Denizbank ne diyor, ‘duacı’ ne diyor?
Seçil Erzan 8 Nisan tarihinden tam dört ay önce, kendisi için dua etmesini istediği bir kadınla yaptığı yazışmada banka yönetimi için şöyle diyor: “Fark ettiler onlara sormadan iş yaptığımı. Olayı büyütürlerse çok kötü olur.” Cevap aranan çok soru var evet… Ama en önemlilerinden biri şu herhalde: Banka yönetimi dört ay boyunca neden harekete geçmedi?
‘Fatih Terim Fonu’ olarak tanınan ‘saadet zinciri’ hakkında Denizbank’tan dün bir açıklama geldi. Banka, “Bir yıl öncesine kadar uzanan bu iddialarla ilgili bize hiçbir şikayet gelmedi, haberimiz yoktu” diyerek topu şikayetçilere atıyor. Banka yönetimi, ‘iddiaları öğrendikleri tarih’ olarak 8 Nisan’ı işaret ediyor: "8 Nisan Cumartesi sabahı spor dünyasından olan isimler Bankamızı ziyaret etmiş, kendileriyle Bankamız Hukuk, Operasyon, Teftiş Kurulu, İnsan Kaynakları birimlerinin yöneticileri, ilgili Bölge Müdürü ve Genel Müdürümüzün de katıldığı toplantı gerçekleştirilmiştir.
Toplantıda, spor dünyasından olan kişiler kendi eski hocalarının adıyla anılan bir fon olduğunu belirtip Seçil Erzan tarafından kandırıldıklarını ve önemli tutardaki paraları kendisine verdiklerini söylemişler, bir kağıda el yazısı ile yazılı alacaklı listesinin görüntüsünü vermişlerdir. Bankamız mağdur olduğunu beyan eden kişilerin isimlerini toplu olarak ilk kez böyle öğrenmiştir."
Yani bankaya göre, iddialar ilk kez 8 Nisan’da gelip durumu anlatan şikayetçilerin söyledikleri ile öğrenilmiş…
Ancak açıklama ile aynı saatlerde yayınladığımız Can Bursalı’nın haberine göre durum böyle değil.
Haberden öğreniyoruz ki, Seçil Erzan 8 Nisan tarihinden tam dört ay önce, 11 Ocak 2023’te para karşılığında kendisi için ‘dua etmesini istediği’ bir kadınla yaptığı yazışmada banka yönetimi için şöyle diyor: “Fark ettiler onlara sormadan iş yaptığımı. Olayı büyütürlerse çok kötü olur.”
Cevap aranan çok soru var evet…
Ama en önemlilerinden biri şu herhalde: Banka yönetimi dört ay boyunca neden harekete geçmedi?
Bir cevabı varsa ve alınabilirse ne âla…
Özlem Öz bunları nasıl söyleyebiliyor?
Günlerdir bir sosyal medya fenomenlerine, bir ‘çeteler’e, bir ‘Fatih Terim Fonu’na yönelik operasyonlara, açıklanan ifadelere bakıp bakıp, “Vay ki vay” diyoruz.
Dün zincire yeni bir halka daha eklendi. Özlem-Tayyar Öz çifti hakkında soruşturma başlatıldı.
Özlem Öz ve Tayyar Öz’ün adı, “şatafatlı hayatlarını göze sokan fenomenler” akımının başlatıcısı olarak görünen Dilan-Engin Polat çiftine ‘benzerlikleri’ ile gündeme gelmişti. Polat’lar hakkında başlatılan yargı sürecinin ardından benzer paylaşımları ile sosyal medyada gündeme gelen çift hakkında da soruşturma yapılması gerektiği dillendiriliyordu.
Tam bu sırada Öz çiftinin ‘köyden’ ailecek fotoğrafları gündeme gelmişti. Bu fotoğraflar sosyal medyada, “tamam en fakir sizsiniz” gibi tepkiler alınca Özlem Öz, daha önce yine köyden çekilen bir aile fotoğrafını paylaşarak, “demek ki yazın da en fakir bizmişiz, sizin konuşacak konunuz kalmamış, sabah Özlem akşam Özlem. Bakalım bu karalama kampanyasına daha ne kadar devam edeceksiniz. Bizi bilen bilir…” diye yanıt vermişti.
***
Bu yanıttaki, “sizin zekanız bizi alt etmeye yetmez” tonunu nereden hatırlıyoruz peki? Dilan Polat’ın haklarındaki soruşturmaların başladığı ilk günlerde yaptığı, "Bugüne kadar ülkemizde buna benzer olaylarda yaşanmış tüm soruşturmalara göz atıldığında, yargılama sonrası sonuç dağın fare doğurması gibidir" açıklamasındaki ile aynı tonda değil mi mesela? Benzemiyor mu?!
Peki, Dilan Polat ve Özlem Öz bunları ‘her şeye rağmen’ nasıl söyleyebiliyor? Böyle bir süreç yaşanırken bile nasıl gene de, ‘bizi bilen bilir zaten bir şey çıkmaz’ havasında devam edebiliyorlar?
Geçen haftaki yazıda, “Güzellik salonunda başka kimse var mı?” diye sormuştuk.
Belli ki bu soruları türlü şekillerde daha çok soracağız: Bu insanlar sosyal medyada şatafatlı hayat paylaşımlarını yapacak, sonra haklarındaki iddiaları inanması zor bir özgüvenle inkar edecek, sonra bir de akılları sıra kendilerini üste çıkaracak yeni açıklamalar yapacak, hatta cezaevindeyken bile geri basmayacak cesareti nereden, kimden, nasıl aldılar/alıyorlar?
Sadece ‘yasalardaki açık’la, ‘görgüsüzlük’le, ‘cehaletten gelen cesaret’le falan mı izah edilecek tüm bunlar? Yoksa sinekleri üreten bataklığa da bakılacak mı: Ne oldu da üç-beş yıl içinde bunların yaşanabilmesine yol açan bir ortam oluştu?
Filyoslular hukuk arıyor…
Mustafa Özdemir’in haberinde anlatılıyordu: Karadeniz gazı için Filyos Vadisi’nde yaşayanların topraklarına el konulma süreci…
Filyoslular şöyle diyor özetle:
- 372 parseldeki 50 dönüm araziye usulsüz şekilde el konuldu…
- BOTAŞ, sahiplerine hiç haber vermeden, çoğu meyve bahçesi olan arazilere iş makineleriyle girdi, vatandaşın yıllarca emek verip büyüttüğü yüzlerce ağaç kökünden söküldü.
- Ne olup bittiğini anlamak için çabalasak da kapılar hep yüzümüze kapandı, bilgi bile alamadık.
- Sadece Cumhurbaşkanlığına tanınan ‘acele kamulaştırma yetkisi’ BOTAŞ tarafından keyfi olarak, sınırsızca kullanıldı ve yetkisi olmayan işlerin altına imza atıldı.
- Haklarımızın bu ülkenin mahkemeleri tarafından geri verilmesini istiyoruz. Aksi durumda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gideceğiz...
Ne dersiniz, seslerini duyan olur mu?