Ulusların yoksulluğu: Bir piyasa eleştirisi

Sosyal fayda teorilerini insan doğasına aykırılıkla eleştiren kapitalizm, insanları güneş ışığı görmeden bütün gün havalandırma sistemlerinden nefes almak zorundan bırakan plaza yaşamını insan doğasına pek mi uygun bulmaktadır? Bütün gün masa başında oturulan ya da makine başında ayakta durulan üretim ve hizmet sektörünün dayattığı hayat mı insan doğasına uygun olan?

Google Haberlere Abone ol

Görkem Güven*

Adam Smith birey ve toplum arasında bağ kurmaya çalışan ilk düşünür değildi şüphesiz ancak toplum ve birey ilişkisinin ekonomik yansımalarını, insan eylemleri üzerine düşüren ilk isimlerden biri olmuştur. Smith’e göre her birey kendi çıkarları peşinde koşarken, katkıda bulunmaya niyetleneceğinden çok daha etkin olarak topluma katkıda bulunur. Kısacası herkes kendisi için en iyi olanı seçerse, bu bireylerin oluşturduğu toplum da kaçınılmaz bir şekilde kendisi için en iyi olana yönelecektir. Yani herkesin kendi bireysel yararını maksimize etmesi, sosyal yararı maksimize edecektir. Buna göre herkesin bencil olduğu bir toplumda uyum, dışarıdan bir müdahaleye gereksinim duyulmadan sağlanacaktır. Fakat ne acıdır ki Smith’in bu toplumsal uyumu kendiliğinden sağlayan görünmez eli, piyasa ilişkileridir.

Şimdi konuya farklı bir açıdan yaklaşalım. Her birey kendisi için en iyi olanı değil de başkaları için optimum olanı seçerse ve bunu bilinç altında istemsizce kurduğu bir oyun teorisi ile değil de, sırf insan olmanın bilincine vardığı için yaparsa, toplumsal uyum kendiliğinden sağlanmaz mı?

İnsanın başkalarından yola çıkarak vardığı her nokta, düşünce dünyasında ütopik olmakla eleştirildi. Fakat burada kastedilen başkası için neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermek değil, kendimizin başkaları için neler yapabileceğine karar vermek ve bu muktedir olduğumuz şeylerin içinde bizim için de en idealinin hangisi olduğunu belirlemek.

Smith’e göre insan doğası tüm iddialarımızın öncülü olmalıdır. İnsan benliği ve doğa kanunları beşeri tespitlerimizle çatışıyorsa bu nihai amacın asla gerçekleşmeyeceğinin ilk işareti sayılabilir. Fiziksel evrimin uzun zaman önce sonlandığını düşünürsek, insanlığın evrimsel süreçteki yolculuğunun geri kalan kısmının, kendi tabiatı ile mücadele olacağı düşünülebilir. Ancak nasıl ki fiziksel evrim insan çabalarının bir ürünü olmayıp farkında bile olmadan yürüdüğümüz yeryüzü yolunda kendiliğinden gerçekleşmişse ve bu süreç onu yaşayanların farkına bile varamayacakları kadar yavaş ilerlemişse zihinsel dönüşümümüz de bundan farklı olmayacaktır. O halde insan doğasıyla savaşmak ya da ilkel benliği göz ardı etmek yerine onun kölesi olmadan zihnimizin efendisi olmayı seçmek en iyi yol olacaktır. Öte yandan, başkasının da menfaatlerini düşünerek karar alma eylemi, insan doğasına aykırı olmakla itham edilmekte, fakat halihazırda doğamıza ne kadar aykırı bir şekilde yaşadığımız göz ardı edilmektedir. Sosyal fayda teorilerini insan doğasına aykırılıkla eleştiren kapitalizm, insanları güneş ışığı görmeden bütün gün havalandırma sistemlerinden nefes almak zorundan bırakan plaza yaşamını insan doğasına pek mi uygun bulmaktadır? Bütün gün masa başında oturulan ya da makine başında ayakta durulan üretim ve hizmet sektörünün dayattığı hayat mı insan doğasına uygun olan? Yedi yüz bin yıllık klan yaşamının sosyalleştirdiği insanı, modern yaşam formu adı altında yalnızlaştıran düzen mi insan doğasına hitap ediyor? Sağ olsun piyasa ekonomisi, insanoğlunun ne kadar adaptif bir yapısı olduğunu, şartlara nasıl kolaylıkla uyum sağladığını bize göstermiştir. İnsan tabiatına böylesine aykırı bir yaşam formu sunan beyaz yakalı yaşamlar gençlerimizin hayallerini süsler hale gelmişse, başkaları için bir şeyler yapma dürtüsü çok daha eski ve “tabiat”a uygun bir istenç olarak rahatlıkla düşün ve eylem dünyamıza yerleşebilir.

Birbirleri ile rekabet eden iki modern birey düşünelim. Bu iki bireyi karşı karşıya getiren bir iş var ortada. Aktörlerimizden biri tüm kazanımı tek başına aldığında faydası 10 birim, ötekinin (tümüyle yok sayıldığı için) sıfır birim olurken; bu işi almaya muktedir kişinin kapsayıcı yaklaşımları sayesinde birinin faydası 9 ötekinin 2 olabilir. Böylece toplumsal kazanım 10’dan 11’e yükselecektir. Bireylerin iktisadi kaynakları bölüşürken; düşük gelir grubunda daha yüksek marjinal fayda elde ettiklerini göz önünde bulundurarak eşitlikçi bir dağılımın en yüksek toplumsal faydaya ulaştıracağı gerçeğini unutmamak gerekir. Fakat bu paylaşım denkleminde pastayı bölüştürenin devlet değil bizzat fırıncı olması, pastanın devamlılığını sağlar. Ne devlet sosyal bir gaspçı haline gelir ne de fırıncı pasta yapma iştahını kaybeder.

İnsan kendisi için bir şeyler isterken aynı samimiyetle başkasının mutluluğu ve refahı içinde talep eder ve emek harcar mı? İnsan doğası tartışmalarının köklerine ve sosyo-psikolojik teorilere inmek yerine daha pratik tahliller yapmak bizi çözüme daha çok yaklaştıracaktır. Smith’in herkesin kendisi için en iyi olanı isteme noktasına tekrar dönecek olursak; Smith bir taraftan insanlara içten içe bencilliği öğütlerken, sosyal kazanımı maksimize edecek olan bu bencilliğin aslında toplumsal bir çözülmeyi beraberinde getirdiğini görecek kadar uzun yaşayamamıştır. Günümüzde bireyin aldığı ekonomik kararların yarattığı sosyal açmaz temelde iki nedene dayanmaktadır. Birincisi, düşerken ötekini de aşağı çekme hırsını da farkında olmadan takdir eden düşünce yapısı; ikicisi herkesin kendisi için en iyi olanı seçmekteki bencilliğinin yaratacağı çıkar çatışmaları. İlk noktada tamamen kendisine odaklanmış olan insanın düşüşe geçtiği anda sırf standartların, kıyas ölçütlerinin, nirengi noktalarının kısaca duvarların alçalması için ya da ileride toparlanma sürecinde olası rakiplerinin de zarar görmesi adına başkalarına zarar verme tutkusuna işaret edilmektedir. İkinci problem ise bencilce kendisine odaklanan insanların yaşayacağı çıkar çatışmalarıdır. Özellikle de günümüzdeki gibi rekabetçi toplumlarda bireylerin ekonomik kazanımlarında çoğu zaman kendilerinden daha yüksek etki gücüne sahip olan değişken “ötekiler”dir. Bu realite insanları sürekli karşı karşıya getirmektedir ve çoğunlukla birinin en iyisi, ötekinin en kötüsü olmaktadır. En iyiler en kötüleri konpanse etmekte, bize gösterilen yer en iyiler olduğu için zihnimizde her ne kadar pozitif bir izlenim oluşsa da büyük toplamda -1+1=0’a ulaşılmaktadır. Bu iki açmaz nedeniyle Smith’in bireye tembih ettiği ekonomik pozisyonun toplumu hiçbir şekilde en iyiye götüremez; aksine davranışsal açıdan çok daha materyalist ve saldırgan bir toplum yaratır.

Sonuç olarak Smith’in ötekileştiren ve bencilleştiren teorisi yerine, insancıl bir pratik çok daha yüksek bir sosyal bir kazanıma ulaştıracaktır. Bireyin sadece kendisi için değil öteki için de en iyisini düşünerek hareket etmesi ve bunun gelecek nesillere davranışsal bir miras olarak aktarılması bugün içinden çıkamadığımız birçok toplumsal ve ekonomik sorunun çözümü olacaktır.

*Finansal Risk Yönetimi ve İç Denetim Uzmanı