YAZARLAR

Filler tepişiyor, çimenler eziliyor

Cumhuriyetin yüzüncü yılını belki de yüzyılın en önemli seçimiyle karşılayacağız. Siyasilerin ve seçmenin karşısında iki yol var: Birinci seçenek ekonomik çöküntü, çevresel bozulma, demokratik gerilemeyle karakterize edilen bir siyasi istikrarı devam ettirmek, ikinci seçenek toplumsal uzlaşıyı, demokratik siyaseti, ekolojik denge ve ekonomik dönüşümü tetikleyecek yeni bir iktidara şans vermek.

14 Mayıs’ın seçim tarihi olarak açıklanmasından ve Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim takvimini ilan etmesinden sonra ülkenin siyasi gündemi seçim sürecine kilitlendi. Şimdi partiler, ittifaklar, listelerde kendine yer bulmak isteyen milletvekili adayları, siyasetten nemalanmak derdindeki küçük büyük tüm siyasi bileşenler, küçük hesaplar ve büyük beklentiler ortalığa saçılmış durumda. Kurban bayramlarında kurban pazarlarındaki el sıkışma sahnelerini hatırlatan siyasi pazarlıklar seçmen iradesini pek de dikkate almıyor, ne yazık ki siyasi katılımın sınırlı olduğu bir ortamda filler tepişirken olan çimenlere oluyor.

SEÇİME İKİ AY KALA İTTİFAKLARIN DURUMU

Meral Akşener’in kısa süreli ve gereksiz tornistanından sonra Millet İttifakı’nda sular durulmuş gibi görünüyor. Her ne kadar Meral Akşener masaya dönmüş, mutabakat sağlanmış gibi gözükse de yaşanan süreç ittifakın istikrarı konusunda güven sarsıcı oldu. Örneğin milletvekili adaylıkları ve liste oyunları başladığında yeni fırtınaların kopacağını öngörmek zor olmuyor. Şimdilik siyasette değişim ihtiyacı masayı bir arada tutuyor, ama bu birlikteliğin İYİ Parti tarafından hazırlanan İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem metni ile CHP’nin Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ndeki hedeflerin ne kadarını gerçekleştirebileceği ise belirsiz.

Muhalif kanadın diğer ittifakı Emek ve Özgürlük Cephesi’nde ise başka tür belirsizlikler var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını destekleme konusundaki eğilim güçlü bir söyleme dönüşmedi. HDP’nin kapatılma riskine karşılık Yeşil Sol Parti çatısı altında seçimlere girmesi dikkat çekici bir önlem olsa da partilerin milletvekili adaylıklarında tek liste mi çoklu listelerle mi seçime katılacakları belirsiz. Sera Kadıgil’in bazı seçim bölgelerinde tek liste, diğerlerinde ise farklı listelerle –birbirleriyle yarışarak- seçimlere katılma teklifi özellikle HDP’yi destekleyen ve HDP’nin taban oyunun daha fazla olmasını vurgulayan kesimler tarafından tepkiyle karşılandı. Sera Kadıgil, HDP’nin oy potansiyeli düşük olan bölgelerde aday çıkarmanın hem matematiksel olarak anlamlı olduğunu hem de parti olarak hakları olduğunu savunuyor. Ama sanki HDP’ye oy vermeyenlerin mutlaka TİP’e oy vereceğini varsayarak bir mantık hatası yapıyor.

Siyasi arenadaki üç ittifak içinde pozisyonunu en net ortaya koyan ve ittifakı genişletme sürecini de aynı netlikte sürdüren seçenek Cumhur İttifakı oldu. Ama her netlik siyasi tercihleri olumlu etkileyecek bir unsur olmayabilir. Önce yapılan görüşmeler sonrası HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’nı destekleme kararı alması, daha sonra Yeniden Refah Partisi’nin de bazı görüş ayrılıklarına rağmen Cumhur İttifakı’na katılması, Cumhur İttifakı’nın, ama özellikle AKP’nin siyasi konumlanması açısından anlam taşıyor. AKP, artık farklı kesimleri bünyesinde barındıran merkez sağ bir parti değil, radikal İslam ve varyasyonlarına yakın duran aşırı sağ bir parti. Kadın haklarındaki gerilemeye rağmen hala kadınları koruyan yasaların pazarlık konusu edilmesi, Hizbullah kökenli siyasi yapılanmaya alan açılması bunun somut göstergeleri.

AKP artık 2000’li yılların başındaki hem liberallere hem muhafazakarlara hitap eden, AB hedefleriyle İslami kimliğini uzlaştırmayı hedefleyen bir kitle partisi değil. Recep Tayyip Erdoğan da Erbakan ekolünün yerine geçen genç, modern muhafazakâr lider değil. Erdoğan 2003 yılında partisinin 1. Olağan Kongresi’nde “muhafazakar demokrat çizgiye sahip çağdaş bir merkez partisi” tanımını kullanıyor. Bundan bir yıl sonra, 2004’te Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu’nda yaptığı açılış konuşmasında Erdoğan, AKP’nin muhafazakar demokrat çizgisini anlatırken ortaya koydukları siyaset anlayışının radikal üslup ve söylemler yerine diyalog ve işbirliğine dayandığını vurguluyor, geleneksel ve moderni buluşturan bir toplumsal değişimden yana olduklarını anlatıyordu. Konuşmanın özellikle dinin ve dini değerlerin siyasetteki yerine dair bölümleri dikkat çekiciydi:

“AK Parti, toplumsal olanı, grup aidiyetini ve sivil toplumu önemli bulurken, cemaatçi bir yaklaşımı ön plana çıkarmamaktadır. AK Parti, dini bir toplumsal değer olarak önemsemekle birlikte, din üzerinden siyaset yapmayı, devleti ideolojik bir dönüşüme uğratmayı, dini sembollerle örgütlenmeyi doğru bulmamaktadır. Din üzerinden siyaset yapmak, dini araç haline getirmek, din adına dışlayıcı bir siyaset yürütmek hem toplumsal barışa, hem siyasi çoğulculuğa, hem dine zarar vermektir. Dini ve dindarları önemsemek, dini 'değerlerin sosyal fonksiyonları' kabul eden bir parti olmak ile dini bir ideoloji haline getirerek devlet aygıtı marifetiyle ve zorla toplumu dönüştürmeyi amaçlayan bir parti olmak arasında çok ciddi bir fark vardır.”

AKP, artık merkez de demokrat da çağdaş da değil. Aslında belki de hiç olmadı, ama bu, farklı kıstasları içeren başka bir analizin konusu. Bu değişimin ya da yanılgının en önemli nedeni, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak için tabanından, ideolojik temellerinden ve örgütsel çerçevesinden taviz vermesi, kurmak için yola çıktığı toplumsal uzlaşıyı kendi elleriyle yok etmesi, ikinci bir nedeni de yirmi yıllık uzun bir iktidar sürecinde AKP’nin güçlü bir alternatifle test edilmemesi, gücünü mutlaklaştırırken dirençle karşılaşmaması. Cumhur ittifakının mevcut genişleme hattı da AKP’nin muhafazakâr demokrasiden uzaklaşıp radikal İslam’a ulaşmasının en somut göstergesi. Bundan sonraki süreçte siyasetin gelişim hattını seçmenin iradesi belirleyecek.

BÜTÜN BU GELİŞMELERE SEÇMEN NASIL TEPKİ VERECEK?

Muhalif seçmenin oy verme eğilimi farklı partilere işaret etse de seçimlerden beklenti tek bir hedefte ortaklaşmış durumda. Ekonomik krizin etkisi, önlenemeyen enflasyon, hanedeki etkisi kısa sürede sıfırlanan ücret artışları muhalif seçmenin sabrını tüketmiş durumda. Deprem sürecindeki beceriksizliklerin yarattığı toplumsal travma ve kitlesel öfke de muhalif seçmenin ortak hedefi daha güçlü bir biçimde sahiplenmesine neden oldu. Bu noktada muhalif ittifaklar seçim sürecinde yeni çatışmalara, hiziplere, ayrılıklara meydan vermezlerse önlerindeki tarihi fırsatı değerlendirmiş olurlar.

Bu seçimlerin asıl anahtar kitlesi AKP seçmeni olacak, bugün gelinen noktada bu kitlenin en azından bir kısmı AKP’nin artık eski AKP olmadığını fark ediyor. Bu noktada muhalif ittifakların kendilerine yakın kesimlerden oy almak kadar AKP’nin mevcut durumundan memnun olmayan seçmenin taleplerine de kulak vermesi, hedefledikleri siyasi değişimlerin onlar için de yenilikler ve fırsatlar sunduğunu göstermesi gerekiyor. Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr genç kadınlara yaptığı çağrı bu yönde bir girişim. Toplumun en alt tabakasında yer alan işçiler, köylüler ve işsizler için ortak mutabakat metnindeki ekonomik destekler de anlamlı vaatler. Ancak diğer taraftan beşli çeteyle mücadele, yandaşlık mekanizmasını sonlandırmaya yönelik söylemler, liyakat ve adalet vurgusu, yirmi yıldır parti üyeliği ve parti ağlarından beslenmeye alışmış, bu sayede mevki edinmiş kitlelerin çıkarlarını tehdit ediyor. Belki burada ekonomik krize vurgu yapmak, derinleşen bir kriz ortamında yandaşlığın dahi kendilerini kurtarmaya yaramayacağını seçmene anlatmak gerekiyor. “Kefenimizle geldik ölümüne seninleyiz.” diyenler için yapacak bir şey yok belki, ama geri kalanlar için “aynı gemide” olmanın, gemi batarken de geçerli olduğu, düze çıkmak için de birlikte hareket etmenin zorunluluğu seçmene aktarılmalı.

Özetin özeti, Cumhuriyetin yüzüncü yılını belki de yüzyılın en önemli seçimiyle karşılayacağız. Siyasilerin ve seçmenin karşısında iki yol var: Birinci seçenek ekonomik çöküntü, çevresel bozulma, demokratik gerilemeyle karakterize edilen bir siyasi istikrarı devam ettirmek, ikinci seçenek toplumsal uzlaşıyı, demokratik siyaseti, ekolojik denge ve ekonomik dönüşümü tetikleyecek yeni bir iktidara şans vermek. İşin ilginç yanı, bu ikinci seçenek AKP’ye bile iyi gelecek; çünkü ancak bu sayede yeni bir siyaset üretmek için neden bulacaklar. Belki böylece yirmi yılın muhakemesini yapar, kutuplaştırıcı, yaftalayıcı dille, ayrımcı siyasetle geldikleri yeri daha iyi anlarlar.


Aslıhan Aykaç Kimdir?

İzmir’de doğdu. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Binghamton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Burada yazdığı doktora tezi Yeni İşler, Yeni İşçiler adıyla 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlandı. 2007 yılında Middle East Research Competition fonundan yararlanarak yürüttüğü araştırmanın sonuçları Toplum ve Bilim dergisinde “Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısından Sosyal Güvenlik Reformunun Emek Piyasasına Etkisi” başlığıyla yayınlandı. 2014 yılında Fulbright Doktora Sonrası Araştırma Bursunu kazandı ve 2014-15 akademik yılını Rutgers Üniversitesi’nde araştırmacı olarak geçirdi. Bu araştırma 2017 yılında İngiltere’de Routledge yayınlarından Political Economy of Employment Relations: Alternative Theory and Practice adıyla İngilizce olarak yayımlandı. 2018 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan Dayanışma Ekonomileri bu araştırmayı temel almaktadır. Makaleleri Toplum ve Bilim, New Perspectives on Turkey, Anatolia gibi dergilerde yayımlandı. Nazilli Basma Fabrikası üzerine yürüttüğü araştırması Devletin İşçisi Olmak: Nazilli Basma Fabrikası’nda İşçi Sınıfı Dinamikleri adıyla 2021 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Çalışma alanları arasında, siyaset sosyolojisi, çalışma ilişkileri, sosyal politika ve turizm sosyolojisi yer alıyor. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmalarını sürdürüyor.