Disney ve Mustafa Kemal dizisi

Mustafa Kemal, Türkiye’de kutsal bir mertebeye çıkartılmıştır. Keşke Mustafa Kemal hakkında da lehte ve aleyhte veya dengeli belgeseller çekilebilse ve üzerinde tartışmalar yapılabilseydi.

Google Haberlere Abone ol

Taner Akçam*

Disney şirketinin Atatürk Dizisi etrafında dönen tartışmalar, biz Türklerin hala Cumhuriyet’in kurucusu ile sıhhatli bir ilişki kuramadığımızı gösteriyor. Ne böyle bir filmin yapılması ne buna karşı ‘hayır’ kampanyaları düzenlenmesi anormal değil. Anormal olan, sivil toplum düzeyinde konunun taraftarları ve karşıtları arasında tartışılacak bir konuya siyasetin gösterdiği, “histerik” olarak tanımlayacağım tepki. Mesele hemen bir devlet politikası haline çevrildi. Disney kanalı, “diziyi göstermezseniz şöyle yaparız, böyle yaparız” biçiminde tehdit edildi. Neredeyse tüm siyasi partiler, “asarız keseriz” demeçleri vererek ulusal cephe oluşturdular.

Bir filmin içeriğini bilmeden yorum yapmak zor. Bu nedenle ne filmin yasaklanması için kampanya yürütenleri ne de “göstermezsen görürsün gününü” tepkilerini çok anladığımı söyleyemem. Anladığım kadarıyla ama konu hakkında bu denli sert tepki gösterenler, filmin içeriği konusunda bir fikir sahibiler veya bir tahminden hareketle bu tutumu takınıyorlar. “Disney, diziyi göstermesin” diyenler, muhtemelen dizinin Mustafa Kemal’e övgüler düzen bir dizi olacağından hareketle bu kampanyayı sürdürüyorlar. Ana endişeleri de dizinin, başta 1915 soykırımı olmak üzere, Birinci Cihan Harbi ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Hristiyanlara, Alevilere ve Kürtlere yönelik katliamlar konusunda sessiz kalacağı endişesi.

Gerek bu endişe etrafında yürütülen kampanya gerekse kampanyaya karşı gösterilen “Türk tepkisi” de bize Mustafa Kemal'in ikili boyutu hakkında bir bilgi veriyor. Birinci boyut, bağımsız bir Türk Devleti kurmuş olması itibarıyla bir devlet adamı olarak Mustafa Kemal’dir. M. Kemal, Türk ulusunun, egemenlik ve bağımsızlık isteğine önderlik etmiş ve Türk ulusal devletini kurmuş başarılı bir kurucu lider. Bu nedenle, Türkler tarafından kurucu baba olarak anılıyor ve lider olarak kutsanıyor. Bu boyutu itibarıyla, Mustafa Kemal’in herhangi bir başka ulus-devletin kurucusu ile arasında bir fark yok. Kendisini, örneğin ABD veya diğer ulus devletlerin kurucuları ile kıyaslamak mümkün.

Ama Disney dizisi etrafında kopan gürültüden, konunun Türkiye özelinde bir ilave boyutu olduğunu ve Mustafa Kemal’in, ABD veya diğer ülkeler kurucularından farklı bir özelliğe sahip olduğunu anlıyoruz. Mustafa Kemal, Türkiye’de kutsal bir mertebeye çıkartılmıştır ve konumu neredeyse, dinler kurmuş peygamberlere yakındır. Türkler bu nedenle, kurucu liderlerine yönelik eleştirileri, kutsallarına saldırı olarak telakki ediyor ve buna göre tepki veriyorlar. Ve bu nedenle M. Kemal'e hakaret Ceza Kanununa göre suçtur. Bu durum aslında, Türkiye’de toplum ile kurucu lider arasında henüz sıhhatli bir ilişkinin kurulmamış olduğunun göstergesi olarak kabul edilmeli.

Konunun bir de ikinci boyutu var. Bu da bir ulus devletin kurucusunun, bu kurucu misyonunu yerine getirirken işlendiği iddia edilen veya işlendiği tarihi olarak kolayca gösterilebilecek katliamlar benzeri insanlık suçlarıyla ilişkisidir. Evet, Mustafa Kemal'in 1915 ile doğrudan bir bağlantısını kurmak zordur, hatta 1915’te yaşananları kınayan çok sayıda sözü vardır. Ama 1921 Koçgiri, 1921-2 Pontus, 1930 Zilan ve 1938 Dersim katliamlarının doğrudan sorumlusu olduğu söylenebilir. Sözü edilen bu katliamlarda, devlet erkanı arasında tartışmalar çıktığında, onun radikal önlemlerden yana olan kanadın başını çektiğini de bir tarih bilgisi olarak biliyoruz. Örneği, dönemin T.B.M. Meclisi, 1921 Koçgiri ve 1921-22 Pontus katliamlarından birincil el sorumlu olan Sakallı Nurettin Paşa’yı yargılamak isteyince, Paşa’ya arka çıkan onu koruyan ve daha sonra İzmir gidecek Birinci Ordu’nun başına komutan olarak atayacak olan Mustafa Kemal’dir. 1938 Dersim katliamında da onun radikal kanadın başını çektiğini biliyoruz. Sadece askerî harekât emirlerini doğrudan imzalamamış, Dersim’de zehirli gaz kullanılmasına itiraz edenleri de ikna etmiştir.

Bu vesile ile Mustafa Kemal’in, Ermeni soykırımı konusunda birbirine zıt iki ayrı tutumu aynı anda takındığını eklemek gerekir. Özellikle, savaşın ilk yıllarında, Paris Barış görüşmelerinde olumlu sonuç elde etmek hedefiyle, İttihatçı liderlerle araya mesafe koymayı tercih ettiğini biliyoruz. Osmanlı Meclisi için yapılacak seçimler nedeniyle, İstanbul Hükümeti ile Eylül 1919’da yaptığı yazışmalarda, İttihatçı liderlerin yargılanmalarını “siyaseten elzem” bulur ve cezalandırmaların sadece kâğıt üzerinde kalmamasını ister. Ekim 1919’da Amasya’da imzalanan protokollerde İttihatçı fikirler “zararlı” olarak nitelenir ve “tehcir dolayısıyla suç işlemiş olanların yasal olarak cezalandırılması adalet ve politika açısından çok gerekli” olduğu karara bağlanır. M. Kemal, 1920 Nisan ayında Meclis’te yaptığı açış konuşmasında, 1915’te Ermenilere yapılanları “utanılacak bir suç (fazahat)” olarak tanımlayacaktır.

Ama aynı yıllarda, İstanbul’da İttihatçılar aleyhine yürütülen davalarda, Boğazlayan’da Ermenilerin öldürmesinden suçlu bulunan ve idam edilen Kaymakam Kemal Ankara Meclisince “şehit” ilan edilecek ve ailesine maaş bağlanacaktır. Bunu yurt dışında öldürülen diğer İttihatçı liderlerin, “şehit” ilan edilmeleri takip edecektir. Ermeni soykırımına katılmak suçuyla İngiltere tarafından tutuklanarak Malta’ya götürülen ve ama serbest kalarak Ankara’ya gelen İttihatçılara üst düzey devlet görevleri veren gene Mustafa Kemal’dir. Nisan 1920’de çalışmaya başlayan yeni Meclis’in yaptıkları bunlarla sınırlı değildir. 1914 ve 1915 yıllarında hapishanelerden çıkartılarak, Teşkilatı Mahsusa birliklerine alınan ve Ermenilerin katliamına doğrudan katılan hükümlülere af çıkartmak ve İttihat ve Terakki’nin Eylül 1915’te çıkarttığı Ermeni mallarına el koymayı düzenleyen Emval-i Metruke Kanununu yeniden yürürlüğe sokmak Mustafa Kemal’in başkanlığındaki Meclisin diğer faaliyetleri arasındadır.

1926 ve 1927 yıllarında da benzeri bir tablo ile karşılaşırız. Lozan antlaşmasının onaylanması Amerikan Kongresinin gündemindedir. Türkiye, bu doğrultuda büyük bir kampanya düzenler ve Mustafa Kemal ile yapılan röportajlar Amerikan basınında boy gösterir. 1926’da Los Angeles Examiner başta bir dizi başka gazetede de yayınlanan röportajlarında, M. Kemal İttihatçıları çok ağır sözlerle eleştirir ve onlardan, “yaşadıkları yerlerden kitleler halinde acımasızca sürülen ve katledilen Hıristiyan tebaamızın hayatlarının hesabının kendilerinden sorulması gereken” grup olarak söz eder. Kemal’e göre, bu grup, “şimdiye kadar yağma, haydutluk ve rüşvetle yaşamış(tır).” Benzeri görüşleri 1927 yılında da tekrar edecektir. Ama ilginçtir, 1926 yılında Meclis’ten çıkartılan bir kanunla, Talat, Enver ve Cemal başta olmak üzere öldürülen ve şehit sayılan İttihatçı liderlerin ailelerine Ermeni malları dağıtan gene Mustafa Kemal ve arkadaşları olacaktır.

 Eklemek gerekir ki, Mustafa Kemal önderliğinde, yeni devletin kurucuları 1920 ile başlayan bir süreçte ülkede Apartheid rejimi kurmuş, Hristiyanları temel vatandaşlık haklarından mahrum etmişlerdir. Sürgün ve katliamlar nedeniyle Türkiye sınırları dışına düşmüş Ermeni ve Rumlar, Lozan'ın açık hükümlerine rağmen ülkeye sokulmamıştır. İçerdeki Ermeniler ise sistemli olarak yurt dışına sürülmüştür. Mustafa Kemal’in Adana esnafına 1923 yılında söylediği, “Ermenilerin bu topraklarda hiçbir hakları yoktur ve çekip gitmelidirler” anlamında sözleri tüm Cumhuriyet dönemi boyunca Ermenilere yönelik izlenen politikaların özeti gibidir.

Bu özellikleriyle Mustafa Kemal’i ABD’nin kurucularına benzetmek mümkün. ABD kurucuları da İngiliz işgaline karşı savaşarak ülkelerinin bağımsızlığını sağlamışlardır. Ama aynı zamanda köleliği bir Anayasal ilke haline getirerek ırkçılığı yeni devletin en temel yasalarından birisi yapmışlardır. Kendileri de köle sahibi olan bu kurucular, ırkçılığı kurumsallaştırmakla kalmamışlar, bunun yanı sıra Amerikan yerlilerine karşı sistemli katliamlar da düzenlemişlerdir. Bugün, ABD’de kurucuları öven de yeren de konuşma yapmak, belgeseller çekmek mümkündür. Konu hakkında özgür tartışma da yapılır. Çünkü, toplum kurucu babaları ile arasına bir mesafe koymayı başarmıştır. Keşke Mustafa Kemal hakkında da lehte ve aleyhte veya dengeli belgeseller çekilebilse ve üzerinde tartışmalar yapılabilseydi. Ne kadar güzel olurdu.

*Dr. / UCLA (Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi) Ermeni Soykırımı Araştırmaları Program Müdürü