Üniversitelinin açlık ve yoksullukla talimi

Bir yıl önce medyada yer alan haberlere göre 2017-2018 akademik yılında 408 bin öğrenci üniversite öğrenimini yarıda bıraktı. Üniversite eğitimini yarıda bırakmamak için çalışmak zorunda kalan öğrenciler üniversite çevresindeki kafelerde, restoranlarda garsonluk yapıyor, çağrı merkezlerinde çalışıyor, marketlerde, AVM’lerde tezgahtarlık yapıyor, daha da kötüsü seks işçisi olarak çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü 3. sınıf öğrenicisi Sibel Ünli 20 yaşında yaşamaktan vazgeçti. Bir cümleye sığmayacak kadar büyük bir kaybı, bir çöküntü halini içinde barındıran bu ölüm, bir tarafıyla son birkaç ayda karşılaşılan toplu ölümleri, intihar vakalarını, bunların arkasındaki sosyo-ekonomik koşulları düşündürse de bugün İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin direnişini anlamlandırması açısından da önem taşıyor.

Bir haftadır İstanbul Üniversitesi öğrencileri indirimli öğün sayısının bire indirilmesi ve ikinci öğüne yapılan zam için seslerini duyurmaya çalışıyor. Üniversitenin yaklaşık 75 bin öğrencisinin 59 bini lisans öğrencisi, öğrencilerin geldikleri illere göre baktığımızda yalnızca 7 bin 821 öğrenci İstanbul’dan gelirken, İstanbul Üniversitesi’ne en çok öğrenci gönderen iller sırasıyla Sivas, Trabzon, Malatya, Erzurum ve Gaziantep. Ancak İstanbul Üniversitesi 81 ilden öğrenci barındırıyor, Türkiye’nin yaşam maliyetleri en yüksek olan şehrinde öğrenci okutmak, Anadolu’da sınırlı ekonomik kaynaklara ve istihdam olanaklarına sahip ailelerin sırtına yükleniyor. Bu öğrencilerin barınma, yeme-içme, ulaşım gibi temel giderlerinin dışında kitap ve eğitim araç-gereçlerini almaları, araştırma faaliyetlerinde bulunmaları, üniversite eğitimini tamamlayacak ders dışı sosyal etkinliklere katılmaları da gerekiyor. Oysa biz daha bunları konuşmaya gelemedik, çünkü öğrenciler daha karınlarını doyuramıyor.

ÖĞRENCİ YOKSULLUĞU YAPISAL BİR SORUN

Üniversite öğrencilerinin yoksulluğu yeni bir durum değil, yalnızca İstanbul’a özgü bir durum da değil. 2012 yılında Tokat’ta Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma üniversite öğrencilerinin yoksulluk ve gelecek beklentileri hakkında temsili bir bilgi sunuyor. (1) Farklı profillerden gelen 253 öğrenciyi kapsayan araştırmaya göre öğrencilerin yüzde 59’u göreli yoksulluk sınırının altında kalmaktaydı. Yoksulluk sınırının altında kalan öğrencilerin yüzde 60 kadarı ise geleceğe umutsuz bakmaktaydı. Geleceğe umutlu bakanlar ise üniversite eğitimini mesleki hazırlık olarak gören, bilimsel ve entelektüel gelişim konusunda beklentisi olmayan öğrencilerdi. Bu yaklaşım, her şehre bir üniversite anlayışının bilimsel temellerden ne kadar yoksun olduğunun da bir göstergesidir.

Türkiye’de üniversite öğrencilerine yönelik en kapsamlı profil araştırması 2016 yılında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde yapıldı ve bu araştırmanın bulgularının bir kısmı da 4 Eylül 2019’da Yükseköğretim Kurumu (YÖK) tarafından düzenlenen Gençlik Ruh Sağlığı Çalıştayı'nda açıklandı (2). Araştırma 33 ilde 68 üniversiteden 21 bin 156 öğrenciye iki yüzden fazla soru sorularak yürütülmüş ve önemli büyüklükte bir veri elde edilmiştir. Ancak resmi olarak açıklanan genel değerlendirmelerde araştırmaya katılanların yüzde 46’sı son bir yıl içinde gelir getiren bir işte çalışmış, bunların önemli bir kesimi yarı zamanlı ve düzensiz olarak çalışmıştır. Rapora göre tüm öğrencilerin kişisel gelir dağılımına bakıldığında yüzde 29’unun 201-400 TL, yüzde 46 kadarının 401-1000 TL aralığında bir gelire sahip olduğu ve yüzde 25 kadarının ise bin TL ve üzerinde gelire sahip olduğu görülmektedir. 2016 yılında dört kişilik bir aile için açlık sınırı bin 385 TL, yoksulluk sınırı ise 4 bin 512 TL idi, buna göre öğrencilerin büyük bir çoğunluğu bir önceki araştırma sonuçlarına benzer bir biçimde yoksulluk sınırının altında gelir düzeyinde yaşamaktaydı.

Bir yıl önce medyada yer alan haberlere göre 2017-2018 akademik yılında 408 bin öğrenci üniversite öğrenimini yarıda bıraktı. Üniversite eğitimini yarıda bırakmamak için çalışmak zorunda kalan öğrenciler üniversite çevresindeki kafelerde, restoranlarda garsonluk yapıyor, çağrı merkezlerinde çalışıyor, marketlerde, AVM’lerde tezgahtarlık yapıyor, daha da kötüsü seks işçisi olarak çalışıyor. Bunun dışında anketörlük yapanlar, özel ders verenler, çeviri yapanlar var. Ama ne iş yaparlarsa yapsınlar kayıtdışı ve güvencesiz olarak çalışıyorlar, asgari ücretin altında ücretler alıyorlar, iş sağlığı ve güvenliğine dair hiçbir düzenlemeye tabi olmuyorlar. Bu şekilde belki temel giderlerini karşılayabiliyorlar, hayatta kalıyorlar ama yaşam standartlarının bir bilimsel birikim yaratmaya imkân sağlayacak düzeyde olduğunu söylemek oldukça zor.

İş reklama gelince 200 üniversitemiz var, Almanya’dan daha fazla üniversite öğrencimiz var. Final zamanlarında içinde oturacak yer bulunmayan kütüphanelerde bedava çay, çorba dağıtımı yapılıyor. Rektörler babacan tavırlarla, kendi elleriyle dağıtıyorlar çorbaları, sonra sosyal medya hesaplarından paylaşıyorlar. Sahi Millet Kıraathaneleri ne oldu, orada da bedava çay, kek dağıtılıyordu? Bir de ilk 500 üniversite arasında girme hedefimiz var. Daha en temel ihtiyaçların karşılanması sorununu çözmeden üniversitelerin dünya sıralamasına girmesini beklemek en basit ifadeyle bir vizyonsuzluk göstergesi.

EĞİTİM HAK, KAMUSAL EĞİTİM ŞART

Bu süreçte farklı kesimler bağış çağrısı yaptı, sivil toplum kuruluşlarının burs imkanlarını geliştirmesi gerektiğini dile getirdi. Kurumsal sorumluluğu sivil topluma, hayırseverliğe yüklemenin farklı riskler barındırdığını göz ardı etmemek gerek. Birçok öğrenci, maddi zorluklar nedeniyle cemaat yurtlarına, belli vakıfların burslarına ve bunların gerektirdiği ilişkiler ağına mecbur kaldı. Sivil toplum kuruluşları veya hayırseverler dezavantajlı öğrencilerin bir kesimine kısmi olarak imkân sunsalar da öğrenci yoksulluğuna karşı yapısal bir çözüm sunmaktan uzaktır. Burada mesele öğrencinin günü kurtarması değil, dört yıllık bir lisans eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmayacağına dair bir güvenceyle üniversiteye girmesi ve devam etmesidir. Devlet bu güvenceyi sunamadıktan sonra sivil toplumdan medet ummak gerçekdışıdır.

Benzer bir biçimde üniversite öğrencilerinin ekonomik güvencesini kendi hanelerinin ihtiyacını karşılamakta zorluk çeken ailelere yıkmak da bir başka öngörü yoksunluğudur. Nüfusun yüzde 20’sinden fazlası açlık sınırının altında, yüzde 60’tan fazlası yoksulluk sınırının altında yaşarken hane tüketiminde vazgeçilecek ilk kalemler eğitim ve sağlık olacaktır. Üniversite eğitimini de ailelerin imkanlarına göre belirlemek toplumun tamamını kapsayan eşitsizliklerin öğrenciler arasında da yeniden üretilmesi anlamına geliyor. Parası olanlar çocuklarına sınırsız imkân sunarken, olmayanlar kendi kaderine terk ediyor. Herhangi bir vakıf üniversitesiyle devlet üniversitesinin öğrenci profilini kıyaslamak bile eğitim alanındaki eşitsizliğini seyrini anlamaya yeter.

Üniversite öğrencilerinin içinde bulunduğu yoksulluk ve yoksunluk hali ekonomik bir sorun. Sorun ekonomikse kaynağını da ekonomide aramak gerekiyor. Üniversitelere yönelik kaynak aktarımı artırılabilir, bunun yanı sıra üniversitelerin kaynaklarını ne kadar etkin kullandıkları da denetlenebilir. Örneğin yönetime ayrılan örtülü ödeneğin nasıl kullanıldığı ya da döner sermaye gelirlerinin nasıl değerlendirildiği önemli sorular. Üniversitelerin geliştirme vakıflarının işleyişi, alınan bağışların nerelere aktarıldığı da kaynak meselesinin önemli boyutları arasında. Burs imkanları artırılabilir, öğrencilere kampüste istihdam imkanları yaratılabilir, üniversite-sanayi işbirlikleri için öğrencilere destek önkoşul tutulabilir, teknoparklarda yer alan şirketlere öğrenci istihdamına yönelik kota uygulanabilir.

Anayasal bir hak olarak tanımlanan eğitimin tüm vatandaşlar tarafından eşit bir biçimde erişilebilir olması devlet kurumlarının sorumluluğunda. Eğitimin içeriğinden yaygınlığına, kaynakların kullanımından dış ilişkilere kadar her konuda yetki sahibi olan Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurumu, TÜBİTAK eğitimin erişilebilirliği için üzerine düşeni yapmalı, kaynak paylaşımını etkinleştirmeye yönelik seçenekleri geliştirmeli. Politika yapımından sorumlu ve karar alma mekanizmalarında yetki sahibi olan kurumlar sorumluluklarını yerine getirmek zorunda.

Sibel’e sahip çıkamadık. Kısacık yaşamının değeri içimizdeki sızı ve yüzümüzdeki utanç kadar. Sırf bu utanç yüzünden kalanların yaşam hakkına, yemek hakkına, barınma hakkına sahip çıkmak boynumuzun borcu.

(1) Gürler, Arslan; Doğan, Hasan; Ayyıldız, Bekir; Ayyıldız, Merve; Gürel, Esra. (2012). Üniversite Öğrencilerinde Yoksulluk ve Geleceğe Yönelik Beklentiler (Gaziosmanpaşa Üniversitesi Örneği).

(2) Gençlik Ruh Sağlığı Çalıştayı

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü