Ersin Karabulut: Yeni olan her şey tehlikeli geliyor

Ersin Karabulut'un 'Yeraltı Öyküleri' adlı çizgi romanı İnkilâp Kitabevi tarafından yayımlandı. Karabulut, "Her türlü anlamsız yükü üreten toplumun kendisi" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ersin Karabulut, günümüzün en önemli çizerlerinden biri. Lise yıllarından itibaren Pişmiş Kelle, Gırgır, Lombak, Penguen ve kurucusu olduğu Uykusuz da dahil olmak üzere pek çok dergide karikatürler ve çizgi öyküler yayınladı. Mimar Sinan Üniversitesi Grafik Tasarım mezunu olan Karabulut, yurt içi ve yurt dışında yayın yapıp, çizgi roman ve öykü anlatıcılığı üzerine de çeşitli workshop’lar düzenliyor.

Karabulut’un kaleminden çıkan 'Yeraltı Öyküleri' adlı çizgi roman geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. İnkılâp Kitabevi etiketine sahip olan 'Yeraltı Öyküleri', modern topluma yönelttiği eleştirilerle akılda kalacak gibi görünüyor.

Ersin Karabulut

FRANSIZCAYA VE PORTEKİZCEYE ÇEVRİLDİ

'Yeraltı Öyküleri'nin, farklı zamanlarda, farklı dergilerde çizdiğiniz öykülerin bir araya gelmesi sonucu oluştuğunu görüyoruz. Hatta bu öyküler Fransa’da Contes Ordinaires D’une Societe Resignee (2018) ve Jusqu’ici Tout Allait Bien (2020) isimli iki albüm olarak yayınlanıp iyi eleştiriler aldı. Gelecek ay da Portekizceye çevrilerek Brezilya’da yayınlanacağı duyumunu aldık. Uzun zamandır çizerlik yaptığınızı göz önünde bulundurursak; içlerinden özellikle bu öyküleri seçmeye nasıl karar verdiniz? Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz?

'Yeraltı Öyküleri' kitabını yapmayı yıllarca çok istedim ama hazırlamaya bir türlü fırsat olmamıştı. Çok fazla tamir ve düzenleme gerekeceği için erteleyip duruyordum. 2016’da Almanya’da bir sergiye katıldım. Sergide birçok orijinalin yanında kitaptaki “Monokrom” adlı öykünün orijinalleri de vardı. Fransız mizah dergisi Fluide Glacial’le temas o öykü üzerinden kuruldu. Bir sonraki ay dergide yayınlamak istediler. Sonra duyduğuma göre Edika, “Bu adamın öykülerini yayınlamaya devam edin” demiş. Fakat Avrupa çizgi romanında görselliğe daha bir önem veriyorlar. Bizim dergilerimizin sayfaları ise hep çok yoğun olur. Bol bol muhabbet ve konuşma balonu olduğundan, aslında bakması, okuması zordur biraz. Benim öyküler Fransa’da yayınlanmaya başlayınca, yıllardır üşendiğim tamir etme, yeniden çizme ya da renklendirme işlerine nihayet bakabildim. Aslında kitaptakinin belki üç katı kadar 'Yeraltı Öyküsü' var fakat çoğu grafik olarak hoşuma gitmiyor. Bazılarının da çizgileri güzel fakat hikâyelerini sevmiyorum. Türkiye’de çıkan kitaptaki öyküler, iki anlamda da sevdiğim işler. Fransa’da yayınlanmaya devam edecekler. O yüzden bazı sevdiğim öyküleri yeniden çizmeyi ve yeni bazı öykülerle birlikte yeni kitaplar çıkartmayı düşünüyorum. Zaman meselesi. 

'BİRTAKIM DERTLERİ KENDİ TARZIMIZDA DİLE GETİRME AMACIMIZ VAR'

Kitaptaki çizgi öykülere baktığımızda, hemen hepsinin politik bir alt metne sahip olduğunu görüyoruz. Mizah dergilerinin de siyaseti yakından takip ettiğini düşürsek, karikatürün/çizgi romanın siyasetle ilişkisine dair neler söylemek isterseniz?

Genelde günlük hayatta durduk yerde konuşmayız. Bizi konuşturacak dış bir faktör olması gerekiyor. Bizim coğrafyada da malum, çok fazla dış faktöre maruz kalıyoruz. İnsanın yaptığı resme, çizdiği karikatüre yansıyor yani o şeyler. Mesela sadece güzel bir görüntü çizdiğinde bile çirkinlik görmekten bıktığın için, güzelliğe duyduğun özlemden yapıyorsun biraz da. “Sanat politik olmak zorundadır” gibi iddialı bir söz söylemek istemiyorum. Bence böyle bir zorlama olamaz. Sadece ister istemez politik bir tarafı oluyor çoğu zaman. Çizgi öyküler, karikatürler ve dergiler özelinde konuşursak da, evet, bu biraz da misyon. Yani birtakım dertleri kendi tarzımızda dile getirme amacımız var. Ama artık buna bile laf söyleniyor. Uykusuz’un kapaklarını sosyal medya hesaplarımıza her hafta koyuyoruz. Bazen altındaki yorumlara bakıyorum. “Sizin işiniz karikatür, mizah falan, siyasetle ne işiniz var? İşinize bakın” falan diyorlar. Bu akılsızları normalde ciddiye almamak lazım fakat sayılarının arttığını gözlemliyorum ve canım sıkılıyor. 

'HER TÜRLÜ ANLAMSIZ YÜKÜ ÜRETEN TOPLUMUN KENDİSİ'

Öykülerin öne çıkan bir diğer özelliği toplum eleştirisi sanıyorum. Yaptığınız eleştiriler sadece yönetim mekanizmalarına bağlı güçlere değil, aynı zamanda o güce tapınan topluma da yönelik. “Silahı üreten değil tetiği çeken sorumludur” fikrince, "Taş Devri" öyküsüne dair neler söylemek istersiniz? Ya da şöyle mi sormalı; taşı (günlük hayatında) “üreten” aynı zamanda toplum mudur?

Zaten her türlü anlamsız yükü üreten toplumun kendisi. Kutsadıkları geleneklerinin ne olduğunu bile düşünmeyen milyarlarca insan, hep beraber taş taşıyıp duruyoruz sırtımızda işte. Taşları sorguladığın anda, seni taşların kendisiyle paramparça ediyorlar. Korku çok temel bir dürtü. Yarın varlığını koruyamama ihtimalin varsa korkuyorsun ve bildiklerine sarılıyorsun. Bilmediğin, yeni olan her şey tehlikeli geliyor. Maneviyatı, geleneklerini ağzından düşürmeyen toplumlar hep fakir ve ölümün kıyısında gezen toplumlar o yüzden.

Yeraltı Öyküleri, Ersin Karabulut, 152 syf., İnkılap Kitabevi, 2021.

“Bizler evlerinin önünde ölü çocuklar olan güçlü insanlardık. Dünya böyle işliyordu ve kazanmamız gereken çok para vardı.” Öykülerinizde bir de insanın kendine yönelttiği bir şiddet var. Byung-Chul Han, “Başarı ve Performans Toplumu” diye tanımladığı bu durumu, “Olumluluğun Şiddeti” şeklinde özetliyor. İktidar ve toplum baskısını eleştirirken bu kısım genelde neden hep gözden kaçıyor?

Bence yine korkuyla ilgili. Yarına dair korkusu olmayan insan, mutlu olmadığı halde mutluymuş numarası yapmaya gerek duymaz, diye düşünüyorum. Başarılı ve mutlu bir persona oluşturursan kaynaklar sana daha fazla akıyor. Kaynak dediğim; para, sevgi, ilgi, yiyecek ya da neyse artık. Bireysel olarak bu baskının dışında durabilmek çok zorlaştı. Yani bazı öykülerde bu konuyu işlediğim halde ben de hep bir başarılı ve mutlu olma peşindeyim tabii ki. İnsan canlısı aksiyonlarını inanılmaz bir şekilde rasyonalize edebiliyor. Bunlar düşünülerek ve konuşarak bir nebze çözümlenebilecek konular. Sanat da bunu yapmaya çalışıyor zaten. Kişisel bir örnek vereyim. Ben günlük tutarım. Sevgili günlük tadında şeyler değil ama duygularımı, düşüncelerimi, planlarımı yazdığım karmaşık notlar diyelim. Eski yazdıklarıma bakıyorum, sürekli bir “şunu yapmalıyım, bunu etmeliyim”ler var. Hep bir zorunluluk kipi yani. Bunu son zamanlarda “yapmalıyım”dan, “yapmak istiyorum”a çevirdim. Bu dil bile kendine verdiğin komutlar açısından çok önemli. Mutluluk ve mutsuzluk konusunu da bazen çok abartıyoruz. Mutsuzluk da bir duygu, ona da yer var hayatta. Şimdi tabii bunu söylerken bir ermiş gibi oldum ama birazdan çok istediğim bir şey kötü sonuçlanırsa inanılmaz üzüleceğimden de adım gibi eminim. Belki sadece farkında olmak ve biraz denge sağlamaya çalışmak önemlidir.

'AİLE TEHLİKELİ BİR ŞEY'

"Normal Böceği" öyküsünde yeni evli bir çiftin evinde peydah olan bir şey, "G=O" öyküsünde yer çekiminin, oksijenin satılıyor olması, "Hem De İkiz"deyse vajinası olmadığı halde hamile kadın bir kadın karşımıza çıkıyor. Birbirinden farklı şekilde işlenmiş bu üç öykü de aile kavramına yönelik. Günlük rutinde problem haline gelmiş birtakım durumları/duyguları insandan çıkarıp, kendi bilinciyle hareket eden bir şey’e dönüştürüyor ve böylece bir yabancılaşma yaratıyorsunuz. Farkındalık ve yabancılaşma arasında nasıl bir ilişki var?

Aile, içine doğduğun için, baştan beri her şeyini doğru kabul ettiğin çok tehlikeli bir şey. Ailenin bu kadar yüceltilmesi de net bir “değişmeyin, geleneksel kalın ve gelişmeyin” propagandası. Çünkü aile, genetik ve sevgi bağı sebebiyle, hatalarını görmek isteyeceğin en son şey. Milyon tane namussuz adamın çocukları akşam koşa koşa “Babişkoo!” diye sarılıyorlar işte babalarına. Ben de ailemi severim ama ailesini sürekli övenden de huylanırım. Yazıp çizdiğim öykülerde aile bu yüzden çok işlevsel. Bilişsel uyumsuzluk kavramını göstermeye yarıyor, ayrıca farklı karakter özellikleri koyabiliyorsunuz. Farkındalık, yabancılaşmayla çok ilişkili. Bir şeye yabancı bir gözle bakmadan onu tüm boyutlarıyla göremeyiz. Mesela canından çok sevdiğin abin hıyarın tekiyse yabancılaşmadan nasıl objektif olacaksın ona karşı? Hoş, büyük bir çoğunluğun objektif ya da farkında olmak gibi bir çabası yok. Ya da bedelinin büyük olabilmesi ihtimali yüzünden zor geliyor.

Karikatürün ve çizgi romanın son yıllarda daha çok okur bulduğu, büyük yayınevlerinin bile çizgi roman serileri çıkardığını görüyoruz. Bu popülerliğin sosyal medyada paylaşılan karikatürlerle, dev bütçeli Marvel/DC filmleriyle ne gibi bir ilişkisi var sizce?

Bence sadece şekil değiştiriyor. İlgi hep vardı. Gırgır’ın 80’lerde 400-500 bin sattığı söylenir. Şimdi böyle satışlar hayal. Ama herkes telefon ekranında beliren karikatürü okuyuveriyor. Çizgi roman sanatının DC/Marvel gibi büyük endüstri devleri tarafından yaygınlaştığını da düşünmüyorum. Karakterlerini farklı bir medyuma, yani sinema/TV’ye taşıdılar. Bu sebeple çizgi roman satışlarında artış oldu mu bakmak lazım, çok bilgili olduğum bir konu değil bu. Türkiye’de ise baskı teknolojisinin de nihayet biraz ilerlemesiyle, kaliteli albümler kitaplar basılabiliyor. 

Sevdiğiniz, önerdiğiniz çizerler/çizgi romanlar hangileri?

Robert Crumb’ın yazıp çizdiği her şey. Charles Burns - Black Hole. Art Spiegelman - Maus. Yaptığı her şey çizgi roman değil, ama ilham açısından Lorenzo Mattotti. Gipi. Moebius. Enki Bilal. Amerika’da Fantagraphics yayınevi muhteşem şeyler çıkartıyor. Doğuda inanılmaz büyüklükte bir manga dünyası var. Akira’yı tavsiye ederim. Türkiye’deki sevdiğim isimler saymakla bitmez. Engin Ergönültaş’ın 90’larda yaptığı öyküler, 'Pembe Dişler' mesela. Ama bulmak zor. İlban Ertem, Bülent Arabacıoğlu, Ergün Gündüz, rahmetli Galip Tekin. Suat Gönülay. Kemal Aratan’ın yaptığı her şey. Özellikle 'İhtiyatsız Adam' ve 'Bi Gece Daha'. Memo Tembelçizer, Bülent Üstün, Bahadır Baruter, Emrah Ablak, Mehmet Çağçağ, Kenan Yarar, Cengiz Üstün, Oky, Uğur Gürsoy, Yiğit Özgür, Metin Fidan... Şimdi benim de yeni yeni gördüğüm bir sürü çizer var, bunları maalesef eskisi kadar takip edemiyorum ama sosyal medyada gördüğüm kadarıyla Türkiye’de çok fazla sayıda inanılmaz yetenekli insan var ve daha da geliyor.

Şu sıra yeni bir çalışmanız var mı? Sizden sürpriz bir çizgi roman okuyacak mıyız?

Şu an renklendirmesini yaptığım bir kitap var. Fransa’da Dargaud Yayınevi için yapıyorum. Dargaud, Asterix’in ve Red Kit’in orijinal yayıncısı. Çok istediğim bir şeydi bu kitap ve en çok istediğim yayıneviyle oldu. Aslında yıllarca yazıp çizdiğim "Sandık İçi"nin haftalık değil de tek bir kitap halindeki uzun versiyonu. Türkiye’de büyümek ve çizer olmak üzerine, “graphic memoir” dedikleri türden bir kitap. Üçleme olması muhtemel ama enerjim yetecek mi bilmiyorum. Canımdan can gitti, çok yoruldum çünkü. Fransa’dan hemen sonra ya da eş zamanlı olarak Türkiye’de de basılması planlanıyor. Ama hakları bende değil, o yüzden zamanlamasını henüz bilemiyorum. Çok özenerek çalışıyorum, tatmin edici bir iş olur umarım.