüel ve duygusal kopuşu ilan ettiğini ve kesim paradigması ile kesme eyleminin, parçalarına ayırmanın yasallaşması olduğunu iddia eder. Yine Fransız filozof Derrida anlamın inşasında ataerkil söylemin iktidarını kavramsallaştırdığı ‘’phallogocentricism’’ kavramını ‘’öldürmeme’’ ilkesinin çiğnenmesiyle beraber bu kesim paradigmasının meşrulaşması çerçevesinde ‘’carno-phallogocentricism’’ olarak genişletir, yani: Etçil-erkek merkezcilik. Adams’ın kitabına geri dönmek gerekirse, kitap aynı zamanda hayvanın yeme eylemine gelinmeden dil tarafından yok edilmesine dayanır. Bu şüphesiz böyledir, zaten bu meselenin iç bağlantısı tabağımızdakinin bir canlı olduğunun ve hayattan keyif aldığının bilimsel olarak bir gerçek olmasının idraki ile birlikte çözümlenir, hemen akabinde inkar başlar. İnkar ya iç bağıntıyla birlikte sönümlenir ya da eski alışkanlıklar (hatta binlerce yıllık alışkanlıklar!) baskın gelir.Bu durumu psikanalist Jeffrey Moussaieff Mason, Tabağındaki Yüz adlı eserinde yaklaşık yirmi sayfa boyunca irdeler, bireyin vejetaryenlik-veganlık ikilisine karşı çıkışlarını analiz eder.

Gelelim şimdiye. Bahsedip uzun uzun anlatmaya gerek yok, nitekim konunun uzmanı da değilim ama bir pandeminin ortasındayız (ya da başında?). Dünya Covid-19 isimli bir virüsle dalgalanıyor. Artık herkes konuya az buçuk hakim, dolayısıyla korona virüsüyle ilgili okunacak birkaç makale sizleri "zoonotik hastalıklar" ifadesiyle buluşturacak. Bilmeyenler için söyleyeyim, kökenini Yunancadan almakla beraber zoonotik hastalıklar, hayvandan insana geçen bütün hastalıklar için kullanılan genel bir terim. Zannetmeyin ki bu yeni bir şey, Birleşmiş Milletler'in çevre raporuna göre enfeksiyon hastalıklarının yüzde altmışı hayvanlarla olan sağlıksız etkileşimlerimizin sonucu. Yine Birleşmiş Milletler'in bir raporuna göre her yıl 700 bin kişi zoonotik hastalıklardan hayatını kaybediyor. Rakamlar ciddi, yani bu olay sadece Covid-19 özelinde değil. Aslına bakacak olursanız; HIV, SARS, Ebola, avian influenza (kuş gribi), dejenaritif nörolojik bir hastalık olarak Creutzfeldt-Jakob hastalığı, domuz gribi ve daha pek çok diğer hastalık et üretimi ve tüketimiyle bağlantılı olarak gelişen hastalıklar. Ancak pek çoğumuz yabancı basında ‘’ıslak market’’ olarak da geçen canlı hayvan pazarlarını, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve gündemlerimizi alt üst eden bu yeni virüs ile ilk kez duyduk. Virüsün kaynağı zoonotik olsa da kaynağı şüpheli, uzmanlar iki hayvan üzerinde duruyor bir tanesi yarasa öbürü ise bir başka memeli olan pangolin isimli bir hayvan. Kimisi çorbanın içerisindeki bütün yarasayı gördüğünde, kimisi pangolinlerin yakalanma videoları ile kimisi de direkt olarak bu canlı hayvan pazarlarından gelen görüntüler ile şok yaşadı. Çoğunluk ucuz bir oryantalizme başvurarak olayı ‘’yarasa yemenin iğrençliği’’ diyerek hasıraltı etti. Bense bu olayı kayıp göndergenin yerine oturması ve iç bağıntının kavranması açısından, insanın hayvanlar ve bir bütün olarak doğayla olan sıkıntılı ilişkisine gözbağı kaldırıcı bir fenomen olarak bakma taraftarıyım. 2009’da yılında Birleşmiş Milletler'in açıkladığı bir rapor dünya metan gazı salınımında başı çeken endüstrinin hayvancılık endüstrisi olduğunu açıkladı. Şaşırtıcı gelmiş olabilir, o zaman ekleyeyim ABD toplamında kullanılan suyun yarısı hayvancılık endüstrisi tarafından kullanılıyor! Örnekler çoğaltılabilir fakat asıl mesele hastalığın çıkışının hurafelere ve ‘’Asya kültürlerinde garip hayvanlar yeniyor’’, ‘’Adamın birisi yarasa yedi oradan çıktı’’, ‘’Yok, yok yarasa değil pangolin mi ne öyle bir şeymiş’’ gibi basit rastlantılara, bayağı yorumlara indirgeniyor olması, Halbuki çokta yeni değil, yirmi birinci yüzyılın ilk pandemisi domuz gribi bundan sadece on yıl önce gerçekleşmişti. Rastlantıya bakın ki 1918-1920 yılları arasında dünya nüfusunun yaklaşık yüzde on beşini öldüren İspanyol Gribi de H1N1 virüs tipidir, yani domuz gribiyle aynı tür!

Venedik’te kanalda yüzerken görüntülenen denizatı, inanılmaz seviyelerde düşen karbon emisyonları, Hindistan’da nesli tükendiği düşünülen hayvanların sokaklara çıkması, Afrika’dan, Kuzey Amerika’ya sokaklarda cirit atan hayvanların videoları. Ve öte tarafta kümeslerde içerisinde, tıkış tıkış ortamlarda, kendi kanlarının arasında satılan hayvanlar, antibiyotikli yaratıklar, Amazon Ormanı ve Avustralya yangınları, ekolojik talan. Bütün bunlar ne bir rastlantı ne de kaderimiz. Tam şu an PETA yeni bir pandeminin daha canlı hayvan pazarlarından çıkabileceği ile ilgili bir uyarı yazısı ve bunların acilen kapatılmaları için bir imza kampanyası başlatmışken, gerçekler ışığında değerlendirmeler yapmak, bütün bu olanların sistemsel ilişkisini kavramak ve belki de işe kendi mutfağımızdan başlamamızın zamanı artık gelmiştir…

*Öğrenci