Avrupa çökerken

Avrupa'da her cephede bir kavga var. Tüm AB ülkelerinin kabul edebilecekleri ortak bir göç politikasında genel bir karara varamamasından bile bu anlaşılıyor.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - Gelecekte geriye dönülüp bakıldığında, tarih kitaplarında 2017 yılı için ön plana, Brexit mi, yoksa Katalonya mı öne çıkacak? Belki de Trump! Ya da Çin’in veya Rusya’nın tutumu? Hangisi olursa olsun, birçok yönden kitaplar 2017 için Avrupa ruhunun ortadan kalkmaya başladığını yazacak.

Bazen nerede olduğumuzu anlayabilmemiz için var olduğumuz noktadan uzaklaşıp ileriye doğru bakmak faydalı olabiliyor. Avrupa Birliği ve Avrupa siyaseti içinde derinlemesine ve geniş bakışa ihtiyacımız var. Ortak Avrupa tarihi, bugünkü Avrupa Birliği’nin 1950’lerde atılmış temelleri olan “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” ve “Roma Anlaşması”ndan çok daha gerilerde ve de köklüdür. Avrupa kıtasının tarihi, sonraları ülkelerin ortak bir birlik oluşturmasını sağlayacak birçok siyasi olayın ortak yaşanmasıyla oldukça bağlantılıdır:

732 Puvatya Muharebesi’yle Endülüs Emevileri’nin Avrupa'da ilerleyişinin durdurulması, 800’de Şarlman’nın (Karl der Große) taç giymesiyle Kutsal Roma İmparatorluğu’nun resmi varisi olması, 1356’da ilan edilen ve Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nda hükümdar seçimlerini düzenleyen Altın Ferman, “Yeniden Fetih” anlamına gelen ve Endülüs Dönemi’nde İber Yarımadası’ndaki Müslüman varlığının 1492’de ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan Reconquista, Protestanlık’a karşı açılmış Seksen Yıl Savaşı ve Otuz Yıl Savaşı’nı 1648’de noktalayan Vestfalya Barışı, 18. yüzyılın başında veliahtsız İspanya İmparatorluğu tahtına geçme kavgası olan İspanya Veraset Savaşı’nı 1714’de sonlandıran Utrecht Barışı, 1806’da Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Napolyon Bonapart tarafından ortadan kaldırılması, 1814’de Fransa İmparatorluğu yenilgisiyle Avrupa ülkeleri sınırlarının yeniden çizildiği Viyana Kongresi, 1871 Versay Antlaşması, ardından Birinci Dünya Savaşı ve yine Versay Antlaşması, İkinci Dünya Savaşı’nı bitirme çabaları çerçevesinde toplanılan Malta ve Yalta konferansları ve Almanya’nın savaş sonrasında kaderinin belirleneceği Potsdam Konferansı... Ve tüm bu savaşların sonunda Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun temelini atan anlaşmalar. Tüm bu tarihi olaylar ortak Avrupa'nın var olmasının tarihsel arka planını oluşturdular.

ÇÖKÜŞÜN HABERCİLERİ ARTARKEN

2017 yılı bir zamanlar Avrupa Birliği olan oluşumun yıkılmaya başladığı tarih olarak anılabilir. Katalan bölgesi Madrid’deki yönetime, artık İspanya devletinin bir parçası olmak istemediklerini açıkça ifade etti. Bundan önce İskoçya, AB’den ayrılan Büyük Britanya’dan bağımsızlığını ilan etmeye varan düşüncelere daldı; Fransa'nın Korsika Adası da ayrılma düşünceleri var; keza Kuzey İtalya, güney kısmından kurtulma özlemi içinde; hatta Almanya'nın Bavyera eyaletinde bile sarf edilen ayrılma fikirleri dinleyici kazanabiliyor. Öte yandan oldukça yeni bir üye olan Polonya, hukuk sistemindeki reformlar yüzünden birlikten atılmanın eşiğinde ve Türkiye ile tarihi ekonomik ilişkilerinden dolayı, 2017 yılı boyunca sürekli kendi prensiplerini çiğnediği eleştirileri yöneltilen ve yeni yıla hükümetsiz giren ve aşırı sağcı partinin meclise girdiği Almanya.

BU NOKTAYA NASIL GELİNDİ?

İlk olarak belki de şunu söylemek gerekir, “Avrupa her zaman bir elit projeydi, ama hiçbir zaman halkın projesi değildi” söylemi doğru fakat yetersiz bir tanımlamadır. Avrupa, her zaman bölgesel bir oluşumdu. Kutsal Roma İmparatorluğu ve sonraki Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu tarihinde 296 egemenlik ve doğrudan imparatora bağlı 1475 kişi ve kuruluş vardı. Avrupa, bu denli karışık bir politik ortamdan oluştu. Almanya’da köklü küçük bir şehrin, saray veya belediye binası gibi tarihi yapılar bile, o şehrin yerel kralının iktidarının ne kadar güçlü ve doğrudan yönetimin nasıl işlemiş olduğunu ve böylesi otonom tekillerin bugün nasıl bir bütün oluşturmuş olduğunu kronolojik olarak gösterir.

İkinci olarak "ulus devlet" iradesi küçümsenmiş, sonu çok hızlı ilan edilmiştir. Millet duygusu, insanlara afet ve kaotik dünyada sığınak hissi veriyor. Ve bu sığınma ihtiyacı globalizasyon denilen kafa karıştırıcı ve anlaşılmaz dünyada, en yakındaki “millet sığınağı”na sarılma ihtiyacını daha da arttırıyor. Tanımlanması zor globalizasyon baskısından dolayı tekrar milliyetçilik artıyor.

“Birlikten kuvvet doğar”ın “Her koyun kendi bacağından asılır”a dönüşmesi: Dış basınç, şekillendiren bir kuvvettir, sadece kimya da değil, aynı zamanda bir kıtadaki siyasi gelişmelerde de etkilidir. Belçikalı tarihçi Henri Pirenne’nin bir makalesinde (Mohammed und Karl der Große. Die Geburt des Abendlandes), Antik Çağ’ın sonunun Kavimler Göçü’yle değil, 7. ve 8. yüzyıldaki İslami yayılma politikasının Avrupa'da gelişmesinden dolayı olduğunu savunur: Bu bağlamda oluşan dış basınç, yani başka bir kültür ve dinin Akdeniz’in kuzeyinde ve özellikle İberya Yarımadası’nda yayılması, Avrupa'nın tek bir hükümdarın altında birleşmesine yani Şarlman’la siyasi bir çatı oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Avrupa ruhu uzun bir süre dünyaya; Avrupa toprakları, birliğe üye ülkelerin serbest ticaret yapabildikleri ve ortak siyasi ruhla, Çin veya başka yükselişe geçmiş büyük devletlerle dünya pazarında rekabet edebilecekleri, 500 milyon insanın paylaştığı Avrupa kültürü bölgesidir, sinyalini verdi. Ancak anlaşılan “büyüklük önemlidir” lafı ikna gücünü kaybetmiş!

Şimdi Avrupa'da her cephede bir kavga var. Tüm AB ülkelerinin kabul edebilecekleri ortak bir göç politikasında genel bir karara varamamasından bile bu anlaşılıyor. Belki Büyük Britanya’nın AB’den çıkışının nedenlerinden biri de, göç konusunda AB’ye bağlı kalmadan karar verebilme özgürlüğünü istemesiydi. Brexit, Almanya’nın göç dalgasıyla karşı karşıya kaldığı ve Şansölye Merkel’in sınırların kapatılamayacağını anladığı ve daha ne kadar mültecinin geleceğinin bilinmediği zamana denk geliyor.

2017 biterken ABD, bağımsızlık düşüncesini ramazan davulcusu gibi bağıran ve destekleyen bir başkan tarafından yönetiliyor. Bu, ayrılma düşüncesini Avrupa'ya da getirir ve bunun sonucu da izolasyonu doğurur! Rusya, Avrupa'nın yıkımını elinden geldiğince ve her alanda destekliyor. Çin yeni büyük güç olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Ve tam da bu ortamda Avrupa'nın kimi bölgelerinde ayrılma aktiviteleri, kimi bölgelerinde sağ popülizm gittikçe ağırlık kazandığı görünüyor.