Arjantin bildiğiniz gibi: 2019 Seçimleri

Alberto Fernández’in başkan seçilmesi esasında Peronizm denilen siyasi geleneğe mensup siyasi elitler arasındaki bir ittifakın ve uzlaşmanın ürünü. Peronizm bir yandan geniş halk kesimlerinde çok kuvvetli bir yeri olan siyasal kültürel bir kimlikse diğer yandan da son derece amorf bir yapıya sahip siyasal elitler koalisyonu.

Google Haberlere Abone ol

Mert Arslanalp*

Arjantin’de kural bir kez daha bozulmadı. 1983’teki son demokratik geçişten beri Peronistlerin iktidarı kaybettikten bir dönem sonra iktidara geri gelme kuralı, pazar günü yapılan seçimlerde de bozulmadı. Peronist aday Alberto Fernandez oyların yüzde 48’ini alarak rakibi mevcut başkan merkez-sağcı Mauricio Macri’yi yenilgiye uğrattı ve başkan seçildi. Çok derin ekonomik kriz koşullarında girilen seçimlerde Macri’nin oyları yüzde 40 civarında kaldı.

Bu örüntü Arjantin’in yakın siyasi tarihinden çok aşina. Radikal Parti’den başkan seçilen Raul Alfonsin, bir dönem başkanlık yaptıktan sonra hiperenflasyon koşullarında koltuğunu 1989’da Peronist Carlos Menem’e bırakmıştı. İki dönemlik Menem iktidarından sonra başkan olan Radikal Partili Fernando de la Rúa, Arjantin tarihinin en büyük ekonomik krizi 2001’de patlak verdikten sonra kitlesel protestolar karşısında başkanlık sarayını helikopterle terketmiş, 2003’te yapılan seçimlerde sol-Peronist Nestor Kirchner iktidara gelmişti. Önce Néstor Kirchner, ardından karısı Cristina Fernández Kirchner (CFK) dönemleri, Buenos Aires belediye başkanı ve PRO partisinin lideri Macri’nin başkan seçilmesiyle 2015 yılında sona ermişti.

Macri, Arjantin’i küresel finans piyasalarıyla yeniden entegre ederek enflasyon ve kur oranlarını düşürmeyi ve resesyona giren ekonomiyi uluslararası yatırımlar aracılığıyla yeniden canlandırmayı vaat etti. Kambiyo rejiminin serbestleştirilmesi, faiz oranlarının yükseltilmesi, “akbaba” fonlarla anlaşma ve ardından IMF ile imzalanan borç anlaşmasıyla gelinen yolun sonunda enflasyon yüzde 50’yi, dış borç 150 milyar doları, dolar 50 pesoyu, yoksulluk oranları nüfusun yüzde 30’unu aştı. İşsizlik, kayıt dışı istihdam ve sosyal eşitsizlikler arttı. Enflasyonu dizginleme amacıyla  eğitim dahil kamu harcamalarından kesintiler yapıldı. Bu piyasacı uygulamalarla Macri hükümeti ekonomik hedeflerinin hiçbirine ulaşamadığı gibi CFK’den aldığı tabloyu çok daha kötü bir noktaya taşıdı. Şüphesiz bugün gelinen nokta sadece Macri’nin eseri değil. Macri iktidara geldiğinde Kirchnerler’in uyguladığı ekonomik model değişen uluslararası konjonktürde kendi krizine girmişti. İkili bir kur piyasası ortaya çıkmış, enflasyon yükselişe geçmiş, reel maaşlar enflasyon karşısında erimeye başlamış, sendikalarla iktidar arasındaki ilişki gerginleşmişti. Yolsuzluk iddiaları ise iyice ayyuka çıkmıştı. Peronistler bunun bedelini iktidardan uzaklaşarak kısa vade de ödeseler de halk krizi çok daha derin şekilde Macri’nin başkanlığında yaşadı, aynen iktidarı Menem’den alan de la Rúa'nın durumunda olduğu gibi. Ekonomi politikalarının yanı sıra Macri insan hakları davalarına yeterince destek vermedi. Hatta Macri’nin atadığı iki yüksek yargı mensubu diktatörlük dönemi suçlarından ceza almışların erken tahliyesinin önünü açacak bir karara imza attı. Kriz koşullarında artan protestolara karşı polis şiddetti de artış gösterdi.

Alberto Fernández’in başkan seçilmesi esasında Peronizm denilen siyasi geleneğe mensup siyasi elitler arasındaki bir ittifakın ve uzlaşmanın ürünü. Peronizm bir yandan geniş halk kesimlerinde çok kuvvetli bir yeri olan siyasal kültürel bir kimlikse diğer yandan da ülke sathına yayılan ve ideolojik olarak son derece amorf bir yapıya sahip siyasal elitler koalisyonu.

İçinde bol miktarda sağcı muhafazakar siyasetçi de var, solcu aktivist de. Geçtiğimiz nisan ayında Fernández adaylığını açıklayana kadar genel beklenti, Peronist tabanda popülerliği devam eden eski başkan CFK’nin yeniden başkan adayı olmasıydı. Fakat CFK herkesi şaşırtan bir manevrayla kendisinin başkan yardımcısı, Fernández’in ise başkan adayı olacağını açıkladı. Bunun şaşırtıcı olmasının bir sebebi, Néstor Kirchner’in kabine başkanlığını yapmış Fernández’in CFK’nin ilk döneminde kendisiyle anlaşamayıp, istifa etmiş olması ve CFK’yi özellikle tarım sektörüyle ilgili girdiği kavgadan ötürü eleştirmesiydi. Pragmatik ve merkeze yakın bir siyasetçi olarak bilinen Fernández’in başkan adayı yapılmasında CFK’nin sadece Arjantin toplumunun genelinde değil geniş Peronist taban ve siyasi elitler nezdinde de kutuplaştırıcı etkisi dolayısıyla, 2015 seçimlerinde olduğu gibi, Peronistler’in birden fazla aday ile seçime girme tehlikesi yatıyordu. Macri döneminde CFK’ye yönelik başlatılan yolsuzluk davalarıyla CFK’nin itibarı da zedelenmiş, her ne kadar Senato, senatör olan CFK’nin yargılanmasına izin vermemiş olsa da ikinci bir Macri dönemi CFK için kişisel olarak da tehlike arz ettiği için CFK’nin Fernández’i desteklemeyi kabul ettiğini düşünebiliriz. Fernández’in adaylığı ilan etmesiyle birlikte, 2015 seçimlerine kendi ittifakıyla giren sağ-Peronist Sergio Massa, üçüncü bir kutup oluşturma iddiasındaki Federal Alternatif ittifakından çekilip Fernández’in ittifakına katıldı ve Pazar günkü seçimlerde Buenos Aires listesinden birinci sıradan Temsilciler Meclisine girdi.

Bu ekonomik ve siyasi koşullarda iktidara gelen Fernández’in başkanlığı, her ne kadar Macri’nin amansız neoliberal programından sonra sola kayma teşkil edecek olsa da bunun sınırlı bir kayma olması muhtemel. Zira yüksek dış borçluluk ve enflasyon, kamu harcamaları açısından dar bir manevra alanı bırakıyor. Fernández’in bir yandan dış borçları yeniden yapılandırmaya çalışması diğer yandan kamu harcamaları açısından ihtiyatlı olması bekleniyor. Kirchner’in iktidara geldiği 2003’teki küresel konjonktürün aksine, mevcut küresel düşük büyüme dönemi ve resesyon riski de hem büyümeyi hem de ihracattan gelecek vergi gelirlerinin artışını destekler nitelikte görünmüyor. Bunların yanı sıra ekonomi politikaları açısından hem Arjantin solunun hem Latin Amerika solunun daha yapısal bir tıkanma ile de karşı karşıya olduğu söylenebilir. 2000’lerdeki bölgesel sol dönüşüm çok önemli kazanımlarına rağmen sürdürülebilir bir post-neoliberal ekonomik model geliştiremedi, ülkeden ülkeye radikal ve ılımlı versiyonları farklı tür açmazlarla ve krizlerle karşılaştı. Sağın yeniden iktidara gelişi bu arka planda gerçekleşti. Her ne kadar son birkaç aydır hem seçim kazanımları hem sokak eylemleriyle sağ iktidarlar geriletiliyor olsa da sol parti ve hareketlerin yeni bir neoliberal dalga karşıtlığının ötesinde iktidara gelince geçmiştekinden farklı nasıl bir program uygulayacağı açık değil. Fernández’in yeni bir sol tahayyülün kıtasal önderliğini yapmaktansa makro-ekonomik ihtiyat ile hedeflenmiş sosyal politikaları birleştiren bir çizgiyi izlemeye çalışması daha muhtemel görünüyor. Bu açıdan Fernandez’in sol iktidarı Brezilya’da Lula, Şili’de Sosyalist Parti iktidarlarının uluslararası piyasalarla uyumlu modelinden çok farklılaşmayabilir. Her halükarda kıtanın üçüncü büyük ekonomisi olarak Arjantin’de iktidarın sola geçmesi ABD destekli kıtasal sağ kuşak projesinde önemli bir yarık oluşturacaktır.

Önümüzdeki döneme dair önemli sorulardan biri Peronizm içi siyasi dengelerin nasıl değişeceği. Zira herkesin merak ettiği şey Fernández’in CFK’den ne kadar bağımsız olacağı. CFK’nin kitle desteği Fernández’e karşı elindeki en önemli güç. Bu gücü önümüzdeki dönemde pekiştirecek unsurlardan biri CFK’nin ekonomi bakanı, partinin sol kanadının temsilcilerinden Axel Kicillof’un Pazar günkü seçimlerde seçmenin üçte birinin yaşadığı ve tarihsel olarak Peronist işçi sınıfının kalesi olan Buenos Aires eyaletinin valisi olarak seçilmesi. Bu Kicillof’un Buenos Aires’teki Peronist parti aygıtının başına geçtiği anlamına geliyor. Dolayısıyla her ne kadar Fernández kısa vadede bir Peronist olarak krizden çıkış programı çerçevesinde Peronist sendikal hareket ile Macri hükümetine nazaran daha çok müzakere etme kapasitesine sahip olsa da CFK ile ilişkileri çerçevesinde parti aygıtı tarafından mobilize edilebilecek kitlenin de nefesini her daim ensesinde hissedecektir. Bunun yanı sıra Fernández’in ittifakının Temsilciler Meclisinde azınlıkta olması da Fernández’i hem ittifak içerisindeki Massa gibi sağ-Peronist ağır toplara karşı hem de özellikle milletvekilleri üzerinden güç sahibi olan eyalet valilerine karşı kısa vadede zayıf kılacak bir unsur. Kısacası Arjantin’de bir kez daha siyasetin partiler arasında değil, Peronist hareketin içinde gerçekleşeceği bir döneme giriliyor diyebiliriz. Arjantin halkı açısından önemli noktalardan biri Arjantin’in mobilize halk kesimlerinin ne kadar bu elitler arası manevralarda özerk aktörler olarak kendi taleplerini siyasal alana taşıyabileceği ne kadar bu güç mücadelelerinde ileri sürülen birer araç olarak kalacağı. Arjantin tarihi iki ihtimal için de bol miktarda kanıt sunuyor.

*Doktor Öğretim Üyesi, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü