Asteriks 'TOKİ Tanrıları' Sitesi'nde

Uzun zamandır hakkında yazmayı istediğim bir konuydu bu. “Asteriks ve Tanrılar Sitesi”… Yazar Goscinny ve çizer Uderzo “siyasi yazmıyoruz” demiş olsalar da ben bu macerada siyasetin izlerini sürmek istedim. Hatta koskoca bir insanlık tarihinin siyasetinin özetinin izini.

Google Haberlere Abone ol

Ümit Kireççi* – [email protected]

Uzun zamandır hakkında yazmayı istediğim bir konuydu bu. “Asteriks ve Tanrılar Sitesi”… Yazar Goscinny ve çizer Uderzo “siyasi yazmıyoruz” demiş olsalar da ben bu macerada siyasetin izlerini sürmek istedim. Hatta koskoca bir insanlık tarihinin siyasetinin özetinin izini.

TARİHE BAKMADAN TARİHİ ÇİZGİ ROMAN HAKKINDA YAZAMAM

Yazımın asıl derdini aktarabilmem için önce biraz laf uzatacağım. “Yok sen yapmazsın” diyen varsa söyleyeyim “Çok pis yaparım”:

Şimdi, efendim, olay şöyle oluyor:

Sanat eseri, toplumun, sistemin, yönetimin, kaygıların ve beklentilerin sanatçının estetik kaygılarıyla yorumlayarak ortaya koyduğu bir üründür. Sanatçının bakış açısı, ideolojisi, eleştirisi veya desteği bu eserlerde görülebilir. Örneğin; mağara devrindeki resimler o toplumların en önemli ihtiyacı olan “doyma kaygısını” gözler önüne serer. Duvar resimlerindeki av bir macera ve kahramanlık hikayesi olmasının yanı sıra yemeği ve kürk vasıtasıyla kıyafeti ve devamında da çadır olarak barınmayı temsil eder. Bu şekilde de müzikten resme, heykelden tiyatroya, baleden çizgi romana her dönemde, her toplumda, her sistemde eserler sanatçının içinde yaşadığı toplumun bir yönünü yansıtarak var olmuşlardır.

Haliyle Asteriks de bundan pek muaf değildir. Her ne kadar yaratıcıları Goscinny ile Uderzo “biz göçmen çocuğuyuz, çizgilerimizde ideoloji/siyaset yok” dese de bunu inandırıcı bulmak mümkün olmasa gerek.

Sonuç itibariyle Fransa’da III. Cumhuriyet döneminde öne çıkarılan ve Fransa demokrasisinin kaynağı olarak ders kitaplarına kadar yazılan Galya ruhu ve Vercingetorix kavramları her okuyanın bildiği gibi Asteriks’in hemen her sayısında karşımıza çıkmaktadır. Dahası De Gaulle’cü ideolojinin Fransa demokrasisini “direnişçi” olarak tanımlaması da bize çizgi romandaki alt yapıya dair yeterince ip ucu sunuyor gibidir. Bununla birlikte “direniş” çok da büyük bir özgürlük arayışının kilit sözcüğü değil gibidir.

Çünkü her ne kadar Sezar’ı beş dakikada al aşağı edebilecek bir imkana sahip de olsalar Galyalıların harekete geçmiyor oluşu özünde bir iktidara ve yönetime sadık kalma eğilimini gösterir. Bir şekilde “direniş”in sadece dış güçlere olması gerektiği vurgulanır. Sonuçta çizgi roman dizisinde de gördüğümüz üzere Galyalılar işlerine geldiğinde “Biz Romalıyız” diyerek aslında daha çok “muhalif” oldukları izlenimi verirler. Ancak bu muhalefetin ne kadarı sömürgeci bir Fransa’yı hedef alır ne kadarı sadece kendini düşünenlerin romantik söylemidir o tartışmalıdır.

Yine de Asteriksle Galyalılarını tek başına De Gaulle’cü olarak görmek yanlış olur. Çünkü neresinden bakarsak bakalım Asteriks ve avanesi her şekilde romantik bir anti-emperyalist zemin üzerinde ilerlemektedirler.

Ve ama fakat nedir bu anti-emperyalist zemin?

Daha doğrusu nedir karşı çıkılan emperyalist zemin?

Biraz geriye giderek başlayalım. Fazlaca geriye.

Önce tarıma dayalı bir sistemle yürüyor dünya işleri. Buna madenler, demirciler, hayvancılık ve biraz da ticaret destek veriyor. İşte yıllar geçiyor sistem değişiyor ve ticaret daha büyük önem kazanıyor. Ayrıca sömürgecilik sayesinde hammadde artışı yaşanınca ve kölecilik de alıp başını gidince ticaret biraz daha ön plana çıkıyor ve serpiliyor. Yemek, barınma ve örtünme karşılığında çalışan iş gücü köleler sayesinde. Sonra “Tüccar” sınıfının güçlenmesiyle dengeler bozulmaya başlıyor. Toprak ağası ve asaletli sınıf güçten düşmeye başlıyor. Derken “burjuvazi” adı verilen bir kesim ortaya çıkıyor, kralları deviriyor, gücü ele geçiriyor, asillerin terk ettiği her haltı tekeline alıyor ve o saatten sonra bütün dünyanın tanrısı “para” oluveriyor.

Ancak bizi ilgilendiren kısım daha çok tarımla olan ilişkileri. Parayı elinde tutan kesim akıllılık ederek tarıma el atıyor. Kuraklığın ardından zorda kalan çiftçinin toprağını alıyor. Savaştan sonra toprağını işletemeyenlerin topraklarını satın alıyor. Yol geçecek, tren geçecek, maden kazılacak topraklara dair duyum alıyor ve zar zor ayakta kalabilen köylünün elinden alıyor. Derken toprağı işletecek adama ihtiyaç duyuyor ve ne yapıyor? Toprağına konduğu insanları maaşla işe alıyor. Bunun sonucunda da hayatta kalmak için ihtiyaçlarını almak zorunda kalan çalışanına satış yapıyor, maaşın bir bölümünü geri alıyor. Bu şekilde toprak sahibi düşük maaşla çalışan “tüketiciye” dönüştürülüyor.

Ama bu burada durmuyor tabi. Sanayi geliştikçe, yeni buluşlar ortaya çıktıkça şartla zorlaşıveriyor. Topraklara el koyan fırsatçı daha çok para kazanmak için örneğin traktör satın alıyor. Böylece onlarca çalışanına yol veriveriyor. Daha sonra da hasat makinesi alıyor. Onlarcasını daha işten çıkarıveriyor. Böylece hem maaş (veya gündelik) vermekten kurtuluyor hem de onlarca insanın derdiyle uğraşmaktan.

Bunca insan nereye gidiyor dersiniz? Şehre.

Orada da fabrika işçiliği süreci başlıyor. Bu defa da çalışarak ürettiği ürünleri düşük maaşıyla satın almak zorunda kalan işçi kişisi bir başka “tüketici” kişisine dönüşüyor. Üstelik de rezil koşullarda yaşayarak.

Sonra adına “kapitalizm” denilen bu sistem biraz değişiyor ve büyük firmalar arasında dünya çapında rekabetle uyuşma hali alırken “emperyalizme” evriliyor. Böylece de işçisinden köylüsüne, çiftçisinden beyaz yakalısına kadar tüm dünya ne para kazanıyor olursa olsun bildiğin “tüketiciye” dönüşüyor. Öyle de kalıyor. Veya, pardon, her an yükselebilecek, zenginleşebilecek, sınıf atlayabilecek kısaca potansiyel para babası olabilecek geçici fakir olarak tüketiyor.

Zenginleşebilme beklentilerinin yanı sıra akıllı görünmek, güzelleşmek, muhteşem giyinmek, sürekli alışveriş ederek sınıf atlamak gibi farklı beklentilerin de içinde yaşıyor. Bu süreçte de pespembe bir dünya yanılsamasını yaşıyor bu tüketici kişisi. Ne yapıyor bu uğurda? Paraya sahip olabilmek ve yanılsamayı gerçekçi bir yanılsamaya dönüştürmek için bankalara borçlanıyor, yatırımcılara borçlanıyor, okula borçlanıyor, borçlanıyor da borçlanıyor. Bu şekilde de aslında sahip olmadığı ama sahip olduğunu sandığı mülkleriyle inanılmaz bir mutluluk içinde yaşıyor. Veya gün geliyor abuk bir sistemin parçası olarak çöküyor, çözülüyor, yok olup yitiyor. Bunları da hep modern bir dünyada yaşıyor.

İşte Asteriks “Tanrılar Sitesi” bu modern mutluluk yanılsamasının bir sitede oturarak sınıf atlama şansı olabileceği saçma olasılığını irdeliyor.

Lafı uzattım mı? Uzattım! Zaten söylemiştim…

“Yamyamlar ve Krallar” kitabının yazarı antropolog Marvin Harris geçmişten günümüze kültürlerinin sistem değişikleriyle ne hale geldiğini sorgularken “İstediği yerde yüzen, istediği yere yolculuk edebilen, ne dilerse onu giyen ve evini dilediği yere kurabilen insan mı daha özgürdür yoksa modern insan mı?” diye sorar kitabın bir yerinde. Kendi adıma son derece anarşist bir hayat tarzı olmasından dolayı bana cazip geliyor sorunun yanıtı. Ama tabii koşullar sonucu yaşadığım hayatın bununla uyuşmadığını da itiraf etmem gerekir. Peki ya siz? Sizce…

Sorunun yanıtını herkes şöyle bir düşünsün bence. Çünkü bu denkleme katmamız gereken çok şey var. Sınırlar, aidiyet, milliyet, din… Tümünü bir araya getirdiğinizde romantik bir alt yapıya sahip sorunun yanıtı size kolay görünüyor mu bir daha bakın.

Ve sonra Asteriks’i, kuşatma altındaki köyünü, Roma baskısını, yaşam tarzına müdahaleyi, özgürlüğün tanımını, zorunlu değişimi, direnişi, hepsini düşünün.

TOKİ OLAYI VE KURTARILMIŞ BÖLGE OLARAK 'SİTE'

Bir de şunu düşünün: “Şehirleşme neleri yok ediyor?”

Elbette ki yaşam tarzını.

Köyde yaşamaya alışmış ve kendi kendinin efendisi olabilmiş üretken insanın şehirlere göç etmesiyle yaşadığı hüsranı ve aşağılanmayı getirin gözünüzün önüne. Yeni kurallar, mülksüzlük, yoksunluk, yoksulluk, bir bakıma kendi toprağının efendiliğinden şehrin asalağına dönüşmenin getirdiği duygular, hezeyan, yenilmişlik, tükenme, kişiliksizleşme, yok olma…

Bu yaşam tarzının ve bağlantılı olarak kişiliklerin yok olmasının (aslında asimilasyonun) adıdır şehirde yaşamak. Yani en azından sonradan bu şehir dünyasına katılanlar için. Ya da şehir içinde yaşayıp daha da şehirleştirilenlerin.

İstanbul açısından bakalım olaya. Beyoğlu Belediyesi sınırları içinde Tarlabaşı diye bir bölge vardı. Hâlâ var gerçi. Bu bölgede Taksim dokusuna uygun biraz yoksul, biraz bohem, biraz aykırı, biraz marjinal bir yaşam tarzı vardı. Daha sonra o yaşam tarzına uyum sağlamış insanlar oradan kovuldular. Yerine kentsel dönüşüm başladı. Bölge kimliğini yitirdi. Yakında yeni bir kimlikle sunulacak topluma. Peki kovulanlar nerede? Ne yaşadılar? Ne yaşıyorlar? Yaşıyorlar mı?

Geçelim Fatih Belediyesi sınırları içindeki Romanların yaşadığı Sulukuleye. İki-üç katlı binalarda oturan Romanlar (çingeneler) kendilerine özgü bir yaşam alanı içinde yaşarken yine kentsel dönüşüm adı altında kovuldular veya daha kötüsü kutu gibi apartman dairelerine tıkıştırıldılar. Bölgenin dokusu katledildi. Ruhu da yok oldu.

Bu böyle sürdü sürüyor. Fikirtepe ve türevi bölgelerde, hatta birkaç katlı bahçeli evlerin olduğu her yerde ister iktidar eliyle ister mülk sahiplerinin özenmesiyle ister kimi karanlık ellerin veya reklam şirketlerinin ikna yeteneğiyle bu süreç aynen işledi. İnsanlar şu veya bu nedenle sitelere veya apartman dairlerine tıkıştılar. Bu arada da toprakla, hayatla, doğayla, yaşam tarzlarıyla bağlarını hepten kopardılar.

Ki; inanıyorum ki uygarlaşma adına bu adımları onaylayanlar da olacaktır. Haklı da olabilirler. Ama hangi bakış açısına göre haklılar? Kimin adına?

Sonuç olarak bu kentleşmede ve özel siteye taşınmada rol oynayan kilit kavramlar konfor, lüks, güvenlik, AVM, özel bölge, doğal park, spor tesisi olmuş ve muazzam reklamlarla halka sunulmuş. Kişiler ikna edilerek yaşam tarzlarından (çoğunlukla) gönüllü olarak kopmaları sağlanmıştır. Tonlarca para borçlanılarak veya kazanılarak kaybedilenler…

İşte bu sürecin tüm olumsuzlukların hangi tuzaklarla işlediği Goscinny’nin yazdığı Uderzo’nun çizdiği bir macerayla adeta geleceğe uyarı tadında çizilmiş.

İlk kez 1971 yılında yayınlanan Asteriks “Tanrılar Sitesi” (Le Domaine des Dieux) macerasında site mantığı ve şehirleşmenin özgürlük dolu yaşam tarzlarına olumsuz etkileri adım adım ele alınarak geleceğe uyarı olarak iletilmiş. Ama belli ki çok da işe yaramamış…

Galyalı Asteriks'in Maceraları Tanrılar Sitesi, Resimler: Uderzo, Metin: Goscinny, Remzi Kitabevi, 2013, 48 syf.

ASTERİKS VE 'TANRILAR SİTESİ'

Bu macera bir uygarlaştırma projesinin kısa özetidir. Modern şehirleşmeyle tanışmamış köylülerin “barbar” olarak görüldüğü bir uygarlık projesinin.

Asteriks “Tanrılar Sitesi”nin; Stan Lee’nin deyimiyle, “slash page”i yani etkileyici ilk sayfası ikiye bölünmüştür. Üst kısımda bildiğimiz Galya köyünü kuş bakışı görürüz. Deniz kıyısı, kumsal, tarlalar, kayalıklar, köyü besleyen dere, küçük korular, köyü koruyan kütük çit, evler, bahçeler ve ama daha önemlisi köyü çevreleyen dev orman…

Bu bölümdeki yazı kutusunda

• Leziz yabandomuzlarıyla dolu, sık ağaçlı büyük ormanın kenarına gizlenmiş, o hepimizin çok iyi bildiği küçük köy, ilkbaharın sıcak güneşi altında mutlu bir yaşam sürüyordu. Evet, köy sakinleri geleceğe büyük bir iyimserlikle bakıyorlar…

yazıyor.

İkinci karede, alt kısımda ise aynı köyü görürüz. Ancak bu defa kıyıya dev bir liman inşa edilmiştir. Orman yok olmuştur yerine ise kolezyum, apartmanlar, tapınak, hamam ve AVM'leriyle bir Roma şehri vardır. Oraya buraya serpiştirilmiş ağaçlar göze çarpar.

Burada ise

• … ve yanılıyorlardı. Çünkü gelecek belki de böyle olabilirdi!

yazıyor.

Bir sonraki sayfada yaklaşık yarım sayfalık bir karede ilk sayfadaki alt bölümün bir maketten ibaret olduğunu görürüz. Sol yanda Sezar’ın muzaffer bir edayla dikilişi, sağ yanda olayı anlamaya çalışan baygın ve bezgin bakışlı senatörlerin kaçmakla uyumak arasındaki duruşları.

Sezar burada konuklarını ve dolayısıyla da okurlarını bilgilendiriyor. Galya'yı nasıl fethettiğini ancak Galya ruhunun küçük bir köy aracılığıyla ona başkaldırmayı nasıl sürdürdüğünü anlatıyor. Elbette bundan sıkılmıştır:

- Artık karar verdim; onlara bu uygarlığı zorla kabul ettireceğim!

Sonra da günümüzde de sıkça duyduğumuz bir ahmaklığı dile getirir:

- Ormanı ortadan kaldıracağız ve yerine bir DOĞAL PARK yapacağız!

Ve bu sayfanın son karesinde asimilasyonun nasıl işleyeceğini açıklar:

- Sonra da, köyün çevresine Romalıların yaşayacağı binalar dikeceğiz. Böylelikle köy, getireceğimiz Roma kültürünün etkisi altında kentleşecek ve Galyalılar da ya uygarlığımıza ayak uyduracak ya da yok olup gidecek!

Bu karede bir de yazı kutusu eklenmiş:

• Kentlerin köyleşmesi ise çağımıza özgü bir muammadır.

.

Açıkçası İstanbul üzerinden yürütülen köylüleşme eleştirilerini düşününce içim acımadı desem yalan olur. İlk evvela son ifadedeki mizahi eleştirinin kökeni Sanayi Devrimi'ne ve kapitalizmin doğuşuna dayanır. Sonracığıma; gençliğimde ben de eleştirenler arasında olmuşsam da, aslında kentlerin köyleşmesi toprağını kaybeden köylünün itibarsızlaşma, silikleşme ve onurunu kaybetme yolculuğunun tanımıdır. Olaya tek taraflı bakmak bir ara bir TV programında dile getirilen sığ “Iyy, bütün İstanbul lahmacun kokuyor” düzeyinde kalıyor. Tabii olaya diğer taraftan tek taraflı bakmak da Yeşilçam’ın muhafazakâr ve tutucu kesimin yanağını okşayan Orhan Gencebay filmlerine döndürüyor olayı. Açıkçası Almanya’da büyümüş bir gurbetçi işçi ailesinin ferdi olarak olayın her yanını görmüşlüğüm var ki…

Biz Asteriks “Tanrılar Sitesi”ne dönelim…

Bir sonraki sayfada Sezar bu projenin mimarını tanıtır herkese: Mimar Anglais. Gotik İngiliz mimarisine gönderme var gibi görünen bir isim. Bizdeki adı ise Gecekondus.

Gecekondus, birçok apartmanın arabalı sinemanın (pardon, kolezyumun), marketin, kaplıcanın (otelin) mimarıdır. Şimdi de bu projenin başına atanmıştır. Bu projenin adıysa “Tanrılar Sitesi”dir.

- Bu yüzden oraya şu adı vermeyi uygun buldum: “Tanrılar Sitesi”… Bu müşterileri çekecektir.

Bir dünya diktatörü, yandaş mimarı, dine dayalı satış mantığı ve yaşam tarzlarını yok etme projesi…

Bundan sonrasında sayfalar Asteriks ve Obeliks’in mimarla karşılaşması, mimarın dayak yiyişi, Galyalıların ihtiyatlı tedirginlikleri, Romalı komutanın endişesi gibi olayların mizahla yoğrulmuşluğuyla geçer.

- Seni uyarmıştım Gecekondus; bu Galyalılar barbardır, insanların ormanlarında dolaşmasından hoşlanmazlar.

… der tedavi gören mimarın başında duran Yüzbaşı.

- Orası onların ormanı değil Yüzbaşı Patatus! Orası Tanrılar Sitesi’nin inşa edileceği yer! Orman da barbarlar da bitti artık. ORAYA UYGARLIĞI GETİRECEĞİZ! AĞAÇLARI YERLERİNDEN SÖKMEYE başlayacağız artık.

… yanıtını verir başı sargılı mimar.

Derken ağaçlar sökülür köklerinden. Büyücünün yardımıyla tekrar büyürler. Sonra tekrar tekrar tekrar eder bu durum. Mimar köleleri gerekirse öldürene kadar çalıştıracağını söyler hezeyan içinde ağlarken.

Galyalı kahramanlar köleleri kurtarmak için özel iksirlerinden hediye ederler. Ama gelin görün ki işin şekli değişir. Köleler askerleri alt ettikten sonra kaçacaklarına sendikal bir harekette bulunup pazarlık yaparlar. Belli bir ücret ve belli çalışma koşulları kabul edilirse çalışmaya devam edeceklerdir. Kabul edilir, çalışmaya devam ederler.

2015 tarihli uzun metrajlı çizi film uyarlamasında bu sahne hayli efsanevi bir diyaloğa kavuşmuştur:

Yüzbaşı – İş bitince özgür kalacaklarına söz verdim ama buna yetkim yok.

Senatör – Neye söz verdim dedin?

Mimar – Ayrıca maaş ve ev sahibi olma konusunda söz verdi.

Senatör – Ne?

Yüzbaşı – Yoksa savaşmak zorunda kalırdık.

Senatör - Bana bırak. Köleler. Sezar ve Romalıların bana verdiği yetkiye dayanarak senatör Gaius Prospectus olarak sizi azat ediyorum.

Köle – Özgür müyüz?

Senatör – Kesinlikle.

Köle – Size özgür olmanın hoş bir şey olduğunu söyleyebilirim.

Senatör – Evlerinizden çıkmayı da sakın unutmayın.

Köle – Evlerin bizim olduğunu sanıyordum.

Senatör – Bu siz köleyken geçerliydi. Artık ödeme yapmanız gerek. Evlerin haftalık kirası 15 sikke.

Köle – 15 sikke mi?

Senatör – Evet, ama iyi haberlerim de var. İnşaatta çalışacak adam arıyoruz. Haftalık ücret olarak 15 sikke vereceğiz. Kabul ediyor musunuz?

Köle – Tanrım, bu teklif…

Senatör – Mükemmel. (Kölenin ellerini sıkar) Çok akıllısınız. Anglais, çalışanların iş başında değil.

Mimar – Tembel sürüsü! Size ödeyeceğimiz parayı duydunuz! Hemen şantiyeye.

Köle – İYİ DE BU KÖLELİK DEĞİL Mİ?

Yüzbaşı – Yaman biri olduğunuzu kabul etmeliyim.

Senatör – Hayır, ben bir senatörüm.

Evet, herkes girişteki uzun yazıyı hatırladı mı bakalım? Hatırlamayan bir daha bir baksın derim ben.

VEEE MACERA SÜRÜYOR...

Derken Galya köyünde Romalıların işlerini yapması kararı alınır. Böylece Tanrılar Sitesi yok edilen ormanın ortasında yavaş yavaş şekillenerek tamamlanır. İyi ama hangi salak Roma vatandaşı gidip de sürekli huzursuzluk ve çatışma yaşanan bu bölgede yaşamak isteyecektir?

Cezbedici bir tanıtım kampanyasıyla bu iş başlatılır.

İlk hareket taş tablete broşür basılmasıdır:

# “Bir tanrı gibi yaşamak ister misiniz?” diye başlar broşür.

# Kentlerin pis havasından ve çılgın koşuşturmasından uzak doğal parklı bir site.

# Ve burası merkeze çok yakın bir yerdedir.

# Koca işe gider.

# Kadın eve bakar.

# İhtiyaç varsa pazar hemen yanı başındadır. Gider kaliteli köle alır döner hemencik.

# Komşularla buluşulur.

# Okul da vardır sitenin içinde.

# Hamam, spor alanı, romantik huzurlu ortam, arena, eğlence mekanı vardır.

(Bilmem 1971 yılında hazırlanan bu bin yıllık Roma broşürü size neler hatırlatıyor…)

İkinci hareketle devam edelim:

Arenadaki bir oyunda izleyiciler arasında çekiliş yapılır ve talihlinin biri ailesiyle taşınabileceği evine (isteksiz) kavuşur.

Üçüncü hareket:

Artık harekete ihtiyaç yoktur. Birileri koşa koşa mülk satın alır ve evine taşınır.

Bundan sonrası vahşilerin uygarlıkla tanışmasıdır.

TURİZM DENİLEN VAHŞET

Tanrılar Sitesi'ne taşınan konut malikleri AVM inşaatının bitmediğini öğrenince hemen “Şirin yerli” Galya köyüne giderler. Otantik ortam, her şeylerini satmaya hazır cahil egzotik soylu vahşiler ve turizm.

.

Teknik olarak düşmanı oldukları insanların köyüne ellerini kollarını sallayarak giren ev kadınları hemen her macerada “koktukları” için kavgaya sebep olan balıklardan satın alırlar. Hem de Roma'dakinden ucuza.

İşte bu “ucuza” sözü tetikleyici olur. Para kazanmak isteyen köy esnafı; ki aslında sadece balıkçı ve demirciden ibarettir başlangıçta, sürekli zam yaparlar sattıklarına. Bunun yanı sıra “turist kazıklamayı” da öğrenirler. Demirci, Romalı bir kadına “kendi eliyle yaptığı gerçek bir antika kılıç” satar örneğin.

.

Para kazanma hırsı tüm köyü kaplar. Herkes dükkan açar ve aynı malları satmaya başlar. Böylece kapitalizm köye hakim olur ve evrelerin hemen hepsi sıralanır. Tüccarlaşma. Asillere özenen burjuvazinin ortaya çıkışı. Rekabet piyasası. İndirimli satışlar. Tüketiciden çok üretimin olması. Çatışmalar. Müşteri kalmayınca da iflasların gelmesi. Ama neyse ki Asteriks’in planı sayesinde tröstleşmeye ve emperyalizme dek uzanmaz süreç. Yozlaşma geçit bulamaz.

Mimar – Durun! Durun! Burası özel mülktür giremezsiniz!

Girerler!

Ki burada belirtmek isterim, Asteriks’in planı bence son derece basit, tepeden inme ve yavandır. Hani “Deus ex Machina” (Makineden çıkan tanrı) lezzetindedir ve ironik bir şekilde Tanrılar Sitesi'ne de pek yakışır. Ama yalan yok 2015 yapımı uzun metrajlı çizgi film uyarlamasında bu basit plan yeterince genişletilmiş ve daha inandırıcı bir sonuca bağlanmıştır. Açıkçası eseri okuduktan sonra filmi izlemek mesajı anlamak için harika bir yol olabilir benden söylemesi.

Ve, evet, Romalılar kovulur, macera biter.

SONUÇ

Sonuç… Sonuç, b.ktan bir dünyada yaşadığımız gerçeğidir ve bu b.ktan bize uyarı olarak kırk yıl öncesinden anlatılmıştır. Ama biz anlamayarak veya görmezden gelerek bize sunulan saçmalığın içinde yaşayarak anlamlar arıyoruz.

Buna karşın kurgusal düzlemde Galyalılar başlarına bela olanları kovalayabildiler. Bizse vahşi emperyalizmin kucağına her gün biraz daha oturtulurken gıkımız çıkmıyor. Öylece bakıyoruz.

Tükeniyoruz.

Ama yazının konusu kendimize acımak değildi şüphesiz.

Bir çizgi roman sanatı eserindeki göndermelere göz attık hep birlikte. Üstelik “siyasi yazmıyoz biz” diyen sanatçılara inat siyaset okuması yaparak.

Başka… Bu kadar. Çizgi roman sadece çizgi roman değildir. Bu gözle okuduğunuz sürece eserlerden alacağınız keyif artacaktır.

Not: Ülkemizden örnekler verirken amacım ucuz gündem göndermesi yapmak değildi. Amacım sadece sıcağı sıcağına yaşananlar üzerinden metnin anlaşılmasını sağlamaktı. Sonuçta uygarlık ülkemize de geldi. Yapacak bir şey yok.

Kaynakça

Asterix Tanrılar Sitesi – Yazan: Goscinny, çizen: Uderzo, çeviri: O. Kunal ve Ö. Erduran, Remzi Kitabevi, 1998

Asteriks ya da Uygarlığın Işıkları – Nicolas Rouviére, çeviren: İsmail Yerguz, İmge Kitabevi, 2010

Asteriks ve Roma Dünyası – Editör: Kai Brodersen, çeviren: Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, 2002

Sanatta Siyasal Söylem – Doğan Akbulut, Kültür Ajans Yayınları, 2011

Emperyalist Kültür ve Walt Disney – A. Dorfman / A. Mattelart, çeviren: Atilla Aksoy, Gözlem Yayınlar, 1977

Çizgilerle Kapitalizmin Korkunç Tarihi – Rius, çeviren: Nilay Akkurt – Barış Yıldırım, Yordam Kitap, 2014

Hoş Cinayet – Ernest Mandel, çeviren: N. Saraçoğlu, Yazın Yayıncılık, 1985

Kahramanlık Patolojisi – Franco “Bifo” Berardi, çeviren: Nalan Kurunç, Otonom Yayıncılık, 2018

*Araştırmacı-Yazar