Virüs zamanı*

Dayanılmaz olduğunu düşündüğümüz birçok derdimiz; işimizi, yaşama kültürümüzü, parkta nefes almayı, dalgalarda salınmayı kaybetme tehdidi karşısında olması gereken kendi küçük ölçeğine çekildi. Sağlığını kaybetme veya devlet tarafından yaptırıma uğrama riski.

Google Haberlere Abone ol

Manuel Castells

Ve aniden her şey değişti. Sağlığımız, alışkanlıklarımız, ekonomimiz, politikamız, psikolojimiz, zamansal ve varoluşsal ufkumuz. Hayatımızı, özellikle hastalık korkusunu ve sevdiklerimizi kaybetme korkusunu etkileyen bu acımasız şoku henüz tam olarak özümseyemedik.

Bu ölçüde ve bu yayılma hızındaki bir pandemi için hazır değildik. Ben de dahil hepimiz bu pandemiyi hafife aldık. Çin ve Güney Kore’nin salgının önünü kesmeyi başarmasında görüldüğü gibi bu salgının en azından sağlık boyutunda üstesinden gelebileceğimize dair umut var. Her ne kadar Çin, Vuhan’daki doktorların, bir de kayıp vermelerine rağmen, yaptıkları uyarıları ciddiye almakta bürokratik cehaleti nedeniyle bir ay kadar geç kalmış olsa da.

Artık yayılmayı durdurmak için işe yarayan tek şeyin sosyal izolasyon olduğunu biliyoruz. Çin ve Güney Kore bunu farklı yöntemlerle yaptılar. Tabii Güney Kore’de çok önem verilen, en ufak semptom gösteren kişiye test yapılmasına ek olarak. En başından itibaren tıbbi malzemelere büyük yatırımlar yaparak. İspanya’da biz herkese test yapamadık, çünkü yeterli ekipman yoktu. Bu durum, özellikle malzeme tedariki ve bağışı konusunda, diğer ülkelerin tutumuyla çelişen bir uluslararası dayanışma gösteren Çin’in yaklaşımıyla değişti.

Elbette biliyoruz ki bu salgından ancak bulaşmayı yavaşlatan ilaçlara ve sonrasında da etkili bir aşıya sahip olduğumuzda kurtulabileceğiz. Bağışıklık sistemimizin üretmiş olduğu savunma mekanizmalarını geliştirmek amacıyla gezegen nüfusunun büyük bir çoğunluğuna uygulanması gereken bir aşı... Her ne kadar virüsün mutasyona uğrama kapasitesi henüz bilinmese de.

Artık bilimin ve teknolojinin, kendi ürettiğimiz felaketlerden kendi türümüzü korumadaki öneminin farkına varıyoruz. Çünkü Çin’in bir kentindeki pazarda ortaya çıkan virüsün kitlesel olarak yayılması, ekonomik sistemimiz ve yaşam biçimimize dayanan kontrolsüz küreselleşme hesaba katılmadan anlaşılamaz. Dünya ekonomisine enerji veren ve dünya nüfusunun 4’te 1’inin yaşam koşullarını iyileştiren küreselleşme aynı zamanda terörizm, iklim değişikliği ve salgınlar gibi süreçler için bir bağlantı meydana getirmiştir.

İnsan faaliyetinin her alanını yapılandıran küresel ağlardan oluşan küresel bir ağda yaşıyoruz. Böylece meydana gelen her şey; küçük dünya fenomeni (small world phenomenon) olarak adlandırılan küçük bir düğümün bağlantı hızına bağlı olarak devasa yapılar oluşturabildiği, her bir düğümün birden fazla düğümle iletişim kurduğu ve aynı zamanda bağlantıları diğer başka düğümlere ileten bir ağ mantığına göre çalışır. Telekomünikasyon ve panzehiri bulununcaya kadar kontrolsüz şekilde yayılan yeni virüsler bu mantıkla çalışır. Bu da gelecekte başka türlerden insanlara bulaşacak virüsleri engellemez (bu nedenle hayvanları yememeliyiz). Ve küreselleşme ticari faaliyetlerin süregelen aktarımında, bürokratik ve turistik aktivitelerde insanların birkaç saat içinde bir kıtadan diğerine seyahat etmesini içerirken sınırların açılması ve küreselleşmenin işaret ettiği kontrollerin gevşemesi, geçmişin koruma sistemlerini işlevsiz hale getiriyor. Bu nedenle sınırları yeniden oluşturmanın ve her şeyin kontrolünü sağlamanın cazibesi “dünya vatandaşlığı” liberal ütopyasına ters düşüyor. Belki de liberal düzen bu salgının ilk kurbanıdır.

Daha derinde yatan hâlâ, kişisel değişimdir. Tıpkı bir kabustaki gibi inanma aşamasına gelmesek de deneyimlerimizin ne kadar kırılgan olduğunun farkına varıyoruz. Basitliklerinden değer vermediğimiz günlük hayatımıza yüklenmiş rutinlere umutsuzca bir özlem duyuyoruz. Her ne kadar faydası konusunda hakkını teslim ettiğimiz internet yoluyla çevrimiçi sosyalliğimizi korumayı başarsak bile, özgürce yaşama ve ilişki kurmanın güzelliği, içinde bulunduğumuz günlerde yaptığımız şeylerin içini boşaltan sürekli bir tehdide dönüşüyor.

Dayanılmaz olduğunu düşündüğümüz birçok derdimiz; işimizi, yaşama kültürümüzü, parkta nefes almayı, dalgalarda salınmayı kaybetme tehdidi karşısında olması gereken kendi küçük ölçeğine çekildi. Sağlığını kaybetme veya devlet tarafından yaptırıma uğrama riski. Çünkü sadece bu sınırlamaları kabul ederek, virüsün bedenlerimizi, ekonomimizi, hobilerimizi ve hayallerimizi aşındırdığı bu çok boyutlu krizden kurtulabiliriz.

Bu durumdan çıkacağız, evet, ama bu döneme girdiğimiz halimizle aynı şekilde değil. Tüketim modelinde uzun bir değişim döneminden geçmek zorunda kalabiliriz. Ama aynı zamanda basit yaşamsal zevkleri geri kazanarak, ailelerimize, dostlarımıza ve aşklarımıza daha çok tutunarak yenilenmiş olarak buradan çıkacağız. Çünkü normalin dışında uzun süre eve hapsolmanın birikimine karşı bizi koruyacak olan bu duygularımız ve karşılıklı desteğimizdir. Belki de yaşamın değerini öğreneceğiz ve bu da bizim yıkıcı ve iddialı yarışımıza devam etmemiz halinde başımıza gelebilecek felaketleri önlememize izin verecektir.

*Bu yazının orijinali La Vanguardia'da yayınlandı, (Çeviren: Bekir Koray Tarhan)

Etiketler salgın virüs pandemi