Dersim tabelası ve postmodern 'Tunç-Eli' Kanunu

Dersim sadece bir günde; aydınlanmışlıktan derin bir karanlığa gömülmüş, medeniyetsel merdivenin basamaklarından gerisin geri hızla inmiş ve kara deliğe düşmüşçesine çağlar ötesine geri dönmüştü. Yine bu bir günde komünizmden hızla feodalizme geçiş yapmış, yerleşim yerleri anında birer eşkıya yuvasına dönüşmüş ve yöre halkını aşiretler esir almıştı.

Google Haberlere Abone ol

Mehtap Tosun*

Geçtiğimiz günlerde Dersim’in seçilmiş başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu'nun ve seçilmiş Belediye Meclisi'nin oyları ile "Tunceli Belediyesi"nin adının Dersim Belediyesi olması karara bağlanmıştı. “Söz, yetki, karar Dersim halkına” çağrısıyla halk tarafından seçilen bir yapının ve bu slogana belediye başkanlığı makam odasının duvarında büyük harflerle yer vermiş temsiliyetin en doğal hakkı olsa gerek Dersim tabelası. Tabii her Dersim adı gündeme geldiğinde olduğu gibi yine “tunç elleri” atağa geçerek postmodern Tunceli/ Dersim hezeyanını başlattılar. Kimdir bunlar? Bahçeli Devlet, bildiğimiz (bahçesiz) devlet, TKP, ulusalcı cephe adına Soner Yalçın ve Maçoğlu’na kamuoyunda sahip çıkan iki popüler figür: Fatih Portakal ve Gökhan Özoğuz. Tabeladaki Dersim tartışması beni anında 1935 Tunceli Kanunu’na götürdü. Bu kanun ile ilgili Meclis görüşmelerinde, kanun tasarısı Meclise geldiği gibi, yani bir günde ve bir saate bile varmayan zaman içerisinde kabul edilmişti. Kanun görüşmesinde sadece üç ibare yer alıyordu: “Maddeyi kabul edenler…etmeyenler….kabul Edilmiştir.” Bugüne uyarlarsak: Halk iradesinin yani, seçilmiş belediye başkanı ve belediye meclisinin kararı Dersim, ama karşı cephede duranlarınki Tunceli. Peki bu tartışmanın bilindik, beklendik sonu ne oldu ? Tunceli Valisi’nin başvurduğu Erzincan Bölge İdare Mahkemesi'nden (istinaf mahkemesi) istenen karar jet hızıyla geldi ve ad değişikliği için yürütmeyi durdurma kararı alındı. Yani, Tunceli kanunu ikinci kez görüşülmüş ve karara bağlanmış oldu: Kabul edenler…etmeyenler….kabul edilmiştir”.

BU DERSİM SİZE NETTİ?

1845 yılından itibaren çeşitli vilayetlere bağlı bir sancak olan Dersim’in adındaki gerilimin nedeni, tıpkı bugün de olduğu gibi Osmanlı’dan itibaren sürekli bir “sorun”, “mesele” ya da “kriminal vaka” olarak görülmesiydi. Çünkü, ancak Dersim adı ortadan kaldırılırsa Dersim’e hakim olunacaktı. Zamanı bugüne taşıdığımızda Dersim tabelası üzerinden geliştirilen söylemlerin bazılarına bir bakalım:

Atatürkçü Düşünce Derneği: “Tunceli’nin adı değişirse bir gün T.C’nin de aldı değişir. Atatürk ile Tunceli’nin arasına mesafe koymaya kimsenin hakkı yoktur.”

Soner Yalçın: “Etnik yapıları kaşıyıp, insanları kamplaştırarak toplumsal muhalefeti bölme taktiği uygulayan neo-liberalizmin tuzağına düştü!. Belediye kararıyla “Tunceli” adını “Dersim” yaptı… İnsan sormadan edemiyor: Tunceli adı kimileri için neden nefret sembolü? Dersim adı kimileri için neden sevda sembolü? Gerici feodalizme sarılıp, Cumhuriyet ve devrimlerine muhalefet ederek komünist olamazsınız! “(Ünlem)

Fatih Portakal: “Bu mudur? Dersim denilse ne olur? Tunceli denilse ne olur? Yeni ve gereksiz tartışma konusu daha yaratıldı. Bunca sorun arasında, Başkan Fatih Maçoğlu, yeri miydi? Boşa giden enerji!!!” (Yan yana üç ünlem.)

Bu ve bunun gibi söylemleri yan yana dizdiğinizde devlet gücünün taklitçi performanslarını izlemiş oluyorsunuz. Yani yarım kalmış vazife-i temdinin/uygarlaştırıcı görevin, toplum mühendisliğine dayalı aydınlanma projesinin “düş kırıklıklarını” çok net görebilirsiniz. Hele ki o cümle sonlarındaki ünlem işaretleri Dersim’in bir türlü aydınlanma projesiyle ehlileşip ülke ile bütünleşememesine yani sürekli itaat suçu işlediğine ve cezalandırılması gerektiğine yapılan vurguyu simgeliyor. Tıpkı 1938’de olduğu gibi tabela meselesiyle Dersim halkı kültürel bir nüfustan politik bir topluluğa, kent ise politik gereklilikler tarafından kontrol edilmeye çalışılan bir alana dönüştürüldü. Bu durumu Meclis'teki 'Dersim tabelası' tartışmasında, MHP'li Mehmet Taytak’ın, Dersim Belediye Başkanı Maçoğlu'nu 1938'de katledilen dedelerini hatırlatarak tehdit etmesiyle daha net görebiliyoruz:

"Popülizme yenik düşerek bazı çevrelere şirin gözükmek için geçmişi karıştırmaya çalışanların sonu, geçmişte dedelerinin başına gelenlerden çok farklı olmayacaktır. Kendi hayal aleminde Türk devletine başkaldırdığını düşünenlere er ya da geç devletin tunç eli tanıtılacaktır."

Bu tehdit ifadeleri Dersim’e dair bastırılamayan şiddeti, postmodern Tunç-eli kanununu ve 1938 dehşetini açığa çıkarmıştı. Sürekli bir düzenlemenin ve ölçümün parçası haline getirilmek istenen Dersim adı ve kimliği imkanlılık ve imkansızlık durumu olarak bile tahammül dışı bırakılarak, yine yeniden rahat bir vicdanla yok edilmesi gereken bir dile dönüştü.

Tabela tartışması ile ilgili devlet çok sesli korosuna gerilerden katılanlardan bir diğeri ise TKP idi. TKP’nin yaptığı açıklama önemliydi çünkü Fatih Maçoğlu SMF’nin (Sosyalist Meclisler Federasyonu) TKP ile ittifakı üzerinden aday olmuş ve seçilmiş biriydi. TKP-Dersim ilişkisine dair Gazete Duvar’a seçim sonrası yazdığım yazıda değinmiştim, o nedenle burada üzerinde durmayacağım. Ancak o yazıda TKP ve Dersim ilişkisi ile ilgili bir ihtimal umulan ama çok da umutvari olmayan bir öngörüde bulunmuştum. Ama bu ilişkinin bu kadar çabuk çözüleceğini beklemiyordum açıkçası. TKP Dersim tabelası meselesi ile ilgili yaptığı açıklamada genel olarak halkın amansız bir baskıya maruz kalmış olduğunu kabul etmekte ancak halkın iradesiyle şekillenen Dersim tabelasını mahkum etmektedir. Açıklamanın özellikle şu kısmı bu coğrafya ve TKP ilişkisinin kolay kolay maya tutmayacağını gösteriyordu:

"Ciddi bir borç yükü bırakan kayyumdan devralınan bir belediyede bu görev için tek bir saati bile en iyi şekilde değerlendirmek gerekiyorken Türkiye Komünist Partisi açısından tabelanın değiştirilmesinin gündeme gelmesi yersiz olmuştur. Tüm yurttaşlarımızı bu ülkeye atılan en büyük kazıklardan birinin oylandığı 2010 Anayasa referandumunda yüzde 81 gibi bir oyla 'Hayır' diyen, yüz akı bir kenti anlamaya çağırıyoruz."

Bu ifadelere dönük en önemli soru şu olmalı: Dersim tabelasının gündem olmasını “yersiz” bulan bir siyasi partinin Dersim’i nasıl anladığı gayet açıkken, kime nasıl bir çağrı yapabiliyordu? Belki de bir dünyalı olarak yeni keşfettiği bu kıtadan anladığı şuydu: Dersim bütün etnik, dini, kültürel kimliklerinden azade düşünülmelidir, her şeyden öte ülkedeki en muhalif kenttir, bunu her defasında kanıtlamıştır, dolayısıyla komünizmi de hak etmiştir.

Dersim tabelası ile birlikte yukarıda sıralamış olduğum söylemleri göz önünde bulundurarak artık şunları itiraf etmemiz bekleniyor sanırım. Dersim bu tartışmayı yeniden gündeme getirerek sadece bir günde; aydınlanmışlıktan derin bir karanlığa gömülmüş, medeniyetsel merdivenin basamaklarından gerisin geri hızla inmiş ve kara deliğe düşmüşcesine çağlar ötesine geri dönmüştü. Yine bu bir günde komünizmden hızla feodalizme geçiş yapmış, yerleşim yerleri anında birer eşkıya yuvasına dönüşmüş ve yöre halkını aşiretler esir almıştı.

* Dr. Sosyolog