16 Nisan’ın tarihi sorumluluğu

Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleri, Adalet Yürüyüşü'nün aksine, 16 Nisan halk oylamasına siyaseten gerekli tepkiyi vermediği ve görevini yapmadığı gibi, YSK’nın tesis ettiği işleme adeta ve maalesef icazet vermiş, hukuken de görevini yapmamıştır. Örgütlerimizin seçim günü yaptığı uyarılar kale alınmamıştır.

Google Haberlere Abone ol

Atilla Kart*

Ülkemizde, adil yargılanma hakkının var olup olmadığı uzun bir süreden bu yana tartışılmaktadır. Adil yargılanma; belli bir hukuk sürecinin sonucunda ortaya çıkan nihai durumdur. Adil yargılanmaya ulaşmayı sağlayacak ön aşamalar vardır. Anayasal kurumların işlevini kaybetmesi, bu kurumların önce AKP’nin kurumlarına ve giderek şahsın kurumlarına dönüşmesi sebebiyle, ön aşamalar işletilememekte, kanunsuz emir ve talimatların egemen olduğu bir kaos ve fetret dönemi yaşanmaktadır.

Bağlı olarak, ülkemizde artık iç hukuk yolları da etkili olmaktan çıkmış durumdadır. Bu tablo, sadece 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylamasıyla sınırlı değildir. Bu fiili durum, 7-8 yıldan bu yana yaşanmaktadır ve artık kronik bir hal almıştır. Her türlü kirli ilişkiler, haksız kazançlar artık idari ve adli bakımdan denetlenemez haldedir. Toplumun belli bir kesiminin, adeta suç işleme imtiyazı vardır.

Öylesine kritik bir dönem yaşanmaktadır ki; diğer birçok ihlal ve sonucun dışında, en başta seçim güvenliğinin kaybolması ve devletin egemenlik yetkisini kullanamaz hale gelmesi durumu söz konusudur. Temel hak ve özgürlükler ile ulusal güvenliği ilgilendiren temel unsurlardan söz ediyorum. Bu tablo ve bu liste daha da genişletilebilir ve çoğaltılabilir.

Bu makaledeki değerlendirmelerimi, aydın ve yurttaş sorumluluğu kapsamında yapıyorum. Önemle vurguluyorum; olağanüstü özveri ve sorumluluk duygusuyla gerek TBMM’de ve gerek TBMM dışında görev yapan CHP’lilerin emeklerine saygısızlık ve haksızlık yapmam söz konusu olamaz. Genel Merkez yönetim yapısı ve anlayışındaki edilgen bürokrat anlayıştan; siyasi ve ideolojik refleks yoksunluğundan, tabi olan yönetim anlayışından, kritik aşamalardaki atalet ve yetersizlikten söz ediyorum.

Bu yönetim anlayışının yol açtığı ağır tahribatlara aşağıda değineceğim.

EGEMENLİK YETKİSİNİ KULLANAMAZ HALE GELEN BİR ÜLKE

Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinin başında FETÖ yargılamaları geliyor. Yeri gelmişken ifade ediyorum; FETÖ bünyesinde görev ve sorumluluk alan her kim varsa, en ağır ve ivedi şekilde yargılanmalıdır. Bu kapsamda; Sayın Cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi, ibadet, ticaret ve ihanet gruplandırması önemlidir. Sorun şudur; kimin ibadet ettiğine, kimin ticaret yaptığına, kimin ihanet içinde olduğuna bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı karar versin. Ancak, en başta yargı organları ve diğer anayasal kurumlar işlevini kaybettiğinden, adalet tecelli etmediği gibi, adalete erişim de mümkün olamamaktadır.

Bu sebeplerdir ki, FETÖ yargılamaları başta olmak üzere, ceza muhakemesi açısından yapılması zorunlu olan usûli işlemler bile yapılamamakta ya da sonuçsuz kalmaktadır. Öyle ki; Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkili organlarının, İnterpol’e gönderdiği kırmızı bültenler işleme alınmamaktadır. Bir başka ifadeyle; fiili anlamda FETÖ yargılamalarında sonuca ulaşılması siyasi iktidar eliyle engellenmektedir.

Bu bağlamda, bir diğer vahim konu; Türkiye’nin AİHM’e gönderdiği üç yargıç listesinin de kabul edilmemesidir. Öyle ki, Türkiye, uluslararası ilişkiler bağlamında saygınlığını yitiren, egemenlik yetkisi kabul görmeyen bir ülke konumuna düşmüştür, düşürülmüştür.

Esasen, kritik konularda hem uluslararası hem de ulusal anlamda egemenlik yetkisi kullanılamaz bir haldedir.

Böylesine telafi edilemez sonuçları olan bir tabloda; Siyaset Kurumu’nun ise günlük hamaset ve polemikler içinde kaybolduğu ve kaçınılmaz olarak da etkili olamadığı görülmektedir.

16 NİSAN'IN SORUMLULUĞU NEDEN TARTIŞILMIYOR?

Siyasi partiler, faaliyetlerini şiddete başvurmadan, ayrımcılık yapmadan, nefret söylemine yol açmadan dile getirirler. Bu faaliyetin en güçlü yol ve yöntemlerinin başında ise; toplantı, protesto, gösteri ve yürüyüş hakları gelir. Bu haklar evrenseldir, izne ve icazete bağlı değildir. Bir siyasi parti; bu süreci başardığı ve yönettiği ölçüde görevini yapmış kabul edilir. Adalet Yürüyüşü'nde bu kararlılık gösterildiği içindir ki, kamuoyu heyecanlanmış, toplumun farklı kesimleri destek vermiştir.

Siyasi iktidar tarafından, iktidar nüfuzu kötüye kullanılmak suretiyle bu faaliyetler engellendiği takdirde ise; her türlü hukuk yollarına ayrıca başvurulmalıdır. Bu bağlamda; sandığa ve seçim güvenliğine sahip çıkmak, bir siyasi partinin ve hele ana muhalefet partisinin asli ve vazgeçilmez sorumluluğu kapsamındadır, varlık sebebidir. Sözü uzatmadan söylüyorum; Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleri, Adalet Yürüyüşü'nün aksine, 16 Nisan halk oylamasına siyaseten gerekli tepkiyi vermediği ve görevini yapmadığı gibi, YSK’nın tesis ettiği işleme adeta ve maalesef icazet vermiş, hukuken de görevini yapmamıştır. Örgütlerimizin seçim günü yaptığı uyarılar kale alınmamıştır.

Daha da ötesi, tarafımızdan AİHM nezdinde başlatılan hukuki sürece, ciddi mesafe alınmasına rağmen; Türkiye’nin demokratik kazanımları ve geleceğini riske etmek pahasına destek verilmemiş ve maalesef engelleme yapılmıştır. Siyaset öngörüsünden yoksun bir şekilde, sorumsuz, kişisel ve kısır yaklaşımlarla hareket edilmiştir. Partiyi görevini yapamaz hale getiren sorumlular, her kim ise, kamuoyunun bu konuda derhal bilgilendirilmesi ve gerçeklerle yüzleşilmesi gerekir.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu aşamada anayasal, siyasi ve demokratik tepkiyi göstermemesi ve tarihi sorumluluğunun gereğini yapmaması sebebiyledir ki referandum gecesi demoralize olan AKP ve R. Tayyip Erdoğan, ertesi gün “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyebilmiştir. Devam eden süreç içinde de, AKP konjonktürel politikalarını sürdürmüş ve nihayet MHP ile birlikte ittifak adı altında 16 Nisan’a yasallık kazandırma ve 16 Nisan’ın üstünü örtme girişiminde bulunmuştur. Ancak, unutulmaması gereken husus şudur; belki sayısal çoğunlukla yasallık kazandırılabilir, ancak 16 Nisan’a hiçbir şekilde meşruiyet kazandırılamaz.

Öte yandan; yönetim zaafiyetlerini, polemik ve hamaset yoluyla dile getirenler, çözümü de içeren analizleri yapamamışlar, yapmaktan kaçınmışlardır. Böyle bir arayışın içinde olmadıkları, bu yönde bir kadro hareketinin bulunmadığı, yönetim boşluğu ve kişisel arayış üzerinden, konjonktürel siyaset yapıldığı ortaya çıkmıştır.

Ekmeleddin İhsanoğlu vakası, 7 Haziran sonrası TBMM Başkanlığı süreci, 7 Haziran istikşâfi görüşmeleri, dokunulmazlık olayı, 16 Nisan halk oylaması başta olmak üzere, birçok kritik konuda siyasi tavır ve kararlılık sergilenememiştir.

Siyasi refleks, siyasi bilinç ve tercih, siyasi tepki ve ideoloji mevcut olmadığı ve özgürlükçü sol anlayış egemen olmadığında; anlatımını yaptığımız sorunlar ve sonuçların yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.

CHP'NİN SORUMLULUĞU

Çoğu zaman doğrular söylendiği halde, halkımıza neden umut ve güven verilemiyor? CHP yönetimlerinin bu temel olguyu, özgüven ve öz eleştiri anlayışı içinde yapması halinde, Türkiye bu kritik virajı aşabilir ve önü açılır. Bu takdirde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını ve coğrafyasını ayrım yapmadan kucaklayan bir yönetim yapısı oluşabilir.

Bu yapı ve yönetim anlayışı oluşursa 3 Temmuz 2005 TİB süreci, 4 Mayıs 2007 Dolmabahçe görüşmesi, Kanal İstanbul, örtülü ödenek, mayınlı araziler-Yasin El Kadı-Mann belgeleri süreçleri, Telekom, Seydişehir ve diğer kritik özelleştirmeleri, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol sorunları, Cargill ve şeker fabrikaları ilişkileri, büyük sermaye gruplarının yarattığı tahribat ve yolsuzluklar, anayasal sistemin yeniden ve liyakat üzerinden inşası başta olmak üzere, bir yol haritası ortaya konulmalıdır. Cumhuriyetin kazanımlarından ödün vermeden, Türkiye’nin temel ve öncelikli sorunlarını anlatmak, husumet ve intikama yol açmadan, hukuk ve demokrasi içinde yüzleşmek, umut ve güven veren bir yönetim yapısını oluşturmak, yeni bir hikâye ve hedefi ortaya koymak ve gerçekleştirmek mümkün olabilecektir.

*Eski CHP Milletvekili, avukat