Olduğun yere çök molası: 12, 13, 15 yaşındalar

“Başka çaremiz yok. Okula gideceğiz ki bu işten kurtulacağız. Ama bu işi yaparken okula da yetişilmiyor. Nisan ayında, daha son sınavlar olmadan yola çıkıyoruz. Sonbaharda okul açıldıktan bir iki ay sonra ancak eve dönüyoruz. Sonra sınavlara, derslere yetiş bakalım.” Aynur (16), Alaplı/Zonguldak

Google Haberlere Abone ol

Leyla Ezberci*

Hayriye 13 yaşında, Urfa’da yaşıyor. Okula hiç gitmemiş. Fındık işini seviyor ama çadır hayatından nefret ediyor. “Keşke bir evimiz olsa.” diyor sık sık. Açık öğretimden söz ediyoruz, hiç ilgilenmiyor. “Artık okumam, istemem.” diyor. 13 yaşındaki Hayriye okul okumak için yaşının geçtiğini düşünüyor.

Muhammed 14 yaşında, onun ailesi de Urfa’dan geliyor fındık hasadına. İşe gidiş saati sabah 6.30, dönüş ise akşam 6.30. Tam 12 saat tarlada çalışıyor. 55 lira alıyor çalışmasının bedeli olarak, 5 lirası çavuşa, 50 lirası ailesine. Tüm aile 6.30’dan 11’e kadar aralıksız çalışıyor, tam 11’de 15 dakika olduğun yere çök molası var. Evet, olduğun yere çök molası. Öğlen ise bir saat yemek molası var. Öğleden sonra akşama kadar yine bir defa olduğun yere çök molası; tam 15 dakika. Ve akşam paydos.

12 yaşında Yusuf, o da Urfalı. Farklı bir çocuk Yusuf; kararlı, dik ve bir çocuk için fazla net hayata karşı. “Fındık işini temiz ve hızlı yapamadığım için babam hep döverdi beni.” diyor Yusuf. “Öyle hırslandım ki artık kimse bana yetişemiyor.”

20 Kasım, Dünya Çocuk Günü. Aynı zamanda BM Genel Kurulu’nun 1989 tarihinde Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni kabul ettiği gün. Fakat maalesef ‘bir hak ihlali’ olan çocuk işçiliği dünyada ve Türkiye’de hâlâ yaygın bir sorun. Hayriye, Muhammed ve Yusuf gibi 2 milyona yakın çocuğun yaşamlarına derinden etki eden bu olguyla Türkiye uzun süredir mücadele ediyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çocuk işçilikle mücadele etmek ve çocuk işçiliği durdurmak için geçtiğimiz yıllarda ‘Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı’nı hazırladı ve 2018 yılını Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Yılı ilan etti.

“Başka çaremiz yok. Okula gideceğiz ki bu işten kurtulacağız. Ama bu işi yaparken okula da yetişilmiyor. Nisan ayında, daha son sınavlar olmadan yola çıkıyoruz. Sonbaharda okul açıldıktan bir iki ay sonra ancak eve dönüyoruz. Sonra sınavlara, derslere yetiş bakalım.” Aynur (16), Alaplı/Zonguldak

MEVSİMLİK TARIM ALANLARINDA ÇOCUKLAR

Özellikle çocuk işçiliğinin en ağır biçimlerinden biri olan gezici mevsimlik tarım işçiliği, ‘kültürleşen’ sistemi ile de birçok toplumsal sorunu beraberinde getiriyor. Senenin yaklaşık altı ayı göç yolunda olan aileler güvensiz şekilde seyahat ediyor, ağır iş koşullarında çalışıyor. Çalışmayan çocuklar ise günün 12 saati ebeveynsiz bir şekilde çadır alanlarında kalıyor. Eğitim döneminde göç yolunda olan çocuklar hem eğitimden uzak kalıyor hem de sağlık, güvenlik, sosyal faaliyetler ve insani yaşam standartlarına erişemiyor.

Genelde, eğitimsiz kalan çocuk, yetişkinliğe geçişi ile birlikte bildiği tek iş olan mevsimlik tarım işine devam ediyor. Evlenince eşini, çocukları olunca da onları bu döngünün içine çekiyor. Bu nöbetleşe ‘yoksulluk döngüsü’ aileden çocuğa, kuşaktan kuşağa devam ediyor.

Var olan çoğu kaynak ve araştırma, çocuk işçiliğinin başlıca nedenini ‘yoksulluk’ olarak açıklasa da, çocuk işçiliğini anlamak için mutlaka başka gerekçelere de bakmalıyız. Eğitim, farkındalık eksikliği, kültürleşme ve toplumsal normlar gibi konuları bütüncül bir yaklaşımla ele almak şart. Örneğin mevsimlik gezici tarım işçiliğinde, ekonomik olarak ihtiyacı olmasa da bunu normalleştiren, aile geleneği haline getiren ve ele geçen toplu para cazibesi ile çalışmaya gelen aileler ile saha çalışmalarımız sırasında karşılaşıyoruz. Çocuk işçiliğinin yarattığı olumsuz sonuçların farkında olmayan ve “herkes çalışıyor” ibaresini sıkça kullanan ailelere yönelik farkındalık çalışmaları, önemli bir ihtiyaç olmayı sürdürüyor.

Toplumdaki bu gibi kültürel kodlar, çocuk işçiliğinin artışının yanı sıra, kabul görmesine de sebep oluyor. “Biz de çalıştık, ne olacak” cümlesi ile sıkça karşılaşıyoruz. Sanayide, bakkalda, berberde yaşı ne kadar ufak olursa olsun, karşılaştığımız çırakları yadırgamıyoruz. Bu bakış açısı, çocuk emeğini sıradanlaştırıyor ve normalleştiriyor.

ÇADIR ALANLARINDA YAŞAM

Bünyesinde çalıştığım Hayata Destek Derneği ile 2012 yılından bu yana çocuk işçiliğine karşı mücadele ediyor, çocuk işçiliğin çocuklar üzerinde yarattığı olumsuz etkileri azaltmak için çeşitli destek faaliyetleri yürütüyoruz. Bu çerçevede, her yıl ziyaret ettiğimiz mevsimlik tarım sahalarından biri de Zonguldak’ta fındık üretimi yapılan Alaplı bölgesi.

Gözünüzde canlanabilmesi için sıradan bir çadır alanına dair bazı detaylar vermek istiyorum. Fındık hasadında çalışacak aileler çadırlarını köye nazaran aşağıda kalan, köyden izole bir alanda kuruyor. Çadır alanının hemen aşağısından ise zaman zaman kanalizasyon sularının da karıştığı bir dere geçiyor. 70 çadırlık kamp alanında her bir çadırın ortalama nüfusu 6-7 kişi, bazı çadırlarda ise 10 kişiden fazla nüfusun kaldığını görmek mümkün.

Genelde 10 yaş ve üstü çocuklar ile ailenin yetişkinleri günün yaklaşık 12 saati tarlada çalışıyor. 10 yaş altı çocuklar, yaşı ilerlemiş ya da yeni doğum yapmış aile üyeleri de bazen kamp alanında kalarak çadır bekçiliği yapıyor. Çocuklar ya günün on iki saati tarlada çalışıyor ya da günün 12 saati ebeveynsiz bir şekilde çadır alanlarında kalıyor. Çadır alanlarında çok sayıda çadır bekçisi kız çocuğu görmek mümkün. Bu çocuklar bir, iki bazen üç kardeşlerinin tüm bakımından sorumlu oluyor; çamaşır, bulaşık, yemek pişirme gibi sorumlulukları üstleniyor. Yaşları 8-11 arasında değişen çadır bekçisi kız çocukları tarlada çalışır gibi çalışıyor, kardeşlerine annelik yapıyor.

Elektrik, su, kanalizasyon gibi temel ihtiyaçlara erişim kısıtlı. Köyden çekilen elektrik kabloları yerlerde, temasa açık bir şekilde çadırların arasında duruyor. Temiz içme suyu çadır alanının yakınında bulunan camiden çekilen bir hortumla alınıyor. Bu su bazen kesiliyor ve çoğu zaman yetersiz kalıyor. Altyapı olmadığı için bir çukur kazılıp etrafı bezle çevrilen tuvalet alanları hastalıklara davetiye çıkarıyor. Bu açık tuvaletler ve çadır alanının etrafında biriken evsel atıklar yüzünden alan sinek kaynıyor.

Çocukların doğrudan karşı karşıya kaldıkları tüm bu risklerden ötürü, Uluslararası Çalışma Örgütü ‘mevsimlik tarım alanında çocuk işçiliğini’ çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden biri olarak tanımlamaktadır. Çocuk işçiliğinin bireylerin geleceği üzerinde yarattığı yıkıcı etki ise sorunun toplumsal maliyetini dayanılmaz kılıyor.

20 Kasım Dünya Çocuk Günü’nde Hayata Destek Derneği adına tekrar hatırlatmak isterim: Soframıza koyduğumuz domatesten, ayağımıza giydiğimiz ayakkabıya, yediğimiz ekmekten satın aldığımız tekstil ürününe çocuk işçiliği maalesef hâlâ her sektörde yaygın. Bakkalda, fırında, terzide, atölyede karşılaştığınız çıraklar yalnızca buzdağının görünen yüzü, sözünü ettiğimiz yaklaşık 2 milyon çocuk. Çocuklara ithaf edilmiş bu özel gün vesilesiyle bir kez daha tekrarlamak istiyorum; çocuk işçiliği, her yetişkinin koruma, kollama yükümlülüğü olan çocukların haklarının ihlali anlamına gelir ve bu ihlali önlemek için atılması gereken adımların ilki sorunun ayırdında olmaktır. Çünkü bu kıyıcı problemin ortaya çıkardığı kıyıcı etkiyi bilirseniz görmezden gelemezsiniz. Çocukları korumaya önce kendi gündelik hayatımızda, her gün geçtiğimiz sokaklarda gördüğümüz çocuk yüzleriyle, tükettiğimiz ürünlerdeki çocuk emeğini dert edinerek başlamalıyız.

Çünkü Bu İş Çocuk Oyuncağı Değil!

*Viranşehir Hayata Destek Evi Yöneticisi