Dış yandaşlar!

Kısa vadeli, geçici çıkarlar için Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, laiklik elden gitmiş; ne ABD’nin, ne Avrupa’nın umurundadır.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu

Tartışmalı bir referandum sürecinden geçen Türkiye’yle ilişkileri sağlam, sürdürülebilir bir yörüngeye oturtabilmek için hem AB, hem ABD için önemli bir fırsat doğmuştu. Bu fırsatın Türkiye’de giderek erimekte olan demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik ve insan hakları ilkelerinin güçlendirilmesi yönünde değerlendirilmesi mümkündü ve yapılsa, doğru olacaktı. Uzun vadeli karşılıklı yararlar, bölgesel ve uluslararası istikrara yapacağı olası katkılar bunu gerektirirdi. Fakat Batılı dostlarımızın bu fırsatı da dar çıkar hesapları uğruna harcayıp, heba edeceklerini anlıyoruz.

Nasıl mı? Referandum uygulamalarına AGİT ağır eleştiriler getirmiş, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi de bir ilke imza atarak Türkiye için ikinci defa siyasi denetim kararı almıştı. Daha önceleri ise AB organı Avrupa Parlamentosu (AP) da Türkiye’yle katılım müzakerelerinin geçici olarak durdurulması çağrısında bulunmuştu. İşte böyle bir siyasi seyir ortamında Malta’da toplanan AB Dışişleri Bakanları, bu gelişmelerin içeriğiyle uyumlu bir duruş sergileyebilecekken, “referandum sonuçlarına saygılıyız”, her ülkenin “kendi yönetim sistemine karar verme hakkını tanıyoruz”, “kapımız Türkiye’ye açık” açıklamalarıyla tam tersini yaptı. AP Türkiye Raportörü Kati Piri’nin son “yeni fasıl açma yok” çıkışı da durumu değiştirmiyor. Zira Almanya müzakerelerin kesilmemesi yönünde bir duruş sergiliyor.

AB ve üye ülkeler aslında AKP davranış biçimlerini iyi okuyor. Bunun için değerleri değil, çıkarları öne çıkarıyor. Devamlı yüksek perdeden tehditler savurup suçlamalarda bulunan, AB için ayrı bir referandum düzenlemek ve idam cezasını geri getirmekten söz eden AKP iktidarının söylemlerinin sözde kalacağını ve arkasının gelmeyeceğini değerlendiriyor; bunlar üzerinde fazla durmuyor.

Neticede artık dış güçler Ankara’nın kükremelerini daha çok iç siyasi tüketime yönelik popülist söylemlerden ibaret olduğunu görüyorlar. Nitekim AB’nin Malta’daki bu görünürde alttan alma duruşu karşısında Ankara söylemini hemen çevirmeye başladı. Sanki AB’yi dize getirdik. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu “AB bizi anladı”, Cumhurbaşkanı Erdoğan “eski defterleri kapatalım, şimdi ilişkileri iyileştirme zamanı” mealinde açıklamalarla AB kapısında daha da beklemeye dünden hazır olduklarını gösterdiler.

AB, güvenlik mülahazaları, ekonomik ve ticari nedenler, ayrıca sığınmacılar sorunu ve ülkelerindeki Türk toplumlarının olası tepkilerini dikkate alarak, siyasi yaptırımlar yerine Türkiye’yi oyalamaya devam etmenin çıkarlarına daha uygun olduğu hesabını yapıyor. Bu bağlamda, Türkiye’yle ‘yeni’ bir ortaklık modeli geliştirmek isteyen AB yetkililerinin beyanlarını sıkça duyar olduk. Fakat AB bu hesabında yanılıyor. Çünkü Türkiye’de demokrasi alanında geri gidişe göz yuman bir Avrupa, bunun maliyetinin Türkiye için olduğu kadar kendileri için de her geçen gün daha da ağırlaşabileceğini değerlendiremiyor, göremiyor. AB, kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadede gerçekleşebilecek karşılıklı kazanımları hiçe sayıyor.

ABD bakımından da durum farklı değil. Başkan Trump hatırı sayılır ülkelerin liderlerini arka arkaya Washington’a davet ederken Ankara’ya aylarca bir haber çıkmadı. Nihayet referandum sonrasında Başkan Trump Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla –tek Batılı lider olarak – arayıp kutladı. Ardından da Mayıs ortasında – henüz Beyaz Saray tarafından teyit edilmeyen - bir yüz yüze görüşme yapılacağı haberi dolaşıma girdi.

Trump’la yapılacak görüşmenin odak noktasının ABD için Suriye ve IŞİD’le mücadele, Türkiye için ise Gülen’in iadesi, Zarrab davası ve PYD/YPG olacağı anlaşılmaktadır. Trump yönetimi için dünyada demokrasi, ifade ve basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi temel evrensel değerlerin bir öncelik taşımadığı artık açıktır. Buna mukabil, faturasının ağır olacağı düşünüldüğü için, Trump’a “eyyy Amerika!” çekmek şıkkı da Ankara’nın gündeminde değildir. Zaten kamuoyunu tatmin etmek dışında “eyyy”lerin dış ilişkilerimize faydadan çok zarar verdiği de artık aşikârdır.

Erdoğan-Trump görüşmesinde ABD’nin istediklerini alması, Gülen/Zarrab/PYD-YPG beklentileri itibariyle Türkiye’nin Washington’dan elinin boş dönmesi en olası senaryodur.

Trump yönetimi Suriye’de Kürtlerle ittifakını sürdürmek kararlılığını her vesileyle açıkça göstermektedir. Ankara için önem arz eden Gülen ve Zarrab konularında ise Trump’ın somut adımlar atmak yerine Türk tarafını yatıştıracak tatlı bir dil kullanmakla yetinmesi beklenebilir. Bu arada belirteyim: PYD/YPG ve IŞİD’le mücadele ekseninde, ABD ve Rusya’nın etkileriyle de olsa, Türkiye’nin Suriye’nin tümünü kucaklayan barıştan yana ve IŞİD ve diğer cihatçı terör örgütlerini ana hedef haline getiren - esasen gerekli olan - bir politika ayarı yapması ulusal çıkarlarımız bakımından zaten uygun olur.

Sonuç olarak, AB nasıl hatalı davranıyorsa, ne yazık ki ABD de “önce Amerika” diyerek benzer bir yanlış içine düşmekte. Yapılan hata, ilişkilere kısa vadeli çıkarlar çerçevesinde bakıldığı için, Türkiye içi dinamiklerin giderek bozulmasına göz yumulması. Kısa vadeli, geçici çıkarlar için Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, laiklik elden gitmiş; ne ABD’nin, ne Avrupa’nın umurundadır. Gerek Amerika, gerek Avrupa “önce demokrasi, önce hukuk, önce insan hakları, önce laiklik, önce cinsiyet eşitliği” diyebilseydi, Türkiye içindeki ilerici güçler bundan cesaret alır, iktidar da bu yönde adımlar atma gereğini duyabilirdi. “Türkiye, sen Avrupa-Atlantik ailesinin bir üyesisin fakat şu eksiklerin var” yaklaşımı sürdürülseydi, Ankara bunu karşılıksız bırakmak istemezdi.

Fakat bu yapılmadı. ABD ve Avrupa’nın liyakatsiz, dar görüşlü bu tutumunu, AKP iktidarının siyasi tescili ve kabulü olarak yorumlayacaktır. Diğer bir deyişle, Amerika ve Avrupa AKP iktidarına “dur” demek yerine “durmak yok, yola devam” demiş oluyor. Ve bu suretle bir nevi yandaşlık yapıyor. Bu gidiş, Türkiye’nin Avrupa-Atlantik camiasından, AB’den, Avrupa Konseyinden uzaklaşması, çok geçmeden NATO’dan ayrılmasıyla sonuçlanabilir. Bundan Türkiye içeride ve dışarıda çok zarar görür. Fakat bu zararın dalgaları büyüyerek Avrupa ve hatta Amerika’ya da ulaşabilir. Herkes hesabını buna göre yapmalı.


* Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.