Denizden 'kurtarılan' mülteci: Sırtıma bastılar, bizi istemiyorlar

Son yıllarda sık duyulan haber başlıklarından biri, 'Mülteciler denizden kurtarıldı.' Mülteciler ise kurtarıldıklarını düşünmüyor. Bir kadın, "Bizi dövdüler Türkler de bizi istemiyor" diye anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Suriye'den, Afganistan'dan, Afrika'dan ve daha birçok ülkeden kaçarak daha iyi bir yaşam sürdürmek için Türkiye'ye gelen, buradan da Yunanistan üzerinden Avrupa ülkelerine gitmek isteyen mültecilerin yolculukları çoğu kez yarım kalıyor. Binlerce mülteci sahil kıyılarında botlarla denize çıkarken birçok kez de mültecileri kurtarmak için sahil ekipleri harekete geçiyor. Yapılan kurtarma çalışmaları da kahramanlık destanı gibi belgesellere, haberlere konu ediliyor ancak mültecilerin bundan sonra ne yaşadıkları neredeyse hiç gündeme gelmiyor. Asıl sorun ise mülteciler için botlardan kurtarılıp Türkiye'ye döndüklerinde başlıyor. Çünkü sosyal, ekonomik hiçbir korumaları olmadan hayata tutunmaya çalışıyorlar.

'BİZE HAKARET EDİP VURMAYA BAŞLADILAR'

Afrikalı bir mülteci kadın, kurtarılma anını anlatırken Yunanistan tarafındaki sahil güvenlik güçlerinin kendilerine hakaretler ettiğini, erkekleri ve çocukları dövdüklerini söylüyor. Mülteci kadın burada yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Türkiye’ye Van üzerinden yasadışı olarak girdim. Avrupa’ya gitmek için şişme bota binmeye son dakikada karar verdim çünkü Türkiye'de istediğim işi yapmak benim için gerçekten zor. Şubat ayında da İzmir bölgesinden bir şişme bot ile ayrıldık. 30 kişiydik. Bir teknede üç polis bize doğru geldi. Maskeli ve silahlılardı, hızlı botlarla geldiler. Motoru durdurdular. Bize hakaret ettiler ve vurmaya başladılar. Özellikle çocuklara ve erkeklere vurdular, teknede bebekler ve hamile kadınlar da vardı. Üstümüzü aradılar, telefonlarımızı ve tüm paramızı aldılar. Şişme botumuzu iple çekerek Yunanistan'da bir limana götürdüler. Limanda çok sayıda polis vardı. Sonra bizi küçük sallara koyarak Türk tarafına ittiler.”

'TÜRKLER ARTIK SİYAHİLERİ KABUL ETMİYOR'

Mülteci kadın Türkiye tarafında yaşadıklarının Yunanistan tarafında yaşadıklarıyla benzer şeyler olduğunu söylüyor:

“Teknedeki kadınlardan biri telefonunu saklayabilmişti, Sahil Güvenlik'i aradı. Kısa bir süre sonra bizi almaya geldiler. Bizi alan polisler de ayaklarımıza ve sırtımıza basarak tepindi. Hala ağrılarım var... Parmak izimizi aldıktan sonra ifadelerimizi alacaklarını söyleyip bıraktılar bizi.”

Kendilerine herhangi bir sosyal güvence verilmeden, yasal haklar aktarılmadan bırakılan mülteciler sonrasında yaşadıklarını da şöyle anlatıyor:

“İzmir'de hayatımız pek güzel sayılmaz çünkü işimiz yok, hayatta kalmak için imkânlarımız yok. Çalıştığımız yerlerde de siyahi olduğumuz için iyi ödeme yapılmıyor, düşük bir maaş teklif ediliyor. Siyahilerin hemen hepsi yaşıyor bunu, Türkiye güzel bir ülke ama Türkler artık siyahileri kabul etmiyor, bizim için onlarla yaşamak artık daha zor. Türkiye’de yaşayabilmemiz için düzeltilmesi gereken çok şey var ama bu zaman ve yıllar alacak. Bu yüzden Avrupa'ya gitmek istiyoruz. Türkiye güzel bir ülke ama bizim gibi gençlerin geleceği için değil.”

'GÖÇMEN HİKAYELERİ SURVİVOR'A DÖNÜŞÜYOR'

Mültecilerin uluslararası koruma başvuruları kabul edilmiyor. Sosyal Hizmetler Uzmanı Nihat Tarımeri ise Avrupa Sosyal Şartı'nın mülteciler için uygulanması gerektiğinin altını çiziyor:

“Bahsettiğimiz kişiler 18 yaşından küçük çocuklarsa öncelikle sosyal koruma yükümlülüğü getirir. Bu kuralların uygulanması lazım. Göçmenlerin geçici bir yerde barınma hakkı mutlaka vardır. Öncelikli kendilerini uygun bir yere götürüp güvenlikli bir alanda tutmak gerekiyor. Hukuk devletinde bu olmalı, idarelerin keyfilikleri bir hak ihlaline sebep veriyor. Örneğin il göç idareleri göçmenlere ne yapacağını, nasıl yaşayacağını anlatmalı. Ne yazık ki böyle bir perspektif sunulmuyor. Burada önemli olan sosyal koruma kavramıdır. İdari işlem yapıldığında da uygunluk olması gerekiyor. Bunlar olmadığı için göçmen hikayeleri survivor'a dönüşüyor. Bu boyutuyla baktığımız zaman da belli bir göç haritası oluşuyor. Deniz ve kara yolu bu yolun başlangıcı oluyor.”

Tarımeri, denizlerden kurtarılıp Türkiye'ye getirilen bütün mültecilerin kayıt altına alınarak kimlik verilmesi gerektiğini söylüyor. Tarımeri şöyle devam ediyor:

“Bu işlemleri il göç idareleri yapmalı. Sonrasında acilen sosyal ve hukuksal koruma sağlanmalı. Bir haksızlığa uğradılarsa mülteciler bu konuyu derhal barolara bildirmeli. Sivil toplum kuruluşları da bu konuda bir yol haritası sunmalı. Baroların bu konudaki yükü çok fazla."

'KAYITTAN BAŞKA BİR YOL YOK'

Koç Üniversitesi’nden Sibel Karadağ ise mültecilerin özellikle denizlerde yaşadıklarının çok çetrefilli bir süreç olduğuna dikkat çekiyor. Mülteciler denizden limanlara getirildikten sonra hangi aşamalardan geçiriliyor? Karadağ bu soruya şu yanıtı veriyor: “Son dönemde Türk Sahil Güvenliği'nde değişen uygulamalar var. Örneğin Ege kıyısı boyunca deniz karakolları kuruldu. Bu karakollar yokken ilk yardım uygulamaları açık alanda yapılıyordu. Karakollarla birlikte bunu kapalı alanda yapmayı hedeflediler. Eskiden mülteciler limana getirildiği zaman ilk yardım yapılıyordu, sonrasında da polise ait boş spor salonları gibi alana götürülüyorlardı ve burada bir kimlik süreci başlıyordu. Daha sonrasında ise mülteciler Göç İdaresi sorumluluğunda, geri gönderme merkezlerine götürülüyordu. Mültecileri burada 6 aya kadar tutma hakları var. Sonrasında haklarında eğer sınır dışı kararı varsa sınır dışı ediyorlardı ya da 'idari gözetimin bittiğine ilişkin' bir belge ile bırakılıyorlardı. Ancak pandemi sürecinden beri geri gönderme merkezlerindeki yoğunlukta göreceli olarak bir azalma var diyebiliriz.”

Karadağ özellikle mültecilere verilen 'idari gözetimin bittiğine ilişkin' belgenin hukuki açıdan muğlak bir durum oluşturabildiğinin altını çiziyor. Olası bir kimlik kontrolünde bu belgeye sahip olmanın sonuçlarını kestirmek zor: “Bunların hepsi hukuk açısından bir araf oluşturuyor. Hem hali hazırda kayıtsız olanlar hem de geri gönderme merkezinden çıkmış olanlar her an sınır dışı edilebilir olma korkusuyla yaşıyor.”

Peki süreç nasıl işlemeli? Karadağ bu soruya da şu yanıtı veriyor: “Kayıttan başka bir yol yok. Türkiye gibi bir ülkede kayıt altına almak gerekiyor. Kayıtla beraber kamusal alana erişim gerekiyor. Bu kayıt da vatandaşlık temelli bir çizgide olmalı. Geçici koruma gibi bir belirsiz süreçtense kalıcı, hak temelli bir sürecin önünü açabilecek kayıt imkanının önünün açılması gerekli. Mülteciler bu belirsizliğin içerisinde sivil ölüme mahkum ediliyorlar. Sağlıktan eğitime, çalışma koşullarına kadar tüm haklar öncelikle kayıt süreciyle başlıyor. Sadece bir jenerasyonu değil gelmekte olan jenerasyonu da buna mahkum ediyorlar. Sosyal hak erişimi sağlayacak ortamı sağlamalıyız. İkincisi de uluslararası koruma yollarını açabilmek. Bu sadece Türkiye'nin elinde değil. Bu noktada daha varlıklı, gelişmiş ülkeler kapılarını açmadığı sürece sorun çözüme kavuşmaz. O sebeple bu küresel ölçekte ancak çözülebilecek bir mesele aynı zamanda. Batı ülkelerinin çeperindeki ülkelerin adeta bir tampon bölge haline gelmesinin çok yönlü siyasal ve ekonomik etkileri var. Bütün devletler bu sorumluluğu almalı, vatandaşlık ve hak temelli bir politikanın yolu açılmalı. Bunun için de uluslararası kurumların etkinliğinin de olması gerekir. Ancak ne yazık ki, gidişat bunun tam aksi yönde."

Etiketler mülteci sahil deniz