Linç kültürü ve iktidarın simbiyotik ilişkisi

Linç girişiminin bir örneği 2 Haziran'da Cebeci Kampüsü’nde meydana geldi. Hem İletişim Fakültesi’nde mahsur kalan öğrencilerin çektiği görüntülerden hem de fakülte dışında olan biteni telefonlarıyla çeken kişilerin sosyal medyada paylaştığı videolardan anlaşıldığı kadarıyla, ellerinde satır, bıçak, pala, taş ve sapan taşıyan bir grup tekbirlerle, İLEF’teki karşıt görüşlü öğrencilere saldırdı.

Google Haberlere Abone ol

Serdar Çagırga

Linç nedir? Encyclopedia of the Social Science’ın linç tanımı şu şekildedir: “Bireylerin düzenli hukuk mahkemelerinin varlığından bağımsız olarak ve yargılanmadan, belirli bir kitlesel şiddet aracılığıyla, intikam amaçlanarak öldürülmesi veya onlara işkence edilmesi eylemleridir”. Öldürme ve işkence eylemine ek olarak, lincin en az üç kişiden oluşan bir kitle tarafından ancak (kendi açılarından) bir adalete, ırka veya geleneğe hizmet ettiği için işlendiği de ifade ediliyor. (1)

Türk Dil Kurumu Sözlüğü de linci, “birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi” şeklinde tanımlıyor.

TDK Sözlüğü lincin kapsamını sadece öldürme eylemi ile sınırlarken, Encyclopedia ise öldürme ile beraber işkence eylemini de lincin kapsamına dahil ediyor.

2 HAZİRAN CEBECİ İLEF OLAYLARI

Büyük oranda örtüşen bu iki tanımın çerçevesini çizdiği lincin veya linç girişiminin bir örneği 2 Haziran 2017 tarihinde Ankara Üniversitesi’nin Cebeci Kampüsü’nde meydana geldi. Hem linç olayının yaşandığı İletişim Fakültesi’nin içinde mahsur kalan öğrencilerin çektiği görüntülerden hem de fakülte dışında olup olan biteni telefonlarıyla çeken kişilerin sosyal medyada paylaştığı videolardan anlaşıldığı kadarıyla, ellerinde satır, bıçak, pala, taş ve sapan taşıyan bir grup tekbirlerle, İLEF’teki karşıt görüşlü öğrencilere saldırdı. Görüntülerde, ellerinde kesici ve delici aletler taşıyan kişilerin fakülte binasının girişine yöneldikleri, içeriye girmeye çalıştıkları ve ellerindeki aletleri sallayarak öldürme tehdidinde bulundukları; buna karşılık, fakülte içindeki öğrencilerin grubun içeriye girmesini can havliyle engellemeye çalıştıkları anlaşılıyor. Saldırganlar yaklaşık bir saat süren eylemlerini gerçekleştirdikten ve kaçtıktan sonra kampüse giren polislerin saldırıya maruz kalan öğrencileri göz altına aldığı görülüyor.

Bu, Cebeci Kampüsü'nde yaşanan ilk linç girişimi değil. Daha önce de benzer nitelikte olaylar oldu. Fakat ne hikmetse saldırıya uğrayanlar her defasında ya kaçtılar ya da adli ve idari bir yaptırımdan “bir şekilde” kurtuldular. Üstelik, son olayla ilgili vahim bir iddia da söz konusu. Olayın gerçekleşmesinden bir buçuk saat önce bir otobüs çevik kuvvet polisinin kampüsün 50 metre karşı çaprazındaki taksi durağında olduğu ve müdahale için hazırlık yaptığı iddia ediliyor.(2) Fakat buna rağmen polisin müdahale etmekte geç kalması, polisin müdahalesine kadar kampüs içindeki özel güvenlikçilerin yaşananları seyretmesi ise olayın bir başka boyutu.

İKTİDAR VE LİNÇ KÜLTÜRÜ

Hâl böyleyken, akla Türkiye’de gittikçe artan linç ve linç girişimlerini, tümüyle ortadan kaldırmak mümkün olmasa da, engellemek neden bu kadar zor sorusu geliyor. Birkaç önemli neden sıralamak mümkün.

Birinci ve belki de en önemli neden, Türkiye’de bir linç rejiminin devletin kuruluşundan bu yana var olmasıdır.(3) Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de her dönemde linç örneklerine rastlandığı ve meşru kılınması için de her seferinde “kabul görülebilen” bir sebebin yaratılabilmesinin mümkün olduğu anlaşılır. Bundan dolayı, linç kültürünü belli bir iktidar partisi ve dönemle sınırlamamak gerekir. Türkiye’de eşit ve adil prensipler rehberliğinde ‘ortak yaşamı’ ve ‘vatandaşı’ yaratmakta başarısız olunması, farklı dünya görüşlerine ve motivasyonlara sahip toplumsal kesimlerin temsiline soyunan siyasi partilerin iktidar olduklarında rövanşist davranmalarına yol açmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’de iktidarlar değiştikçe ezen-ezilen ilişkisi ortadan kalkmamakta, sadece ezen ve ezilenler yer değiştirmektedir. Nitekim dünün ezileni muhafazakârlar bugünün ezeni olabilmektedir. Bu da, siyasal iktidarı ele geçiren toplumsal grubun sırtını statükoya dayayıp zaten hazır olan kalıba uyum sağlamasından kaynaklanmaktadır. Bu kalıp tekçilik/tek tiplilik ile kuşanmış bir zırha sahiptir. Zırhın değişmeyen ve değişmesi teklif dahi edilemeyecek parçası Türk(çü)lük, siyasal mücadeleler sonucu değişebilen parçası ise yaşam tarzı diyebileceğimiz dünya görüşüdür. Bu yüzden farklı dünya görüşlerine sahip siyasi partiler iktidarda oldukları dönemlerde hep kendileri gibi olmayanları iktidar güçlerini kullanarak terbiye etmeye çalıştılar. Bugün yaşananlar bu gerçeği yansıtmaktadır.

İkincisi, iktidar siyasi gücünü kullanarak hukuku esnetebilmekte ve öteki addettiği gruplar aleyhine işletebilmektedir. Hukukun esnetilmesi bugün Türkiye’de olağanüstü halin varlığıyla mümkün olmaktadır. Hukukun kendisini askıya alan bir güce karşı koyma gücü olmadığından ve hukukun uygulanması olağanüstü koşullarda söz konusu olduğundan iktidarın siyasi tasarılarının ve hassasiyetlerinin konusu olmaktadır. Bu tasarıların karşısında yer alanlar, yeri geldiğinde siyasal iktidar tarafından yargı yoluyla, yeri geldiğinde iktidarın tabandaki destekçilerinin fiziki müdahaleleriyle cezalandırılmaktadır. Üstelik hukukun dışına çıkarak linç girişimlerinde bulunanlar, Cebeci örneğinde olduğu gibi, çoğunlukla bir yaptırımdan da bağışık tutulmaktadır veya tutulacaklarına inanılmaktadır. Bir bütün olarak devlet tarafından vatandaşların haklı tepkisi veya milli duygularına hakim olamama gibi gerekçelerle onaylanan linç ve linç tehditleri, Türkiye’de uygulanan OHAL’le beraber düşünüldüğünde Tanıl Bora’nın şu tespitiyle (4) çok daha anlaşılır oluyor: “Devletin şiddet tekelini bir süreliğine askıya alarak millet –ya da şimdilerde sivil topluma diyorlar- devredebileceğini ima etmesi açık bir tehdit olarak kullanılıyor… Linç ve linç tehdidi, hukuksal düzeyde suç olmaktan öte, medeniyet kaybıdır.” Gerçekten de, linç tehdidinin siyasi amaçların bir parçası haline gelmesi, devlet olma durumuna ve toplum olma vasfına en büyük tehdittir.

Son olarak, Türkiye’de linç kültürü toplumsal felaketlerin yaşandığı dönemlerde devreye giren egemenin hazır ve nazır bir aracı olarak görev yapmaktadır. Siyasilerin, muhalif gazeteci ve sanatçıların tarafsızlığına dair kuşkuların olduğu yargı eliyle cezalandırılması (5) “hukuk içinde” gerçekleşirken, kişilere, siyasi partilere ve kimi gruplara yönelik saldırılar hukuk dışında cereyan etmektedir. İster hukuk içerisinde isterse hukuk dışında gerçekleşsin, linç pratikleri iktidarın ve iktidarın beslendiği toplumsal grupların zımni işbirliğinde vuku bulmaktadır. Bu tür fiziki müdahalelerin failleri ‘milli duygularına hakim olamadıkları için’ saldırıyı yaptıklarını söylemekte ve çoğu zaman adli bir cezaya çarptırıl(a)mamaktadır. Bundan dolayı, Cebeci’de yaşanan tarzda olayların içinde bulunduğumuz OHAL koşullarında tekrar tekrar meydana gelmesi beklenmelidir.

Yukarıda değinilen sebepleri beraber düşündüğümüzde, özetle şu sonuçlara varabiliriz: 1- Mevcut iktidar, temsilini yaptığı grubun tahakkümünün toplumun geri kalanına yayılması için çalışmaktadır; 2- Hukuku temsilini yaptığı grubun lehine esnetebilmekte ve onu avantajlı kılmaktadır; 3- Egemen grup da linç kültürüne alet olarak toplumun geri kalanını şiddet pratikleriyle baskı altında tutmaktadır. Bu da siyasal iktidarın olağanüstü koşullarda muhalefeti sindirmesini ve kendi dünya görüşüne uygun siyasi ve hukuki düzenlemeleri gerçekleştirmesini kolaylaştırmaktadır.

Bu karanlık ortamdan çıkış yolu da, baskı ve şiddet tehdidi altındaki tüm ezilenlerin örgütlü ve demokratik bir paydada buluşup ‘ortak yaşamı’ kurmalarından geçer.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi

(1) Zeynep Yılmaz, “Hukuki Açıdan Toplumsal Şiddet Olarak Türkiye’de Linç”, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hukuk Yüksek Lisans Programı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2012, s. 5.

(2) http://www.birgun.net/haber-detay/ankara-iletisim-deki-saldirida-guvenlik-skandali-ortaya-cikti-162651.html

(3) Tanıl Bora, Türkiye’nin Linç Rejimi, İstanbul, Birikim Yayınları, 2014. Bora, Türkiye’de bir linç rejiminin varlığından hareketle bahanesi ve meşrulaştırma mekanizmaları hep hazır tutulan linç eylemlerinin analizini sunuyor bu kitabında. Linçin hedef aldığı kesimler döneme göre azınlıklar, Aleviler, komünistler veya Kürtler olabilmektedir.

(4) Tanıl Bora, Türkiye’nin Linç Rejimi, İstanbul, Birikim Yayınları, 2014, s. 32-37.

(5) Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Emir Kaya’nın yaptığı bir anket çalışmasına göre ankete katılanların yüzde 85’i hukukta “adamına göre muamele” olduğunu düşünüyor. Bkz: http://odatv.com/turkiyede-adaletin-bittiginin-resmidir-0811161200.html. Erişim tarihi: 06.06.2017