Trump-İran-Türkiye: Yaklaşan fırtına ve zor yol ayırımı!

ABD’nin, İran’a yönelik olası bir saldırısına Türkiye’yi de dâhil etme çabalarına olumsuz yanıt verilmeli, ABD’nin saplantılı politikasına alet olunmamalıdır. Gelişmeler ne olursa olsun, sonunda ABD gidici, İran kalıcıdır ve hep komşumuz olacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

Güvenlik başta, ulusal çıkarları bakımından Türkiye’yi en az Suriye meselesi kadar, belki de daha fazla etkileyecek başka bir kriz hızla yolda: ABD-İran çatışması!

Nasıl mı? ABD Başkanı Donald Trump’ın dış politika alanında bugüne kadarki en ısrarlı, en net tutumu İran’la ilgili yaklaşımıdır. Trump, İran’ı, başta terör olmak üzere, bölgedeki zararlı, yıkıcı faaliyetlerin, kötülüklerin ana kaynağı, İsrail için yaşamsal tehdit, Körfez ve Ortadoğu istikrarsızlığın baş sorumlusu olarak görmekte ve Batılı ülkelere karşı ideolojik bir savaş yürütmekle itham etmekte. George Bush nasıl “kimyasal silah” bahanesini 2003’te Irak’a saldırmak için kullandıysa, Trump da nükleer programı konusunda İran ve P5+1 ülkeleri arasında 2015 yılında imzalanan anlaşmanın değiştirilmesi talebi üzerinden benzer bir politika geliştirmekte. Nitekim seçim kampanyası sırasında “bir numaralı önceliğinin İran’la yapılan felaket anlaşmayı ortadan kaldırmak” olduğunu defalarca tekrarlamış, seçildikten sonra da bu söylemini aynen sürdürmekte.

İran’la imzalanan anlaşmaya ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya ve AB taraftır. Anlaşma hükümlerinin İran tarafından uygulanmasının denetimi de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nca (UAEA) yapılmaktadır.

Trump, ek bir anlaşmayla İran’ın uranyum zenginleştirme yasağının 2025’de sona ermesini öngören hükümlerinin (sunset clauses) sona erdirilmesini, yani yasağın ilanihaye sürmesini, nükleer tesislerinin denetiminin yoğunlaştırılmasını ve uzun menzilli füze programına ilişkin önlemler eklenmesini talep etmekte.

Batılılar dâhil, diğer taraflar ABD’nin değişiklik taleplerine olumlu bakmamakta ve anlaşmanın yürürlükte kalmasını istemekte. Öte yandan, UAEA da dönemsel raporlarında İran’ın anlaşmaya uyduğunu ve bir ihlal olmadığını bildirmekte.

Bu anlaşmanın, ABD’nin tarihinde imzaladığı “en korkunç anlaşma” olduğunu ileri süren Trump, İran’a ek yaptırımları dört ay daha erteleyen kararını 12 Ocak 2018 tarihinde imzalarken bunun “son erteleme” olduğunu, istediği değişiklikler yapılmadığı takdirde, anlaşmadan çıkacağını kesin bir dille ifade etmiştir. Dolayısıyla 12 Mayıs 2018 tarihi şimdi ayrı bir önem kazanmış olmaktadır. Zira o tarihe kadar istekleri karşılanmadığı – ki mevcut verilere göre karşılanmaması galip ihtimaldir – takdirde, Trump muhtemelen İran’a yeni yaptırımlar uygulanmasını Kongre’ye tavsiye edecek ve nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak ayrılacaktır.

Trump geçtiğimiz haftalarda, İran konusunda zaman zaman kendisini frenleyen Tillerson ve McMaster’ı görevden alarak yerlerine İran karşıtlıklarıyla bilinen Mike Pompeo ve John Bolton’u sırasıyla Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atadı. Bu yeni atamalarla birlikte, Trump’ın İran politikasının daha da sertleşmesi artık işten bile değildir. Washington DC’nin şahinlerinden Bolton, İran’a (ve Kuzey Kore) askeri saldırıyı bir seçenek değil, bir zorunluluk olarak görmektedir. Dolayısıyla, mahşerin üç atlısının veya bir Amerikan yazarına göre yeni “savaş kabinesinin” bu işi sıcak bir çatışmaya kadar götürmesi artık hiç de uzak bir ihtimal değildir. Olursa, böyle bir saldırının bir kara harekâtı olarak değil, İran’ın nükleer tesislerini yok etmeye yönelik bir hava ve füze saldırısı şeklinde başlaması bu bağlamda uzmanlarınca yapılmış yorumlarda en sık dile getirilen senaryodur.

İleriye dönük bu öngörüler şu andaki aşamada muhakkak ki spekülatiftir. Ancak somut ve kaçınılmaz olan 12 Mayıs’tan itibaren Türkiye’yi de birebir ilgilendirecek ve zor tercihler yapmasını dayatacak bir ABD-İran bunalımının gündeme oturacak olmasıdır. Trump, bu çerçevede sattıklarıyla bir silah deposu haline getirdiği Suudi Arabistan ve İsrail’le işbirliği yapacaktır. Hatta ihtiyaç halinde İran nedeniyle Suriye’de beslemeye devam ettiği YPG’nin kolaylıklarını da devreye sokacaktır.

Ancak Türkiye’den de önemli beklentileri olacak, bir müttefik olarak Ankara’yı yanında görmek isteyecektir. Genel siyasi destek aramanın ötesinde, İncirlik üssü ve Kürecik’teki radar istasyonuna erişim de dâhil olmak üzere, Türkiye’den her türlü kolaylığı sağlamasını isteyecektir.

Netice itibariyle, Ankara ABD ile İran arasında bir seçim yapmak ya da bir tutum ortaya koymak durumundadır. Bu tutumu ne kadar erken netleştirir ve kamuoyuyla şeffaf bir biçimde paylaşırsa, ileride gelmesi mukadder baskılara karşı daha hazırlıklı olacaktır.

Burada yapılacak tercihi belirlemesi gereken elbette, sadece ve öncelikle Türkiye’nin ulusal çıkarlarıdır. Bu noktadan hareketle duruma baktığımızda en önemli gerçek arada sıkıntılı dönemler yaşanmış olmakla birlikte İran’ın Türkiye için bir tehdit oluşturmadığı gerçeğidir. Öte yandan, İran’ın nükleer programıyla ilgili anlaşmayı ABD dışındaki diğer imzacı taraflar gibi Türkiye de desteklemekte. Bu itibarla, ABD’nin İran’la çelişmesinin bahanesi teşkil eden nükleer anlaşma bağlamında Türkiye’nin bir sıkıntısı yoktur. Diğer bir deyişle, ABD’nin İran’ın nükleer programını güç kullanarak ortadan kaldırmaya kakışması Türkiye’nin çıkarlarının bir gereği değildir. Böyle bir saldırının vukuu halinde ise sonuçlarından en fazla zarar görecek ülkelerden birisi de Türkiye olacaktır. İran sıradan bir güç değildir ve vereceği çok boyutlu tepkinin bölgesel ve küresel etkileri olacaktır.

Evet, Türkiye ABD’nin müttefiki fakat İran da yüzyıllardır barış içinde yaşadığı komşusudur. Bölgesel bir güçtür. İkili ilişkilerimiz önemlidir.

Türkiye, 1980-1988 İran-Irak savaşında aktif bir tarafsızlık diyebileceğimiz başarılı bir politika izlemiş, çatışmaların dışında kalırken, savaşın sona ermesi için de yoğun çaba harcamıştır. Ayrıca önce Irak, sonra Suriye’nin iç işlerine müdahale etmesinin Türkiye’nin başına ne gaileler açtığı, bir koyup üç alma hesabının hiç tutmadığı artık hepimizin malumudur. Bu itibarla, hükümet yolda olan İran krizini bir an önce yetkili bakanlık ve kurumlarda etraflıca değerlendirip, bir tarafsızlık stratejisi belirlemeli ve bunu en erken tarihte ilan etmelidir. ABD’nin, İran’a yönelik olası bir saldırısına Türkiye’yi de dâhil etme çabalarına olumsuz yanıt verilmeli, ABD’nin saplantılı politikasına alet olunmamalıdır. Gelişmeler ne olursa olsun, sonunda ABD gidici, İran kalıcıdır ve hep komşumuz olacaktır.

*Eski CHP Milletvekili, emekli diplomat