Vergi artışları ne anlama geliyor?

Söz konusu vergi artışları iki ana duruma işaret etmektedir. Siyasal iktidar 2017’dekine benzer bir borç artışını 2018’de tekrarlamamak istemektedir. Mevcut teşvik ve harcama tercihleri nedeniyle de vergi artışları söz konusudur. İkinci nokta da bu siyasal tepkiyi mas etmek için bankaların vergi oranlarıyla oynamaktan, medyan gelirin yüzde 100’ü ve fazlasına sahip olan çalışanları daha fazla etkileyecek düzenlemelere çok sayıda “incelik” tasarlanmasıyla ilgilidir.

Google Haberlere Abone ol

Ali Rıza Güngen

Eylül ayı sonunda Meclis’e sunulan torba kanun tasarısı çok sayıda vergi düzenlemesi içeriyor. Motorlu taşıtlar vergisine yapılan astronomik zamla gündeme gelse de, bu tasarıda finans sektöründe kurumlar vergisinin yüzde 22’ye çıkarılması, dağıtılmayan kâr paylarından yüzde 1 vergi kesintisi alınması ve çalışanların üçüncü gelir dilimindeki gelirlerine uygulanan vergi oranının yüzde 27’den 30’a çıkarılması gibi maddeler mevcut. Aynı günlerde açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) ve bir bütün olarak kanun tasarısı incelendiğinde vergi artışlarının neden gündeme geldiği sorusunun yanıtı verilebilir.

Öncelikle değinilmesi gereken husus, iktisadi yönelim açısından Türkiye’de temel bir sorunun varlığını sürdürmesidir. Yüksek büyüme oranları yakalamak için iç pazarın kamçılanması tercihi, hükümeti darbe girişimi sonrası vergi ertelemelerine itmişti. Sadece Kredi Garanti Fonu gibi mekanizmalar aracılığıyla işletmelerin riskini toplumsallaştırmak, sallantılı işletmelerin yüzdürülmesi değil ayrıca ekonomik temponun yavaşlamasına karşı kamu harcamalarının arttırılması da uzunca bir süredir görünür olan bir politika tercihi. Bunun yarattığı baskıya karşın hükümet aynı zamanda kamu borcunu arttırmayacağını, bütçe açığının GSYH’ye oranını kontrol altında tutacağını ifade ediyor.

Bunun anlamı vergi arttırımıdır. Üstelik sadece Eylül ayı sonundaki artışlar değil, kademeli olarak orta vadede artışların devam ettirilmesidir. Siyasal iktidarın kendi derinleştirdiği sorunlar karşısında tercih edebileceği başka bir yol bütçe açığının artışına izin vermek ve borç oranının artışına göz yummaktır. Ancak burada da iki temel sorun mevcut: Birincisi Türkiye’de 2017 yılında yasal borç limitini aşacak miktarda borçlanılmış olmasıdır. 2017 için geçerli yıllık limit (47 milyar TL, Bakanlar Kurulu kararıyla 52,2 milyara arttırılabilirdi) o kadar geride kaldı ki, yaklaşık bir aydır hükümetin 4749 Sayılı Kanun'a aykırı bir şekilde borçlandığını belirtmek gerekiyor. İkincisi Türkiye’nin uluslararası hiyerarşide bir Güney ülkesi olarak konumuyla alakalıdır. Borç stokunun 2017’nin ilk sekiz ayında 60 milyar TL’den fazla arttığı bir ülkede aynı seyrin devamına izin vermek kısa bir sürede ülkenin risk priminin fırlamasına vesile olabilir.

Dolayısıyla hükümet, önceki OVP’lere benzer şekilde harcamalar ve gelirlerin Türkiye’nin “mali disiplini”ni sürdürmesini sağlayacak bir şekilde ayarlanacağını vaat ediyor. Bütçe açığının GSYH’ye oranı 2008 son çeyreğinden itibaren sıçramış ve 2009’da yüzde 5’i geçmişti. Siyaset yapıcılar tercihlerini şimdilik bu açığın artışına izin vermemek, bu açığı yüzde 2 bandında tutmak yönünde kullanıyorlar. OVP’de ifade edilen, genel devlet dengesindeki açığın kontrol altında tutulması hedefinin gerçekleşmesi ise bu durumda ancak vergi gelirlerinin reel olarak arttırılmasına bağlıdır.

Yakın dönemde tartışılan ve ciddi bir ekonomik canlanma olmazsa 2018 baharından itibaren yenileri beklenmesi gereken vergi artışlarının arkasındaki mekanizma budur. Elbette savunma sanayisine aktarılması planlanan fazladan milyarlarca TL için de ek kaynak yaratılmaktadır. Ancak bu unsurun daha ziyade meşrulaştırıcı bir işlev üstlendiğini belirtebiliriz.

Tasarı Türkiye bankacılık sektöründen, vergi artışı nedeniyle 1 milyar liradan fazla bir paranın ve dağıtılmayan kâr paylarından yapılacak kesintiyle yine yüklü miktarların bütçeye aktarılmasına vesile olacak. Ancak tasarının yasalaşması durumunda bundan esasen etkilenecek olanlar milyonlarca çalışan olacak gibi görünmektedir. Gelir vergisinde üçüncü dilime uygulanan oranın yükseltilmesiyle yıllık geliri 30 bin TL’nin üzerindeki çalışanlar değişen miktarlarda ancak yine hatırı sayılır bir artışla 2018’de gelir vergisi ödeyecektir. Bu rakam düşük ücretli bir çalışan için yıllık birkaç yüz lira vergi artışı olabileceği gibi Türkiye standartlarında popüler terimlerle “üst-orta sınıf” olarak nitelenebilecek çalışanlar için birkaç bin lirayı bulabilecektir.

Söz konusu vergi artışları iki ana duruma işaret etmektedir. Siyasal iktidar 2017’dekine benzer bir borç artışını 2018’de tekrarlamamak istemektedir. Mevcut teşvik ve harcama tercihleri nedeniyle de vergi artışları söz konusudur. Meclis’e sunulacak 2018 bütçesinin de bu doğrultuda biçimleneceğini söylemek şimdiden mümkündür. İkinci nokta da bu siyasal tepkiyi mas etmek için bankaların vergi oranlarıyla oynamaktan, medyan gelirin yüzde 100’ü ve fazlasına sahip olan çalışanları daha fazla etkileyecek düzenlemelere çok sayıda “incelik” tasarlanmasıyla ilgilidir. Ancak aynı zamanda tasarı açıklandıktan sonra maddelerin uygulanmasına dair çelişen açıklamalar, ekonomi politikasında belirleyici konuma sahip olanların fikir ayrılıkları ve yoğunlaşan tepkiler bu vergi artışlarının pazarlanmasında başarısızlığa işaret etmektedir. Vergi artışından kendisini sorumlu göstermemeye kalkan siyasi otoritenin, son birkaç yıl içinde fiilen ve son altı ay içinde kademeli olarak resmen çok sayıda siyasi yetkiyi üzerinde toplayan otorite olması ise gülümsenemeyecek bir ironidir.

Siyaset Bilimci, Dr.