Adalet için yürümek ya da bir halk olmak

Kuşku yok ki günümüz Türkiye'sinde toplumun temel yapısı olarak iş görecek, bizi sözün siyasal anlamında yeniden bir halk/cumhuriyet yapacak adalet anlayışını ancak bugün yapıldığı gibi sokakta, yani ancak beraber yürüyerek başarabiliriz. Bu yüzden siyasetin tek formu olarak seçimleri gören sağ cenahın sokak ve adalet lafını yan yana görünce dizlerinin bağı çözülüyor.

Google Haberlere Abone ol

Zafer Yılmaz

Adaletsizlik bu topraklarda fazlasıyla aşina olduğumuz bir durum, ama mevcut durum gene de bizi sormaya itiyor: Adaletsizliğin ülkenin her tarafını sarmaladığı, siyasal iktidara giden yolların apaçık zorla döşendiği ve yaygın bir umursamazlığın kol gezdiği Türkiye gibi bir ülkede adalet için yürümenin anlamı ve önemi nedir sahiden? Maruz kaldığımız adaletsizlikler kendi açık ve gizli yaralarımızla bizden daha da suskunlaşmamızı, kendimizi olan biten karşısında daha da çaresiz hissetmemizi bekler ve bizleri topyekûn yalnızlaşmaya iterken, yükselecek bir adalet talebi kime nasıl bir çağrı çıkarabilir? Şu son iki üç yıl içinde olan bitenin yanında pek de bir önemi yok ama, mesleğinden, öğrencilerinden ve ailesinden devlet zoruyla koparılmış barış imzacısı bir akademisyen olarak sorayım: Yıllarca beraber çalıştığımız kurumlardaki akademisyenler dahi fakülte kapılarından çevrilmemize, meslektaşlarının üniversite önlerinde yerlerde sürüklenmesine ses çıkarmazken, bizler için bu adalet çağrısının seslendiği bir özne kaldı mı hâlâ? Fakat gene de her yanda kol gezen sinizme teslim olmaksızın ve kime adalet çağrısı çıkardığımızdan bağımsız olarak, öncelikle çağrı çıkaran özneleri kuran bu adalet talebenin kıymetini en baştan takdir edebiliriz. Böyle şiddetli adaletsizlik zamanlarında adalet için yola çıkmanın hem adaletsizliğe maruz kalanlar hem adaletsizliği icra edenler hem de adaletsizliklerle yüzleşmekten kaçanlar açısından ne anlama geldiği üzerine de daha fazla düşünmemiz gerekiyor.

Farkında olmamız gereken en önemli şey ise şu sanırım: Bugün Türkiye’de adalet talep etmek, basitçe haksızlıkların giderilmesini, hukuk devleti ilkelerinin tesis edilmesini ve temel insan haklarının güvence altına alınmasını istemekten daha fazlasına işaret ediyor; çünkü adalet talebinin yükselişine neden olan nedenler sadece bireyin ya da belirli bir grubun devlet karşısında haklarının güvence altına alınması ya da devletin iç organları arası ilişkilerinin düzenlenmesi ile ilgili değil. Adaletsizliğin vardığı düzeyden, yaygınlığından ve derinliğinden kaynaklı olarak, doğrudan bizi siyasal bir topluluk yapan şeyle ilgili. Ünlü Alman düşünür Carl Schmitt’in siyasetin devleti öncelediği önermesine şerhle diyebiliriz ki aslında adalet düşüncesi ve bir toplumdaki adalet hissidir devleti önceleyen, çünkü bizi bir halk yapan ve o halkı da cumhuriyetle özdeş kılan şey bir düşmana sahip olmamız değil, bizi bir arada tutan bir adalet hissiyatına sahip olmamızdır. Bu yüzden etik-politik bir inşa olarak vicdanın bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi erozyonu, gerçek bir siyasal sorunun varlığına ve siyasalın hayatın her alanına yayılan krizine işaret eder; çünkü söz konusu olan bizlerin bireysel hislerinin çok ötesinde, kamusal beraberliğimizi kuran, bizi bir halk yapan en önemli bağlardan birinin tümüyle ortadan kalkmasıdır. Yüzyılların ötesinden bize seslenen Cicero, cumhuriyet (Res Publica, kamusal şey) ortak bir adalet anlayışı etrafında bir araya gelmiş, hukuk bağıyla birbirine bağlı insan topluluğudur demekteydi. Düşünürün yüzyıllar önce ortaya koyduğu gibi, adalet siyasal topluluğun kuruluşunun, yani bir cumhuriyetin inşasının asli bağıdır, bir başka ifadeyle onu bir araya getiren kurucu ethostur. Bu siyaseti ahlaka veya hukuka indirgemek anlamına gelmez, aksine adalet düşüncesinin vazgeçilmez siyasal doğasını siyasal topluluğun kuruluşunu anlamak için merkeze almayı gerektirir.

Özgürlük, eşitlik gibi güçlü rakipleri olsa da bugünün Türkiye’sinde adalet sözcüğünden daha fazla içi boşalmış bir kelime bulmak pek mümkün değil. Adı Adalet ve Kalkınma olan parti bu adalet bağını kendi yandaşlarının gözünde bile yerle yeksan edip, ortada sadece güç siyaseti bıraktı. Partiye destek verenlerin çoğunluğu yatıp kalkıp çok şükür ki iktidar bizim elimizde, bir gün kaybedersek başımıza neler gelir diye düşünüyor. Çünkü Türkiye toplumunda uzun süredir erozyona uğrayan ve zaten her zaman sorunlu olan adalet bağının yerini, Necmi Erdogan’ın bahsettiği gibi, özellikle AKP’nin tepe kadrosunda her geçen gün daha fazla belirgin hale gelen bir tür "suç ortaklığı" alıyor. İşte bu yüzden bir gün adalete sizin de ihtiyacınız olacak lafını etmek, yani adaleti kişinin ihtiyacı üzerinden tanımlamak bugünün Türkiye'sinde kimseyi ikna etmiyor. Daha uzun bir zaman da etmeyecek gibi görünüyor. Sorun birilerini adalete ihtiyacı olacağı üzerinden onu ikna etmeye dönüştüyse zaten, o toplumda adalet kavramının hiçbir anlamı kalmamış demektir. İşte bu nedenle mesele birilerini ikna etmek değil, yeniden kendini adalet için ortaya koyan bir halk, yani bir siyasal topluluk olmaktır. Bu nedenle bugün adalet için yola çıkan herkes yeniden bir res publica/halk olmak için yola çıkmak durumunda. Malumun ilanı olacak ama ana muhalefet partisinin böyle bir perspektifi yok. Hiçbir zaman da olmadı. Çünkü dokunulmazlıkların kaldırılmasından Kürt sorununda demokratik bir çözümü benimsememesine kadar yaptığı vahim hatalar bir yana, hala cumhuriyetten anladığı sadece Devlet-i Ali’nin muhafazasından fazlası değil.

Oysa bir halk olmak, bu adalet bağını yeniden inşa etmek için yaşanan tüm adaletsizliklerle hesaplaşma iddiasını ve tüm adalet taleplerinin kendisini eklemleyeceği bir adalet anlayışının ortaya konmasını gereksinir. Pek de okumadan notunu verip hazzetmediğimiz liberal düşünürler dahi makul bir adalet hissiyatının ya da “hakkaniyet olarak adaletin” olmadığı bir toplumun ve devletin sürdürülemeyeceği kanaatindedir. Fakat onlar için adalet genelde hukuk devleti ilkelerinde başlar ve orada biter. Siyasal toplumu kuran eşitlikle ve bireylerin özgürlüğüyle temelden ilişkili olan cumhuriyetçi adalet düşüncesi ise çok daha kapsamlı düzenlemeleri, güçlü bir yurttaş kapasitesini ve kapsamlı insan haklarını gereksinir. Belki de bu tür bir adalet anlayışına en uzak olduğumuz ve siyasal bir topluluk olma vasfını süratle yitirdiğimiz şu zaman, aynı zamanda ona en yakın olduğumuz andır da. Tıpkı Gezi ve 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi. Zorun, şiddetin ve güç sarhoşluğunun hâkim hale geldiği böyle bir anda adaleti talep etmek, en çok da bu adalet düşüncesini köklendirecek bir siyasal proje üretildiği anda, süratle yeniden bir siyasal topluluk olmaya çağrı çıkarmak haline dönüşebileceği için böyle.

Kuşku yok ki günümüz Türkiye'sinde toplumun temel yapısı olarak iş görecek, bizi sözün siyasal anlamında yeniden bir halk/cumhuriyet yapacak adalet anlayışını ancak bugün yapıldığı gibi sokakta, yani ancak beraber yürüyerek başarabiliriz. Bu yüzden siyasetin tek formu olarak seçimleri gören sağ cenahın sokak ve adalet lafını yan yana görünce dizlerinin bağı çözülüyor. Her zaman yaptığı gibi terörize ederek, kriminalleştirerek, adalet talebini güvenlik siyasetinde boğmaya çalışıyor. Bu nedenle mesele bugün bu işi yürütenlerin hatalarını örtbas ederek onları payelendirmek ya da bir kez daha malum CeHaPe zihniyetinden bir şey olmaz demek yerine, bu adalet talebini ne ölçüde radikalleştirebileceğimiz, yani son iki yılda olan bitenle hesaplaşmayı içerecek şekilde bu talebi derinleştirerek, adaleti kendine temel almış yeni bir halk oluşu/cumhuriyeti başlatıp başlatamayacağımız meselesidir. Siyaset düşüncesinin, hele de cumhuriyet fikrinin başta ülkenin siyaset bilimcileri arasındaki sığlığını düşününce pek şansımız yokmuş gibi görünebilir. Oysa ülkedeki adaletsizliklerin ölçüsüzlüğü karşısında yılmadan adalet talep edenlerin dirayetine ve sebatına bakınca en büyük şansımızın bu kararlılıkta yattığını görebiliriz. Hepimiz için bir soluk olan bu kararlılığı süreklileştirmek için, üç kuruş için canını kaybeden güvencesiz işçilerden, şiddetin ve baskının her türüne maruz kalan kadınlara, en temel haklarına kavuşmak isterken mütemadiyen devlet şiddetiyle karşılaşan Kürtlerden, varlığı her daim reddedilen Alevilere, adı mağdurlar listesinde her zaman eksik yazılan tüm ötekilerin adalet taleplerini sahiplenecek siyasal kavramları ve beraberlik biçimlerini üretmeye koyulalım ve sadece bugün değil her zaman, adalet için yeniden halka, bir halk/cumhuriyet olmak için de yeniden adalete doğru yürüyelim.