Dünyada duvarlar yeniden yükselirken neyi seçeceğiz?

Seçimler insanlara rahatsız oldukları yaşamı değiştirebilme hakkını veriyor. O hakkı da sonuna kadar hiçbir kaygıya ve korkuya kapılmadan kullanmak lazım. Bu durum aynı zamanda demokratik bir ülkeden yana olan her yurttaşın temel sorumluluğudur. AKP’nin zayıflatılması, otoriterliğin ve hukuksuzluğun azalması, demokrasinin geri dönüşüdür demek artık zor olmamalı.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Nuri Özdemir

‘Sınır çizgileri bir kez aşıldı mı,siyasal ve sosyal görünüm değişir.Artık sosyal ve siyasal iklimde farklıdır,sosyal dil de.Yeni gerçekler oluşmuştur.’

Peter Drucker(1991)

Berlin Duvarı yıkıldığında dünyada 3-4 tane duvar vardı.Utanç duvarı olarak anılan bu duvar sadece Almanya halklarını değil sanki dünya halklarını da birbirinden ayıran bir hissiyat yaratmıştı. Ancak bu duvarın yıkımından sonra 70’in üzerinde ülkenin sınırlarını çitlerle ve beton bariyerlerle çevirdiklerini Deniz Ülke Arıboğan’ın ‘DUVAR’adlı kitabından öğreniyoruz. Dünyayı yeniden 'Hobbsçu Korku' sarmış durumda. Özellikle 2010’dan sonra, yıkılan değil inşa edilen duvarların dibinde yaşamak zorunda bırakılıyoruz.

1989’da ‘Tarihin Sonu’ ilan edilirken çok kısa bir süre sonra ‘Medeniyetler Çatışması’ tezi gümbür gümbür geldiğinde, sosyalist blokun yarattığı boşluğun hazzıyla bu tezlere sarılanlar, bu metinlere birer akademik tezden daha fazla anlamlar yüklendiğini öngöremediler. İki tezin kaynağının aynı ülke olması bizlere şaşırtıcı gelmiyordu. Çünkü ‘Amerika özgürlükler ülkesidir’ yalanına biz de inanmıştık. Birinci tez, liberalizmin zaferini ilan ederek duvarın yıkılmasını bir devrim olarak ele almışken, ikinci tez güvenlik odaklı yeni duvarların yeniden inşa edileceğinin kötü habercisiydi.

DUVARLAR, SEÇİM YOLUYLA İNŞA EDİLİYOR

Evet duvarlar yükselirken Türkiye sandığa gidecek. Seçimlerde kaybetme korkusu başlayan iktidar ise dünyadaki negatif gidişatı fırsata çevirme derdine düşmüş. Duvarların her yerde ve her zeminde yeniden inşa edilmesinden yana olan ‘savunmacı ve statükocu’ küme, tarihsel arka plana sahip olan Kürt sorununu da kriminalize edip bu süreçlerle ilişkilendirerek seçimleri kazanmayı planlıyor.

İşte bu atmosferin bir sonucu olarak Yerel seçimlerin yapılmasına az bir süre kala meydanlardaki tansiyonun hiç olmadığı kadar sertleşmesi dünyadaki negatif gidişatın Türkiye’deki yansıması ve bir devamı olarak görülebilir. Daha ürkütücü olan şey toplumsal hıncı besleyen bu siyasal atmosferi hepimizin normal görmeye başlaması. "Ne olacak canım seçimlerde olur böyle şeyler" diyebileceğimiz bir seçim sürecine benzetmek büyük bir yanılgı. İdamın, intikamın, ölümün, savaşın, bekanın ve geniş bir kitle üzerinde orantısız bir şekilde genişleyen tehditlerin havada dolaştığı bir yerel seçim atmosferi ne kadar normal olabilir? Her gün duvar ören siyasetin seçim sonrası bu duvarları yıkması pek de kolay olmayacak. Asıl kaygı verici durum budur.

AKP ADIM ADIM DUVARLARI ÖRDÜ

Dünyada örülen duvarlara paralel bir şekilde Türkiye’de de hem fiziki hem de politik duvarlar AKP eli ile örülmeye devam ediliyor. AKP, 2013-2015 yılları arasında Kürt hareketinin çözüm konusundaki motivasyonunu da arkasına alarak sürdürdüğü barış ve müzakere sürecini, dünyadaki gerilimleri gözeterek kendi iç çelişkilerini ve ülkedeki değişim talebini bastırmak için kullandı. Kamuoyunun yüzde seksen oranında desteğini alan çözüm sürecinin doğru bir adım olmakla birlikte yanlış yürütüldüğünü birçok kesim söylüyor. Ancak muhtemeldir ki AKP lideri ve yöneticileri sürekli yapılan anket ve seçim sonuçlarına bakarak çözüm sürecinin kendilerine yaramadığını, tersine HDP’nin işine yaradığını görünce işler değişti. Başlayan şiddet sarmalından dolayı toplum dört yıldır rahat bir nefes alamaz hale geldi.

Çözüm sürecinin bitişi ile başlayan duvar inşası yerel seçimlerde de örülmeye devam ediliyor. Çözüm sürecinin bitişi ile birlikte AKP, kaos ve milliyetçilikten beslenen, barış sürecinde birbirlerine ağza alınmayacak laflar eden ve ülkenin sağında müstakilleşen milliyetçi parti MHP ile iş tutmaya başladı. Dünyadaki negatif gidişatı ülkenin kronikleşen sorunlarıyla birleştirerek statükocu, savunmacı ve geleneksel siyasetin kodlarına sarılan AKP-MHP blokunun, ülkeyi yönetmenin ötesine geçerek devlete ve topluma özel mülkiyet gözüyle bakmaya başlaması sorunları derinleştiriyor ve elindekini kaybetme kaygısıyla daha da hırçınlaşıyorlar. Bu ruh hali kendilerini normal yollarla siyaset yapmaktan ve siyasi parti karakterinden de uzaklaştırıyor.

Tek elde toplanan yasama, yürütme ve yargıyı hızlandırarak muhalif siyasi partileri korkutarak hizaya çekme, partilerin içine sızma, istihbarat bilgilerini bu partilere karşı seçim malzemesi olarak kullanma ve bu şekilde muhalefeti itibarsızlaştırıp cezalandırarak siyasetten uzaklaştırma çabası artık zıvanadan çıkmış bir hal almaya başladı. 17 yıllık sürekli iktidar hali, ülkeyi genel olarak sağa ve muhafazakârlığa absorbe ettiği için sağın tüm popülist biçimlerini de sahada görmek mümkün.

İNANDIRAMIYOR VE YOLU KAYBEDİYOR

Ancak bu blokun birleşmesini fırsata çevirerek kurulan İYİ Parti'nin sağın ve muhafazakârlığın içinden çıkması ile AKP için dengeler yeniden bozuldu. HDP’nin de bu yürüttüğü stratejiyi de hesaba katarsak iktidarın, bu seçimlerde eskisi kadar rahat olmadığını çok net bir şekilde söyleyebiliriz. AKP’de, "seçimleri her halükarda kazanırım" dediği zamanların özgüveni olmadığı gibi AKP bu özgüvene dayanarak daha önce övünerek yaptıkları birçok hatayı toparlamada da zorlanıyor. Kısacası artık yönetemiyor. Yönetemiyor demekten kasıt seçimleri kaybedeceği anlamına gelmiyor; kazansa bile yönetemez hale geldiği için söylüyorum.

Çünkü artık inandıramıyor. Bir hırka bir lokma ile yola çıkmak ve gelinen noktada gemiler, saraylar ve muazzam bir şatafat ile yola devam etmek, yoksulluk kuyruklarına mahkum edilen halkın, işlerinden hukuksuz bir şekilde atılan emekçilerin, cezaevlerinden evlatlarının cenazelerini bekler hale gelen ailelerin, tecrit altına alınan ve kayyımlarla iradesi gasp edilen Kürt halkının gözünden kaçacak kadar basit şeyler değildir. Yola devam, ama hangi yol? Yol kaldı mı ki? Dinin, hukukun ve birlikte yaşamanın bütün dokusu ile oynayan ve her değeri kendi menfaatlerine malzeme eden bir yol nasıl bir yoldur?

Yoldan çıktıkları gibi onlarla devam etmek istemeyen eski dostların üzerinden kurulan baskı ve otorite ise çaresizliğin en büyük belirtisidir. Sonuçta insanlar sizinle yola devam etmek istemeyebilirler, hiç kimse siz istediğiniz için sizi tercih etmek zorunda değil. Buna karşı yapılacak şey herkesin tercihine saygı duymak iken çok farklı yelpazede birçok toplumsal kesimi her gün televizyonlarda ve meydanlarda aşağılayarak, tehdit ederek terörist ilan etmek bu kadar basit olmamalı. Hele hele terörist ilanları serisi rutin bir hal olmaya başladı. Peki halk ne yapacak? Herkes AKP-MHP siyasetçileri tarafından terörist ilan edilme sırasını mı bekleyecek, yoksa bu irrasyonel gidişata dur demek için başka bir yol mu bulunacak? Bu soruların cevabı yakın zamanda ortaya çıkacak.

HDP'Yİ TERÖRİST İLAN ETMEK DUVARLARI BÜYÜTÜR

AKP, yerel seçim kampanyasının merkezinde HDP’yi terörist ilan edip Cumhur İttifakı'nın oluşturduğu koro halinde bu kampanyayı yürütmektedir. Kürt halkı, AKP HDP'yi her terörist ilan ettiğinde çözüm sürecindeki samimiyetsizliğinin dışa vurumu olarak algılıyor. HDP’yi sahanın dışına iterek saldırı skalasını genişletme ve sürdürme kampanyasına dönüşen sürecin Kürtler tarafından AKP'nin çözüm sürecindeki samimiyetsizliğinin itirafı olarak görülmesi, AKP’yi ne kadar bağlıyor onu bilemeyiz. Ancak bu tarz bir siyasetin sürdürülmesinde ısrar etmenin ülke içinde örülmek istenen duvarları büyütmeye yaradığı gibi AKP'ye de kaybettireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

DUVARLARA KARŞI RADİKAL DEMOKRASİ STRATEJİSİ

HDP’nin kurulduğu günden beri sürdürdüğü stratejinin AKP’yi zorladığı çok açık. 2010 referandumunda alınan ‘boykot’ kararı, yine 7 Haziran seçimlerinde ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız’ gibi topluma farklı seçenekler sunan stratejilerden sonra, yerel seçimlerdeki stratejisi de diğer süreçlerin bir devamı bağlamında siyasete yeni bir soluk kazandırdı. 31 Mart seçimlerinde pratikleşen stratejisinden kaynaklı hizaya gelmemenin cezası ise terörist ilan edilmek oldu.

HDP’nin yerel seçim stratejisi seçimlere damgasını vurmaya devam ederken yakın zamana kadar hem iktidarın temsilcileri hem de ana akım medyanın bileşenleri HDP’yi bölgede sıkışan ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapan bir parti olarak eleştiriyorlardı. "Efendim, HDP, Karadeniz, Marmara, Akdeniz ve Ege’de neden yok?" diye sürekli eleştiriler yapılırdı. Bunlar aslında sonuçları düşünülmeden o zaman HDP’yi küçük göstermek için yapılan ama HDP’nin dikkate aldığı eleştirilerdi. Ancak aynı eleştirileri yapan kesimlerin büyük bir kısmı, 7 Haziran ve sonrasında HDP’nin bölge duvarını aşarak Türkiye’ye yayılması karşısında özellikle 31 Mart yerel seçimlerinde HDP’yi, 7 milyon seçmeni ve aileleriyle birlikte hesaplarsak 15 milyonun üzerinde olan büyük bir nüfusu terörist olarak ilan ettiler.

HDP’ye terörizm yaklaşımı, siyasi kaprislerini ve başarısızlıklarını HDP’nin başarısını kriminalize ederek zevahiri kurtarma çabasıdır. Yani bütün mesele yaratılan bütün zorluklara rağmen HDP’nin ortaya çıkan başarısına olan tahammülsüzlük ile ilgilidir. Şurası çok tehlikelidir: Yukarıda da kısmen değinildiği gibi ‘HDP yi terörist ilan etmek Erdoğan’nın seçim taktiğidir, geçer.’ Buna hep bir ağızdan "Hayır "demeliyiz. Böylesi bir taktik olmaz, taktik dediğimiz istisna olmaktan çıkıp kural haline geldi. Bu doğru değildir. AKP ve Erdoğan'ın adım adım toplumu getirdiği nokta bir siyasi partinin seçimleri alma stratejisini aşan bir karaktere sahip. Haliyle bunu normalleştirmemek gerekiyor.

Peki normal olan nedir? Normal olan HDP’in duvarları yıkarak bölgeden çıkması ve Türkiye siyasetinde önemli bir aktör olduğunu sahada ortaya koymasıdır. Normal olan temsiliyet alanını geliştirerek sadece Kürt sorunu değil, ülkenin birçok sorununa çözüm geliştiren bir programa sahip olması ve tüm zorluklara rağmen demokratik siyasetteki ısrarıdır. Normal olan Türkiye’de HDP’nin istediği parti ile ittifak kurarak seçimlere katılması ve temsil ettiği tabanın siyasette sözünü söylemesidir. Bunun dışında kalan söylemleri geçici ve taktik söylemler olarak değerlendirmek ve bunun normal olduğunu söylemek yanıltıcı bir durum olacağı gibi olası öngörüleri de miyoplaştırmaktadır.

RADİKAL DEMOKRASİ İLE DUVARLARA KARŞI BARIŞ KÖPRÜLERİ

HDP’nin seçim stratejisi AKP’nin yerellerde planladığı oyunları bozduğu gibi HDP’yi bölgeden çıkarıp yeniden bir aktör haline getiriyor. Bu strateji özelikle Batı'da bundan sonra da yapılacak seçimlerde HDP’yi oyun kurucu durumuna getiriyor. Onun için HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin "Mansur Yavaş da bilecek, Ekrem İmamoğlu da bilecek" diye söylediği mesele, sadece güncel seçimlere yönelik bir yorum değil, bilakis Türkiye’nin geleceği bakımından HDP’nin siyasette kalıcı ve belirleyici bir aktör haline geleceğinin en iyi izahıdır.

HDP’nin seçim stratejisi barış ve çözüm sürecini yarıda bırakan AKP’ye karşı başka bir cevap niteliği de taşıyor. AKP lideri Erdoğan’nın Kürt sorunu çözmeyi elinin tersiyle itip bölgede gerilimli bir süreci tırmandırmasına ve 'Ben istersem barış olur' kibrine karşı, HDP’nin bölgeden çıkarak ‘Barışı halklarla yapacağız’ söylemi ile Batı'daki yerel seçimlerde hem seçmenini konsolide etmesi hem de önemli bir aktör olduğunu yeniden hatırlatması tekelleştirilmek istenen ve bundan dolayı tıkanan barış sürecini sözünü ve sözleşmesini başka bir yerden kuruyor. Bu politika Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi bakımından da büyük bir umutlar besliyor.

Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü başta olmak üzere siyasal, sosyal ve ekonomik meselelerin çözümünde HDP Türk siyasi tarihinin önemli bir eşiğinde durmaktadır. Bu siyasete toplum ihtiyaç duymaktadır. Gelinen eşik önemli bir fırsatı halkın önüne bir tercih olarak koyuyor.

2015’ten beri çıplak bir şiddetin kapsamına alınan, tutuklamalar, hukuksuz yargılanmaların yanı sıra çatışmalı sürecin yarattığı toplumsal travmaların da muhatabı olan HDP’nin buna rağmen provokatif siyaseti elinin tersiyle itebilecek kadar bir özgüveni yeniden inşa etmesi, hem yönetici konumunda hem de tabanda bunu başarması çok kıymetlidir. Ötekileştirici, ayrımcı ve travmatik süreçlere rağmen hâlâ tabanını barışçıl, çağdaş, ilerici, yereli ve evrensel bir arada buluşturabilen, dahası siyaseti istismar eden tahriklere ve provokasyonlara gelemeyen ve rasyonel bir perspektiften bakarak sağduyulu siyaseti üreten HDP’nin bu saatten sonra marjinalize edilmesi hiç kimsenin yararına değildir. Özetle, HDP’nin yerel yönetim seçimlerindeki stratejisi ülke içinde inşa edilmek istenen duvarlara verilen en büyük cevap olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle doğru anlaşılması halinde HDP'nin yerel yönetim seçimleri stratejisi, dış dünyanın ve egemenlerin yaratmak istedikleri duvarların ülkenin içinde inşa edilmesine karşı en büyük bariyerdir.

SEÇİMLER İNSANLARA DEĞİŞİM ŞANSINI SUNUYOR

AKP son düzlüğe geçince seçimleri ve siyaseti istismar etmeye devam edecektir. Kendi tabanındaki kararsızları ikna etmek için, muhalefet kesimlerini terörist ilan ettikten sonra seçmenleri beka üzerinden karar vermeye zorlayacaktır.Diğer yandan muhalif kesime oy veren seçmenlere de sandığa gitmemeleri için ‘ne yaparsanız yapın, biz yine kazanırız bu seçimleri’ algısı yaratarak ‘bezdirme politikası’ uygulamaya devam edecektir.

Yaşadığımız negatif ve kötürüm gidişatın etkisi ile toplum, AKP'ye oy vermenin bir risk olduğunu hissetmeye başladı. Bu ihtimal seçim sonuçlarına yansıyıp gerçekleşirse neo-statükocu kesimleri zayıflatabilir. Bu da Türkiye’ye hukukun, demokrasinin ve barışın yeniden geri dönüşünü sağlayabilir ve halklar, topluluklar ve sınıflar arasında örülmek istenen duvarları yıkabilir. Seçimler insanlara rahatsız oldukları yaşamı değiştirebilme hakkını veriyor. O hakkı da sonuna kadar hiçbir kaygıya ve korkuya kapılmadan kullanmak lazım. Bu durum aynı zamanda demokratik bir ülkeden yana olan her yurttaşın temel sorumluluğudur. AKP’nin zayıflatılması, otoriterliğin ve hukuksuzluğun azalması, demokrasinin geri dönüşüdür demek artık zor olmamalı.

Etiketler HDP AKP yerel seçim