Pandemi zamanında mücadele siyaseti*

Viroloji ve epidemiyoloji uzmanı kesilen tanınmış filozofların ifade ettiği görüşlerin de ötesinde, Covid-19’un şu anda ne kadar ciddi olduğuna dair bir tür septisizm hâkim. Ben bu tavrın yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine, korona virüsünün yayılmasının milyonlarca kişinin sağlığını tehdit ettiğini ve sağlık hizmetleri sisteminin ayakta kalıp kalamayacağını tartışmaya başlamamız gerekiyor.

Google Haberlere Abone ol

Sandro Mezzadra

Eczanenin önünde bitmeyen bir bekleyiş, süpermarkete adım atmadan önce girilen uzun kuyruk. Günümüzde giderek yaygınlaşan buna benzer deneyimler, korona virüsünün yayılmasının toplumumuzu nasıl dönüştürdüğünü görmemize yardımcı olabilir. Yine de daha spesifik olarak, küresel pandemi ve İtalya hükümetinin ona karşı aldığı önlemler, aslında sadece bir zamandır zaten mevcut olan eğilimleri daha da ağırlaştırıyor. Son on yıllarda, korku siyasetinin hükmü altında bu eğilimler siyasete damgasını vurdu. Şu anda yaşadığımız fiziksel temas korkusunda veya insanlar arasında “güvenli mesafe”nin korunup korunmadığına bekçilik eden şüpheli bakışlarda bu pekâlâ görülebilir. Şüphesiz böylesi bir kontrol kaygısı, yaşamlarımıza hükmeden iktidarları güçlendirir, ayrıca buna benzer hükümet önlemleri bir kez alındığında, siyasi olarak ihtimal dahilinde olanın cephaneliğine eklendiklerini de anımsaya değer. Ancak [bu süreçte] oldukça farklı çıkarımları olan başka görüntüler de ortaya çıktı. Sokakta insanlar birbirlerine gülümsüyor, balkonlardan müzik yayını yapılıyor ve salt doktorları ve hemşireleri değil, çalışma koşulları üzerinden sunulan sağlık güvencelerini savunmak üzere greve giden fabrika işçilerini de bir dayanışma hissi sarmış durumda.

Toplumsal hareketlerin ve solun rengarenk sahasında, tartışmalar, belli ki, bu ilk vasfa, yani acil durum zamanlarında kontrol araçlarının keskinleşmesine odaklanmış durumda. Viroloji ve epidemiyoloji uzmanı kesilen tanınmış filozofların ifade ettiği görüşlerin de ötesinde, Covid-19’un şu anda ne kadar ciddi olduğuna dair bir tür septisizm hâkim. Ben bu tavrın yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine, basitçe ifade edecek olursak, korona virüsünün yayılmasının milyonlarca kişinin sağlığını ve yaşamını tehdit ettiğini (bilhassa yaşlıların ve diğer risk altındaki bireylerin) ve sağlık hizmetleri sisteminin ayakta kalıp kalamayacağını tartışmaya başlamamız gerekiyor. Bu noktada hiçbir şüpheye yer olmaması gerektiğini düşünüyorum. Yine de durum bu. Korona virüsü, oldukça elzem bir şeyi tehdit ediyor: “Müşterek”i. Süregiden salgın, böylesi bir müşterek [anlayışının] kırılganlığını ve esnekliğini, bunun yanı sıra bilhassa son birkaç yıldır feminist tartışmalarda bilhassa vurgulanan “bakım” gereksinimini gösteriyor. Ancak şu anda İtalya’da, Avrupa’da ve dünyada olup bitenler üzerine düşünmek için mevcut durumun daha çok kontrol altına alınması gerektiğini unutmaksızın bu ikinci, bir o kadar elzem yaklaşımı geliştirmek istiyorum.

Korona virüsünün daha önce eşi benzeri görülmemiş ekonomik etkileri oldu. On yıllardır ilk defa, kökeni “gerçek ekonomi”de yatan bir kriz, şiddetli bir biçimde finans piyasalarını vurdu ve daha önce görülmemiş kayıplara neden oldu. Küresel kapitalizm söz konusu olduğunda, mevcut durumu ifade etmek üzere en uygun şey “blokaj” metaforu gibi görünüyor. Tıpkı bir ayna gibi, kriz, değer verme ve birikim devreleri, sermayenin, metaların ve insanların yorulmak bilmez hareketine bağlı olan kapitalizmin tersine dönmüş görüntüsünü yansıtıyor. Tedarik zincirleri, kapitalist küreselleşmenin altyapı iskeletini ve lojistiğini oluşturan bağlantılar, bugün belli bir ölçüde bloke olmuş gibi görünüyor. Borsada fiyatlar -ki uzunca bir zamandır tedarik zincirlerine ve onlara bağlı koridorlar, özel bölgeler ve teknoloji merkezleri ağına yön veriyorlardı- böylesi bir blokajı kaydetmek zorunda kalıyor.

Yaşanan pandeminin küresel kapitalizmin gelişiminde geri dönüşü olmayan bir noktaya çarptığını söylemek yanlış olmaz. Bu “çarpışma” halinden hiç de keyif almıyorum, ne de kıyamet-vari fantezilerden. Kapitalizm elbette korona virüsünden sonra da var olmaya devam edecek ama son yıllarda gördüğümüz versiyonundan oldukça farklı olacak, – ki çoktan 2007-2008 finansal krizinden kaynaklanan bazı radikal değişimler göstermeye başlamıştı bile. İtalya’da ne olduğunu anlamak için küresel düzeye atıfta bulunarak işe buradan başlamak gerektiğini düşünüyorum. Şu anda İtalya bir “laboratuvar” işlevi görüyor, her ne kadar çok da uzak olmayan geçmişte olduğundan çok daha farklı şartlar altında olsa da.

Basite kaçmayı göze alarak, bugünlerde krize cevaben şekillenmekte olan iyi tanımlanmış iki alternatif olduğunu söylemek mümkün. Bir yanda, -esasen sosyal Darwincilikten etkilenen- “Malthuscu” yanıt var, buna örnek olarak Johnson-Trump-Bolsonaro eksenine bakabiliriz. Öte yanda, mevcut krizle başa çıkmak için temel alet olarak kamusal sağlık sistemine yeniden kıymet verme amacı taşıyan alternatif bir yanıt ortaya çıkıyor, Çin, Güney Kore ve İtalya’da bunun çok farklı örnekleri görülüyor. İlkinde, binlerce kişinin ölümü bir tür doğal seçilim gibi görülüyor, ikincisinde ise büyük oranda kısmen olumsal nedenlerle, mevzu, farklı derecelerde otoriterlik ve toplumsal kontrol içerecek şekilde “toplumu savunmak gerekir”e dönmüş gibi görünüyor.

Açıklamak gerekirse: Burada İtalyan hükümetinin aldığı önlemleri onaylamaya çalışmıyorum. Sadece, şu anda, küresel olarak hem kapitalizmin geleceği hem de yaşamlarımız için -ki ikisi de nihayetinde aynı şeye çıkıyor- ciddi sonuçları olacak bir ihtilafın içinde olduğumuzu söylemekle yetiniyorum. Bu mücadele, hükümetleri “Malthuscu” çözümleri savunan ama toplumsal ve siyasi olarak direnişlerin de köklü ve kararlı olduğu Birleşik Krallık, ABD ve Brezilya gibi ülkeleri etkiliyor. Ancak aynı mücadele, işçilerin Confindustria’nın (İtalyan Çalışanlar Federasyonu ve İtalyan Endüstri Federasyonu) tercihlerini kabul etmeyi ve kendilerini üretimin üstünlüğü uğruna feda etmeyi reddettiği İtalya gibi ülkeleri de etkiliyor. Daha genel olarak, korona virüsünün idaresi, mühim bir ihtilaf sahası olarak görünüyor. Sadece, şimdi ve önümüzdeki aylarda, toplumsal mücadelelerin yoğunlaşması demokrasiye ve müştereğin” bakımı”na dönük mekanların kurulmasını sağlayabilir. Bu ABD kadar İtalya için de geçerli.

Yakın gelecekte ortaya çıkması muhtemel bir dizi senaryo var, bunlardan herhangi birinin gerçek olmasını sağlayacak koşulları incelemeye değer. Kamusal bir sağlık sistemini savunan temel değer, yani sağlık hizmetlerinin sosyal bir hak olması, aslında sorgulanamaz bir faktör. Bu şu anlama geliyor: En azından bir müddet, bu alanda daha fazla kesintiye gidilemeyeceğini, hatta bilhassa sağlık işçilerinin baskısıyla yeni yatırımların yapıldığı bir döneme girilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Umalım ki eğitimde de böyle olsun, ancak elbette son haftalarda yaşanan değişimlerle yüzleşmek, onların kalıcı koşullar haline gelmesine mâni olmak da zorunlu olacak (online eğitime geçilmesi başta olmak üzere). Her krizde olduğu gibi, bakım emeğinin yükü esasen kadınların üzerinde, ancak bu alan bile yeni mücadeleler ve müzakereler için mekanlar yaratma koşulu sunuyor. Yukarıda bahsi geçen işçi grevleri, sendikalaşmanın -sosyal olarak bile- ve “karantina geliri” talebinin önünde yeni ufuklar olduğu ihtimaline işaret ediyor. Bedeli son derece ağır olsa da kısa süre önce İtalya’da yaşanan hapishane isyanları, geçtiğimiz yıllarda esasen kesif bir hal alan dünyada yeniden görünürlük kazandı, her şeye rağmen kısmi de olsa kimi mühim sonuçlar elde ettiler. Korona virüsüyle birlikte insanların alıkonmasının olmasa da ülkelerine geri gönderilmelerinin gerçekten de son bulduğu göçmen toplama merkezlerinde de farklı zamanlarda da olsa aynı şey yaşanıyor.

Esas demek istediğim şeyi tekrarlayacak olursam: Sadece hükümet mantığında evrimler sunmakla yetinmeyen, aynı zamanda spesifik mücadele alanları da ortaya atan senaryoları ele alıyoruz. Metodolojik açıdan bakacak olursak, buradan başlamanın elzem olduğunu düşünüyorum. Ayrıca virüs egemenliğe bel bağlamanın ve sınır fetişizminin hepten yanıltıcı karakterini de gözler önüne serdi. Bu durum, yeniden Avrupa üzerine düşünmeye başlamak için iyi bir koşul. Elbette, Avrupa Birliği şimdiye kadar pek bir şey yapmadı, çelişkili, hatta amacına aykırı biçimlerde ilerledi. Ancak, dengeli bütçe dogmasıyla kemer sıkma rejiminin nihayet çatırdadığını nasıl görmeyelim? Son çare mukriz rolü üstlensin diye Avrupa Merkez Bankası’na boca edilen “nesnel” gerilimler de etkileyici. Bunlar gerçekten de “nesnel” eğilimler, yani her türlü siyasi niyetsellikten bağımsızlar, buna rağmen Avrupa sahasında mücadeleleri yeniden canlandırmanın koşullarını tanımlıyorlar. Belki de daha iyisi, kıtanın pek çok kısmında gelişecek olan mücadelelere yeniden giriş yapmanın Avrupa düzeyinde koşullarını oluşturuyorlar.

Sonuç olarak, burada ileri sürülen bakış açısı, süregiden pandemiye, farklı hareketler, toplumsal mücadeleler ve bizzat sol açısından ortaya çıkmakta olan mekanlara dikkat çekecek şekilde bakmamıza mahal verebilir.

Daha önce de söylediğim gibi, kontrol, devletin güçlerinin genişlemesi ve korku siyasetinin daha da teşvik edilmesi meselesini azımsamıyorum. Bu vasıflar da elbette mevcut senaryonun bir parçası. Ancak bunlara nasıl karşı konulabilir? Bana kalırsa, mevcut “İtalya laboratuvarı” hissini tersine çevirmek için makalenin başında değindiğim müştereğe “bakma/onunla ilgilenme” dediğim şeyden başlamak lazım. Dahası, mevcut durumda, pandemi zamanlarında daha genel bir mücadele siyaseti oluşturmak için var olan fırsatları kavramak bir zorunluluktur.

İtalyanca EuroNomade’da yayınlanan bu yazıyı İngilizce çevirisinden Öznur Karakaş Türkçeye çevirmiştir.

*Bu çeviri ilk olarak terrabayt.com'da yayınlandı. (Çeviren Öznur Karakaş)