HDP önündeki annelerin düşündürdükleri

Devlet HDP’yi sorunun bir parçası yahut baş sorumlusu olarak tanımlayıp öcüleştirirken, aynı zamanda istemeyerek de olsa çözümün bir parçası haline getiriyor ve kapısından “yardım umulan” bir odağa dönüştürüyor.

Google Haberlere Abone ol

Yemen Cankan*

İki haftayı aşkın bir süredir Halkların Demokratik Partisi Diyarbakır İl Başkanlığı binası önünde bir eylem yapılageliyor. Hemen hemen herkesin bilgi sahibi olduğu bu eylem özellikle yandaş medya ve basında genişçe yer buluyor ve “evlat nöbeti”, “annelerin eylemi” olarak tanımlanıyor.

Ortadan kaybolan ve dağa çıktığı düşünülen çocuklarının bulunması için HDP önünde oturma eylemi yapan annelerin bu eyleminin devlet oyunu, polis organizasyonu olduğu da muhalif basında sık sık dile getiriliyor.

Öyle ki, aralarında babasına kızıp evden kaçan çocuğu için HDP önünde oturan, Müge Anlı programında arayıp bulamayınca son çare olarak HDP önünde oturan annelerin de olduğu iddiaları bu eylemin bir organizasyon olduğu tespitine dayanak olarak gösteriliyor.

Eylemde yer alan annelerden kaçının çocuğunun dağa çıktığı ya da “çıkarıldığı”, kaçının siyasal olmayan sebeplerle evden kaçtığı konusunda net bir bilgim bulunmuyor.

Fakat her ne sebeple olursa olsun, yapılan bu eyleme bakanların gösterdiği ilgi ve alaka, bir kısım “devlet sanatçısının” katılımı, polisin bu annelere su ve yemek temin edişi gözetildiğinde eylemin en azından başlangıç itibariyle bir organizasyon olduğu söylenebilir.

Bunların hiçbiri olmasa bile, Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi'nin, çocuğu dağda olan aileleri HDP önüne yönlendirdiği yönünde muhalif basında yer alan haberler dikkate alındığında, bu eylemin “sivilliğine” dair net bir kuşkunun doğması son derece normal ve hatta haklıdır.

Osmanlı’da oyun bitmez denir. Oyun oynama kabiliyeti yalnızca Osmanlı’ya mahsus görülemeyeceğine ve her devletin çokça oyun araç gerecine sahip olduğu kestirebileceğine göre Türkiye Cumhuriyeti'nde de oyun bitmez, bitmeyecektir.

Bu halde, evet, HDP il binası önünde yapılan oturma eyleminin devletin becerdiği oyunların bir parçası yahut oyunlarından bir tanesi olduğu söylenebilir. Fakat öyle görünüyor ki, bu eylemin bir oyun, proje, organizasyon olduğu yönündeki tespitler, yaşanan siyasal gelişmeleri tarif etmekte pek bir işimize yaramıyor.

Devlet bu oyunu neden oynuyor? Oynanan bu oyunun olası sonuçları nelerdir? Sorular çoğaltılabilir ama yanıtların aynı oranda çoğaltılamayacağı kanaatindeyim.

Yapılan bu eylem ve yaşanan gelişmeler üzerine bir akıl yürütülürse sanıyorum birçok insan aşağıda naçizane paylaştığım izlenimleri edinmiş olacaktır.

Birincisi devlet çocukları kandırarak dağa kaçırdığını söyleyerek HDP’yi toplumun karşısında bir hedef haline getirmeye çalışıyor. Aynı zamanda HDP’nin PKK ile bir iltisakının bulunduğu karinesinden yola çıkarak dağa çıkışların sorumluluğunu HDP’nin üzerine atıyor. Ve böylelikle yöneticilerini tutuklama, cezalandırma, belediyelerine kayyım atama ve belki de son olarak parti kapatmaya kadar gidecek bir süreci meşru bir zemine oturtmaya çalışıyor.

İkincisi yapmış olduğu bu manevra ile her ne kadar HDP’yi bir hedef haline getirmeye çalışsa da esasında kendi acziyetini ortaya koymuş oluyor. Zira “Fırat kenarında kaybolan koyundan sorumluyuz” diye meydanları inleten devlet yetkililerinin Fırat kenarında “kaybolan” çocukların sorumluluğundan kaçtığı görülüyor. Bu bir yana, dağa çıkan çocuklarınızın sorumlusu HDP’dir diyerek, aslında o çocukların dağa çıkmamalarını yahut dağdan inmelerini sadece HDP’nin sağlayabileceğini de zımnen kabul etmiş oluyor.

Üçüncüsü bu hedef gösterme işinin bir diğer yüzünün aynı zamanda bir muhatap gösterme olduğunu da kaçırmamak gerekiyor. Devletin her ne sebeple olursa olsun annelere “gidin çocuklarınızın akıbetini HDP’ye sorun” türünden bir açıklama yapmış olmasının, HDP’yi hedeften öte bir muhataba dönüştürdüğü inancındayım. Devlet her ne kadar bu saiklerle davranmamış olsa ve bunu istemese dahi HDP il binası önünde oturan annelerin gün geçtikçe devleti değil HDP’yi muhatap alacağını söylemekte bir beis bulunmuyor.

Kısaca devlet HDP’yi sorunun bir parçası yahut baş sorumlusu olarak tanımlayıp öcüleştirirken, aynı zamanda istemeyerek de olsa çözümün bir parçası haline getiriyor ve kapısından “yardım umulan” bir odağa dönüştürüyor.

Bu durum devletin alelacele kalkıştığı bir oyunu, bir psikolojik savaşı, nasıl yüzüne gözüne bulaştırdığını da ortaya koymuş oluyor. Her türden siyasal platformda HDP’yi konu dışı bırakan, muhatap almayan, yok sayan bir devlet aklı gelinen aşamada üzerine sorumluluk yükleyerek, bakanlarını kapısına göndererek HDP’yi toplum nazarında hiç de istemediği bir özneye dönüştürüyor.

Dördüncüsü her gün çıkıp “terörist” sayısını 600’ün altına düşürdüğü iddiasıyla övünen İçişleri Bakanı’nın açıklamalarının pek de gerçekçi olmadığı, yapmış olduğu bu hamleyle devletin “terör” sorununu askeri müdahalelerle çözmekte zorlandığı, çözemeyeceği itiraf edilmiş bulunuyor.

Beşincisi annelerin taleplerinin kabulünün ancak bir barış sürecine karşılık geldiği gözetildiğinde, devlet istemeyerek de olsa HDP’nin barış politikasına katkı sunuyor.

Önümüzdeki süreçte neler yaşanacak merakla bekliyoruz.

*Avukat, İzmir Barosu