Yakılmadan okumanız gereken 25 Türkçe kitap

Ateşe verilmeden evvel okumanız için yirmi beş Türkçe kitap önereceğim ki umarım, bu yalnızca benim tarihsel paranoyamdır ve yalnızca benim tarihsel paranoyam olarak da kalacaktır. Bu konuda yanılmaktan asla gocunmayacağım. Ve yine elzemdir ki belirteyim; amacım tarihi çağırmak değil, düpedüz bir kaygıyı bölüşmektir. Öyleyse buyurunuz…

Google Haberlere Abone ol

Hamza Celâleddin/[email protected]

Tarih boyunca; insansoyu iktidarları, muhalifleri ile evvelâ “bedensel” bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu bedensel mücadeleden muhalif olanların galip çıkması neredeyse imkânsızdır; zirâ iktidar, kendisinden pay almak isteyen milyonlarca bedeni hiç koşulsuz kendi bünyesine ekleyerek “semirir” ve önüne gelen her şeyi yıkabilecek devcileyin bir maddî güce dönüşür. Lâkin elbette mücadele bununla sınırla kalmaz; iktidar, bu dehşetengiz bedensel semirmeyi psikolojik olarak da perçinlemek, bedensel hükmünü zihinsel olarak da kanıtlamak durumundadır. Çünkü madden yenik olmasına rağmen hâlen “umutvâr” bir beden, iktidarın korkularını daima dinç, paranoyasını ise tetikte tutar. Bu “tehlikeli” umudun ortadan kaldırılması içinse iktidar, tüm görünür ve görünmez aygıtlarını seferber edecektir (diyelim ki; medya araçları, hapishânelerin ve tımarhânelerin stratejik kullanımları, her an ve her şekilde ölebileceğine dair bir duygudurumun tesisi adına muhtelif olaylar dizisi). Bu psikolojik mücadele, bedensel mücadeleye nazaran daha uzun sürebilir lâkin iktidar sahiplerinin hırsının sonsuzluğu ve kararlılığı, bu mücadeleyi iktidar lehine er ya da geç neticelendirecektir. Nihayet iktidar, gerek bedensel gerekse psikolojik durumda ezici üstünlüğü ele geçirir. Fakat onlar hesabına sevinmek ve rahat bir nefes almak için hâlen erkendir: Bugünün tüm gücünü elinde bulunduran iktidar, bu gücün ilanihaye ve daha şüphesiz olarak kendinde ya da kendilerinde kalacağına emin olmak isteyecektir − bu arzu ise iktidarı, en zayıf olduğu alanda mücadele etmeye sürükler: Kültürel ve entelektüel egemenlik alanında…

Gel gelelim; insansoyu iktidarı, konu kültürel ve entelektüel konumlanış olduğunda, klâsik baskı aygıtlarını kullanarak bu mücadeleden de üstün çıkabileceği gibi tarihsel bir yanılgıya kapılır. Ne var ki, bu türden zarâfet yoksunu teknikler, iktidar açısından bir çırpınıştan daha fazlası değildir. Entelektüelleri toplumun önüne atmak, toplumu onlara karşı kışkırtmak, filmleri, tiyatroları, kitapları, sanat eserlerini yasaklamak ya da onlara “el koymak” ilk akla gelen yöntemlerdir – ki coğrafyamız hesabına; bu tür tekniklerin pratiklerini anımsamak için hâfızamızı çok zorlamamız gerekmeyecektir. Tüm bu aygıtlar denenmiş ve hâlen netice alınamamış ise (genellikle netice alınamaz, zirâ her “yasak”, bir “direniş”i çağırır), iktidar refleksif olarak ilkel özüne döner: İstemediği her türden kültürel ve entelektüel materyali (ki bu materyaller genellikle sembolik bir göndermeye de sahip olan ve imhâsı daha basit ve daha şaşaalı olabilecek; kitaplardır) yakarak yok etmeye kadar varır iş. Bu yolla iktidar, hem tanrısal bir görevi ifâ ettiğini, hem de kültürel materyali yok ederek kültürü de yok edebileceğini zannederek kendi kabalığı altında ezilmeye başlar. Bu ilk ezilme, iktidarın nefesinin artık sayılabilir olduğuna dair dramatik bir işarettir. Zirâ Horatius’un da dediği gibi; “Bilgeliği bulunmayan güç kendi ağırlığından çöker” (Vis consili expers mole ruit sua).

Şu hâlde, yönetimi altında bulunduğumuz erk grubunun (bu grup yalnızca politik bir işbirliği içinde değildir, aynı zamanda sosyoekonomi gibi kritik sahalarda da örgütlenmişlerdir) işi nerelere vardırabileceğine ilişkin kâfi tarihsel birikime sahipsek; bedensel ve psikolojik mücadelenin, topyekûn entelektüel bir saldırıya ve kültürel bir yıkıma evrilebileceği konusunda da endişelerimiz yersiz olmasa gerektir. Öyleyse her olasılığı göz önünde bulundurarak; olası bir 1933 Berlin hareketine (anımsayınız, bu tarihte, Karl Marx, Sigmund Freud, Thomas Mann, Heinrich Heine, Stefan Zweig dâhil birçok yazarın kitabı Berlin’de bir kısmı “arı Alman olmadıkları” ve bir kısmı ise “Yahudi oldukları” gerekçesiyle ateşe verilmişti) ya da 1683 Oxford hadisesine karşı (anımsayınız, bu tarihte de Thomas Hobbes ve bazı diğer yazarların kitapları yakılmıştı) ateşe verilmeden evvel okumanız için yirmi beş Türkçe kitap önereceğim ki umarım, bu yalnızca benim tarihsel paranoyamdır ve yalnızca benim tarihsel paranoyam olarak da kalacaktır; bu konuda yanılmaktan asla gocunmayacağım. Ve yine elzemdir ki belirteyim; amacım tarihi çağırmak değil, düpedüz bir kaygıyı bölüşmektir. Öyleyse buyurunuz…

1- Sabahattin Ali, Sırça Köşk

2- Fakir Baykurt, Yılanların Öcü

3- Sevgi Soysal, Yürümek

4- Kemal Tahir, Esir Şehrin Mahpusu

5- Aziz Nesin, Taşlamalar/Azizname

6- Yusuf Atılgan, Aylak Adam

7- Nâzım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları

8- Arkadaş Zekâi Özger, Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası

9- Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk

10- Ahmed Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim

11- Metin Altıok, Bir Acıya Kiracı

12- Bilge Karasu, Troya’da Ölüm Vardı

13- Ulus Baker, Dolaylı Eylem

14- Aslı Erdoğan, Kırmızı Pelerinli Kent

15- Mehtap Ceyran, Mevsim Yas

16- Sema Kaygusuz, Barbarın Kahkahası

17- Adnan Gerger, Faili Meçhul Öfke

18- Necmiye Alpay, Yaklaşma Çabası

19- Murat Uyurkulak, Har

20- Orçun Ünal, Dekadans ve Ölüm

21- Selahattin Demirtaş, Seher

22- Ebru Ojen, Et Yiyenler Birbirini Öldürsün

23- Kâmil Erdem, Şu Yağmur Bir Yağsa

24- Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortası

25- Hamza Celâleddin, Katil Nietzsche Asker Kant (Tıpkı Erich Kästner gibi, belki kitabım ateşe verilirken, ben de o meydanda olacağım).

Önemli Not: Bazı kitap ve yazar önerileri sevgili Adnan Gerger’den gelmiştir (vâr olsun). Liste, çeşitli kaygı süreçlerinden geçerek, yanlış anlaşılmaları göze alarak ve kaygı eşiği aşılarak hazırlanmıştır. Otorite ve “kalabalık” ile empati yapmak ve onların aklıyla düşünmek her ne kadar zor ise de, onları rahatsız edebilecek türden (erotik, sökümcü, başkaldıran, “öteki”yi esas alan, bir derdi olan ya da bir kaygıyı dillendiren) kitaplar listeye eklenmiştir. Yine de enseyi karartmamak gerekir, zaten Euripides’in de dediği gibi; “insan, endişeden yaratılmıştır”.

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.