Adaletle ve masumiyetle

Bir süre önce, birlikte yaşadığımız Acun Öğretmen’in evi, evde olmadığımız bir akşam saatinde siyasi polis tarafından basılmış ve polisler Yüksel direnişinin destekçilerinden Merve Demirel’i ve beni sormuşlardı. Merve aynı gün gözaltına alınmış, 12 günlük gözaltının ardından serbest bırakılmıştı. Bu soruşturmaya benim de dahil olduğumu yakın zaman önce öğrendim. Özcesi bir gözaltı ve tutuklama tehdidiyle karşı karşıyayım.

Google Haberlere Abone ol

Nuriye Gülmen

Direnişin ilk günleriydi. Yüksel’den, eylem alanım olan İnsan Hakları Anıtı'nın önünden gözaltına alınıp Çankaya Emniyeti'ne götürülüyordum. O günlerde işlemler henüz rutinleşmemişti. Saatlerce karakolda bekletiliyor, sonunda ya gözaltı işleminden sonra ya da gözaltı işlemi yapılmadan para cezası kesilerek serbest bırakılıyordum.

Polisler, para cezasını göndermek için adresimi istediler. İşlemi meşru görmediğim için adres vermek istemedim. Sistemde de kayıtlı bir adresim yoktu. Adres vermezsem serbest bırakmayacaklarını söylediler. Sesimi yükselterek söylenmeye başladım: “Ev bark mı bıraktınız ki adresim olsun, ben burada boşuna ‘işimi istiyorum’ eylemi yapmıyorum. İşim yok, evim yok. İlla bir şey yazacağız diyorsanız, Yüksel Caddesi, İnsan Hakları Anıtı önü yazın. İşime geri dönene kadar benim evim orası.” “Öyle adres olmaz, mesken olması lazım” diye diretti polis. Tartışma uzadı. Neden sonra iş çözüldü, serbest bırakıldım.

Birkaç gün sonra avukatım sistemdeki ikamet adresimin “Yüksel Caddesi, İnsan Hakları Anıtı önü” olarak göründüğünü fark etti. Bu, direnişimizin ilk kazanımıydı ve direnişin o zamanki küçük çevresi içinde epey şakaya ve hoş anekdota malzeme olmuştu.

Ertesi gün alana daha sağlam ayaklarla, daha sağlam bir zeminde çıktığımı hatırlıyorum. Ne de olsa, orası benim evimdi.

***

Bu hatıranın üstünden üç yıl geçti. Doğanın ve toplumların en temel kanunu olan değişimin yasaları işledi. KHK’larla işten atmalara karşı sürdürdüğümüz Yüksel direnişimiz farklı evrelerden geçti. Açlık greviyle büyüdü, yeni örgütlülükler yarattı, bazı insanlar gitti, yeni insanlar geldi, ülkede bir sürü yeni adaletsizlik, yeni katliam, yeni yoksulluk, yeni sessizlikler oldu. Bizler de değiştik. Bir tek, işimize hâlâ iade edilmediğimiz, direnmeye devam ettiğimiz ve iktidarın direnişi bitirmek istediği gerçeği değişmedi. Direniş, birbirine bağlı bu iki gerçeklik—KHK’lara karşı direnme irademiz ile iktidarın onu bitirme hevesi—arasındaki savaş biçiminde ve ona bağlı başka biçimlerde sürüyor.

***

İşimize geri dönme talebiyle Semih Özakça ile birlikte yaptığımız açlık grevini sonlandırdıktan sonra tedavim bir süre hastanede, daha sonra da evde sürdü. Üç aylık bir süreçten sonra yanımda bir refakatçi ile dışarıda uzun saatler vakit geçirebilecek duruma geldim. Emin değilim ama sanırım altı, yedi aydan sonra tek başıma dışarı çıkmaya ve toplu taşıma kullanmaya başladım. Halen sağlığıma tam olarak kavuşmuş değilim. Açlık grevinin vücudumda yarattığı tahribata bağlı oluşan rahatsızlıklarımın tedavisi sürüyor.

Açlık grevi süresince, hem tutsaklıkta hem de sonrasında evde, kısmen yatağa bağlı ve—sağlık açısından riskli olduğu için—insanlarla sınırlı ilişki kurarak geçirdiğim uzun süreçten dolayı, sokağa, uzun dost sohbetlerine, gündelik yaşamın olağan seyri içinde yaşanan her şeye hasrettim. Bir süre özlediğim şeyleri yapmakla, gezilerle, dostlara verdiğim sözleri tutmakla geçirdim vaktimi. Aynı süreçte, pek çok ildeki kamu emekçisi dostlarımın söyleşi çağrıları oldu. Bu vesileyle hem gezme, hem açlık grevinde bize destek olan insanlara teşekkür etme ve onlarla söyleşme şansım oldu. Antakya’dan Mersin’e, Tekirdağ’dan İzmir’e, Bartın’dan Eskişehir’e kadar Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen söyleşilere katıldım. Direnişi anlattım.

Açlık grevi sonlandıktan sonra alan eylemimiz sürüyordu—ve hâlâ sürüyor. İlk bir yıl, günde iki kez İnsan Hakları Anıtı önünde yapmak istediğimiz ve gözaltıyla sonuçlanan basın açıklamalarına katılamadım. Ama direniş komitesinin toplantılarına katılıyor, sağlığımın elverdiği her türlü eylem ve etkinliğe katkı sunuyordum. Bir yıldan sonra, aralıklarla alan eylemlerine de çıkmaya başladım.

Bu sürede direniş, temel biçimi olan İnsan Hakları Anıtı önündeki basın açıklaması ve oturma eylemine ek olarak, bir sürü yeni üretime başlamıştı. Yüksel direnişinin öğretmeni Acun Karadağ’ın yönlendiriciliğinde halk okulu şeklinde işleyen Yüksel Okulu dersleri yapmaya başladık. Her hafta güncel ya da direnişi ilgilendiren bir konu belirliyor, tartışıyor veya önceden seçilmiş bir metni okuyor, üstüne sohbet ediyoruz. Direnişlerin Kanalı alt başlığıyla Yüksel TV’yi kurduk. Kendi direnişimizin ve Türkiye’de devam eden diğer tüm direnişlerin sesini duyurmak için internet yayınları yapıyoruz. Direnişler Meclisimizi kurduk ve yakın zaman önce Ankara bürosunu açtık. Meclisimiz, direnişlerin birbiriyle ilişkisini, dayanışmasını güçlendirmeyi ve direnişleri birlikte hareket edebilir hale getirmeyi amaçlayan bir oluşum. Bunu sağlamak için diğer direnişleri ziyaret ediyor, onlarla dayanışma eylemleri yapıyoruz. Meclisimizin KHK’liler için de bir adres olmasını istiyoruz. Bir de iki haftada bir çıkan, direnişin gündemini halka taşımayı amaçlayan Yüksel Gazetemiz var. İnternetten yayımlıyor ve elden dağıtıyoruz.

Biz tüm bunları yaparken, iktidarın direnişimize yönelik saldırıları da hep sürdü. En başta, alan eylemimize izin verilmemesi, her gün işkenceli gözaltılarla direnişçilerin yıldırılmaya çalışılması geliyor. Nazan Bozkurt’un göz kemiği böyle bir saldırı sırasında kırıldı ve kırılan kemiğin yerine protez takılması gerekti. Toplamı milyon lirayı çoktan aşmış olan para cezaları, yapmak istediğimiz tüm etkinliklerin yasaklanması ve belli aralıklarla siyasi şube tarafından gözaltına alınıp tutuklanmaya çalışılmamız bu baskı politikasının görünür sonuçlarından bazıları. En son Aralık 2018’de, benim dışımdaki tüm Yüksel Direnişçilerinin ve diğer bazı KHK direnişçilerinin gözaltına alındığı bir direnişi bitirme operasyonu yapılmıştı. Direnişimizin emektarlarından Sibel Balaç, bu yıldırma operasyonun sonucu olarak hâlâ tutsak.

***

Açlık grevini sonlandırmamdan sonra, bana yönelik saldırılar da bitmedi. Henüz açlık grevinin etkileri vücudumda çok belirginken iki kez keyfi bir şekilde gözaltına alındım. Birinde, polisler tarafından bacağım kırıldı. İçişleri Bakanı, açlık grevi eyleminin bitmesinin üzerinden bir hayli zaman geçmiş olduğu halde, eylemle ve bizimle ilgili karalama açıklamaları yapmaya devam etti.

Yüksel direnişinin üçüncü yılını doldurduğu bugünlerde benim üzerimden yeni bir komployla karşı karşıyayız. Bir süre önce, birlikte yaşadığımız Acun Öğretmen’in evi, evde olmadığımız bir akşam saatinde siyasi polis tarafından basılmış ve polisler Yüksel direnişinin destekçilerinden Merve Demirel’i ve beni sormuşlardı. Merve aynı gün gözaltına alınmış, 12 günlük gözaltının ardından serbest bırakılmıştı. Bu soruşturmaya benim de dahil olduğumu yakın zaman önce öğrendim.

Özcesi bir gözaltı ve tutuklama tehdidiyle karşı karşıyayım.

Albert Camus’nün Doğrular (diğer ismiyle Adiller) adlı tiyatro eserinde, oyun kişilerinden biri bir soru sorar: “Ekmekleri ellerinden çalındığı zaman sığınacak bir adalet de bulamazlarsa yanlarında eğer, neyle hayatta kalacak bu insanlar?” Soru, bugün ve burada sorulmuş kadar günceldir. Diğer oyun kişisi Kalyayev’in cevabı da öyle: “Adaletle ve masumiyetle”. Şimdi biz soralım: Adalet yoksa adaletle nasıl hayatta kalır insan? Ve cevap versin içimizden biri: Düzenin adaleti yerine kendi adaletimizi, egemenlerin bize reva gördükleri yerine kendi masumiyetimizi yeniden ve sürekli inşa ederek. Örgütlenerek ve adaletsizliğe karşı direnerek.

Başka bir çare yok. Bize direnişten başka bir ev, kendi adaletimizden güvenli bir liman yok.

Bu yüzden Yüksel’de olmayı sürdüreceğim. Gözünüz kulağınız orada olsun.

Yine görüşeceğiz.

İçten sevgi ve selamlarımla...