Kapitalist sömürü teorisine giriş

Emek gücü diğer metalar gibi değildir. Özel bir metadır. Değer yaratan bir güçtür. Kendisinde olandan daha fazlasını yaratan bir “değer kaynağı”dır. Aslına bakılırsa değer kaynağı falan değildir! Çünkü “değer” derken bütünüyle kapitalist bir “mantık” içinde konuşmuş oluyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Gencer Çakır* [email protected] 

Giriş yazıları yazmak zordur, hele de böyle bir konuda! Ama yine de başlamak lazım bir yerden. Aşağıda kapitalist sömürü teorisine dair geleneksel yaklaşımı özetledikten sonra kısa bir parantez açıp yazımı noktalıyorum. Sömürü gerçekliğini kavrama konusunda bir açıklığa kavuşturma girişimi olarak da okunabilir bu yazı.

BAŞLARKEN

Emek ürünlerinin mübadeleye konu oluşu insanlık tarihi kadar eskidir. Ama emek gücü denen meta her zaman meta değildi. İnsanın zihinsel-bedensel “kapasite”sinin alım-satıma konu olması tarihin belli bir aşamasına özgüdür. Kırsal (köylüler) ve kentsel (zanaatkârlar) emekçilerin çeşitli sebeplerle kendilerini yeniden üretememesi durumu emek gücünün meta olarak alım satıma konu oluşunun toplumsal zeminini verir bize. “Sermaye, ancak, üretim ve geçim araçları sahibinin özgür işçiyi piyasada kendi emek gücünün satıcısı olarak karşısında bulduğu durumda doğar” (Marx, Kapital, I).

Bir meta olarak emek gücü doğanın değil tarihin ürünüdür. İnsanın eli, kolu ve bacakları… şüphesiz doğanın belirlenimi altındadır; ancak bu aynı el, kol ve bacakların meta üretim sürecine katılması ile bedensel biyolojik zamanın sermayenin toplumsal zamanına “iliştirilmesi” çok farklı bir dinamiği ortaya çıkarır.

Emek gücü diğer metalar gibi değildir. Özel bir metadır. Değer yaratan bir güçtür. Kendisinde olandan daha fazlasını yaratan bir “değer kaynağı”dır. Aslına bakılırsa değer kaynağı falan değildir! Çünkü “değer” derken bütünüyle kapitalist bir “mantık” içinde konuşmuş oluyoruz. Çünkü değer, emekçinin bedenini açıp organlarına, damarlarına, et ve kemiklerine bakarak bulabileceğiniz bir gerçeklik değildir. Nasıl ki beyinde nöronlar bir taraftan diğer tarafa doğru hareket ettiğinde “korku” ya da “acı” gibi bir öznel deneyim yaşıyorsak ama korkuyu da acıyı da bedene bakarak bulamıyorsak, benzer şekilde emek gücünün “değer kaynağı” olması da böyle bir şeydir. Kan kandır, kemik kemiktir, damar damardır, nöron nörondur… Ama tüm bunların sermayenin sosyal zamanına tâbi olarak işlemesi bir “zenginlik” (artık değer) yaratır. Ama beden ve bedendeki doku ve hücreler ve nöronlar da değer yarattıklarının “farkında” değillerdir! Biyolojik zaman her daim işlemeye devam eder. Sermaye çağında bu biyolojik zaman sermayenin üretiminin toplumsal zamanına iliştirilir. İç içe geçen ya da üst üste binen iki katman var; biyoloji katmanı ve sosyal katman. Kapitalist sömürünün temelinde bu iki katmanın bir arada oluşu, iç içe geçişi vardır.

ÜCRET

Emek gücü “özel” bir metadır dedik. Ve bu metanın da bir “değeri” olmalıdır. Bu değer nasıl belirlenmektedir? Diğer metalarda olduğu gibi toplumsal bakımdan gerekli emek zaman ile. Ama küçük bir farkla: Emek gücü fizyolojik minimum ile tarihsel-moral maksimum olarak ikili bir belirlenim altındadır. Diğer metalar fizyolojik içerik ile eşitlenir. Ama emek gücü sadece kalori kayıplarının telafi edilmesine dayanan bir (fizyolojik minimum katmanlı) meta değildir. Emek gücü “insan” denen sosyal varlığın bedeninde bulunan bir “güç” olduğu için, ve bu metanın üretimi de insanın fizyolojik-toplumsal yeniden üretimine bağlı olduğu için ikili bir belirlenim altındadır emek gücü.

Her metanın bir piyasa fiyatı olduğu gibi emek gücünün de bir fiyatı vardır. Buna da “ücret” denir.

ÜCRET BELİRLENİMİ

Kapitalist değer yaratım süreci, zorunlu olarak, iki emek zamana ayrılır; ücrete karşılık gelen gerekli emek zaman ile kâra karşılık gelen artık emek zaman. Bu açıdan bakıldığında ücret düzeyi iki sınır arasında salınıp durur: Ücret, artık emek zamanı sıfırlayacak kadar yüksek olamaz (ki bu durumda zaten “değer üretimi” olmaz). “Eğer bir işçinin yaşamının sağlanması için bir tam iş günlük çalışma gerekli olsaydı, sermaye var olamazdı” (Marx, Grundrisse). Diğer yandan ücret emekçinin yeniden üretimi için gereken emek zamanı sıfırlayacak kadar da düşük olamaz.

BELİRLENİMİN KERTELERİ

Sermaye birikimi: Çalışma süresi sabit iken gerekli emek zamanı kısaltacak her şey artık emek zamanda bir artışa neden olur ve bu da “zenginliği” (artık değeri) büyütür. Ya emekçiyi daha yoğun bir tempoda çalıştırırsınız ya da teknolojik yenilik yaparsınız. Her iki durumda da emeğin “verimliliği” yükselir, emekçi için gerekli emek zaman kısalır ve artık değerde bir artış sağlanır. Diğer yandan çalışma süresinin “sabit sürenin” ötesine uzatılması da (artık emek zamanı uzatacağı için) “zenginliği” artırır.

Rekabet: Sermayeler arasındaki kıran kırana rekabet gerekli ve artık emek zamanları üzerinde bir baskı oluşturur. Bu “baskı” emekçi için gerekli emek zamanda bir kısalma kadar artık emek zamanda bir artışı gündeme getirir. Yöntemi ne olursa olsun artık değer üretimini artırmak kapitalist için bir zorunluluktur. Aksi takdirde kapitalist elenir, yok olur. Rekabetin diğer yüzü ise emekçiler arası rekabettir.

Yedek işgücü ordusu: Emekçiler arası rekabet en acımasız şekilde burada kendini gösterir. Yedek işgücü ordusunun büyümesi (işsizlik artışı) aktif işgücü üzerinde ücretler yönünden bir baskı oluşturur. Emek piyasası “esnek” ise yedek işgücü ordusunun büyümesi ücretleri ters yönde etkiler. Ama tersine “katı” bir emek piyasası varsa işsizlik büyüse bile işçiler örgütlü güçlerini kullanarak ücretlerinde bir artış sağlayabilirler.

Sendikal ve siyasal örgütlülük: Sendikal-siyasal örgütlülük yönünden kapitalistleri “ağlatacak” bir güç durumu oluştuğunda işçiler ücretlerde tarihsel-moral düzeyi son sınırlarına kadar zorlayabilirler. “Gülme” sırası işçilerden kapitalistlere geçtiğinde ise bu sefer kapitalistler ücretleri fizyolojik minimuma hatta bunun da altına çekmeye çalışır. “Bölüşüm mücadelesi”nin sınırlarını çizen uluslararası politik durumdur. Militan emek hareketinin inişe geçtiği bir konjonktürde ücretlerin tarihsel-moral seviyeyi zorlayacak kadar yükselmesi sadece istisnai bir durumdur.

SÖMÜRÜNÜN ‘YOK YERİ’

Emekçinin üretim sürecinin hangi aşamasında sömürüldüğü meselesi ampirik değil teorik bir meseledir. Ne demek istiyoruz, biraz açalım:

Kapitalist üretim süreci eş zamanlı işleyen iki sürece bölünmüştür; bir yanda emek süreci diğer yanda da değerlenme süreci. Emek süreci, insan-doğa arasındaki metabolik ilişkidir; değerlenme süreci ise insan-insan arasındaki sosyal ilişkidir. Ama her iki süreç de zaman ve mekân olarak birbirinden ayrı değil, bir arada hatta iç içe gömülüdür!

Kapitalist üretim süreci emek ürünlerinin meta olarak üretildiği “gizemli” bir süreçtir. Şöyle ki, üretim sürecinin çift katmanlı doğasından ötürü emekçinin ürettiği kullanım değerleri Midas dokunuşu misali “altına” yani “metaya” dönüşüverir! Bu dönüşüm meselesi ampirik olarak kanıtlanamaz; bu teorik bir meseledir. Bu şey beyin ve bilinç arasındaki meseleye benzer; nöral aktiviteler ile bilinç arasındaki ilişki gibidir. Nöronları inceleyerek bilinci bulamayız. Benzer şekilde kullanım değerlerini elimize alıp inceleyerek de “değeri” bulamayız! Çünkü değer tekil kullanım değeri içinde olan bir gerçeklik değildir; değer ancak kullanım değerleri arasındaki sosyal ilişkide açığa çıkar.

Gelelim sömürünün “yok yeri” meselesine: Bu çift katmanlı, birbiri içine gömülü tek bir süreç olarak kapitalist üretim süreci her iki zamanın birbirine paralel ya da eş zamanlı işlemesi temeline dayandığı için "Üretim sürecinin hangi aşamasında sömürü vardır acaba?" diye sormak saçma bir soru olacaktır. Çünkü sömürü emek sürecinin her ânında vardır! Benzer şekilde üretim sürecinin her ânında ücret de vardır. Birbirine paralel çizilmiş iki ayrı şerit düşünün. Bunlardan biri siyah diğeri de beyaz olsun. Aynı kalınlık ve aynı boyda birbirine paralel ya da üst üste bindirilmiş iki ayrı şerit; ama tek bir emek zaman var. İşte bu tek emek zaman içinde hem sömürü hem de ücret var! “Sömürü şuradadır” diye noktasal bir yer gösteremiyoruz. Çünkü sömürü, belirli zaman kesitine sıkışmış değildir; sömürü bir süreç olarak üretim sürecinin her yerine yayılmış haldedir.

BİTİRMEDEN BİR PARANTEZ

Buraya kadarki yazılanlar geleneksel sömürü teorisinin kısa bir özetidir. Çünkü üretim birimi olarak imalat ve büyük ölçekli sanayiyi temel alır. Ayrıca yine belirli ve sınırlı bir çalışma süresini (şu kadar saatlik “işgünü”) temel alır. Bu geleneksel sömürü tezi, üretim mekânı ve üretimin sınırlı zamanının dışarısına dair hemen hemen hiçbir şey söylemez. Üretim belirli bir mekân ve zaman ile sınırlanınca ister istemez 'bu mekân ve zamanın dışarısında neler olmakta' sorusu havada kalmaktadır.

Geleneksel sömürü teorisi, saatle ölçülen zaman ve emeğin belli bir mekânda bölünmesini (“iş bölümü”) temel alan bir değer üretimine yaslanır. Oysaki 7-24’lük bir zaman ve mekânda hiç uyumayan bir küresel sistem içinde yaşamakta ve üretmekteyiz. Sömürünün “yok yeri” burada da karşımıza çıkmaktadır: Noktasal bir yer olarak sömürü değil de 7-24’lük bir zaman ve mekâna yayılmış bir sömürü sistemi!

Böylesi bir yaklaşım, “zenginliği” (artık değer) üreten emekçinin çok daha derin ve ağır bir sömürü altında yaşamakta olduğunu gözler önüne serer. Ama gerekli emek zaman emekçi için her zaman sınırlı bir zaman olmak zorundadır! Kısaca açıklayalım:

Sürekli hareket halinde olan 7-24’lük küresel sistemin tek bir “işgünü” zamanına “x” diyelim; ortalama emekçi için gerekli emek zaman da “y” olsun. Şu halde sömürü x-y kadar olacaktır ki aradaki fark geleneksel sömürü teorisinde “saatle hesaplanabilir” farktan çok daha fazladır! Emekçi için gerekli emek zaman her zaman sınırlı olmak zorundadır. Marx’ın da diyebileceği gibi bu süre (yani “y”) bir tam “işgünü” (yani “x”) kadar olsa sermaye asla var olamaz. O halde “y” asla “x” kadar olamaz. Aksi takdirde sömürü olamaz!

Bu yaklaşım bize sömürü meselesini sürekli bir akış ve süreç olarak (zamandan-mekândan bağımsız) kavrama olanağı tanır. Bu şekilde işsizlerin de ev kadınlarının da yaşlı ve çocukların da vb. sürekli hareket halinde olan ve durmaksızın işleyen bir sömürü sistemi içinde yer aldıklarını görebiliriz.

İnsanlar-arası bir ilişki olarak değer söz konusu olduğunda sömürünün “içerisi” ve “dışarısı” artık önemini kaybeder. Geleneksel sömürü teorisinde “zenginlik” (artık değer) üretimi zaman-mekân bağımlıdır. Ve sömürü “içeride” gerçekleşir. Oysaki ilişkisel ve gayri-şahsi bir gerçeklik olarak sermayenin (yani “hareket halindeki değer” olarak sermayenin) üretimi için tek bir zaman (7-24’lük zaman) vardır ve üretim de mekân bağımlı değil, toplumun tamamına yayılmış haldedir.

*Doktora öğrencisi (İktisat)