Covid-19'u takdimimdir

Mücadele süreci 'hayli dalgalı, inişli ve çıkışlı'dır. Sabah kalkarsınız, bir sıkıntınız yok. 'İyi yoldayım' diye sevinecek gibi oluyorsunuz ama bir saat sonra sevinç kâbusa, durum tersine dönüyor.

Google Haberlere Abone ol

Anlatılan senin hikâyendir.   

(De te fabula narratur  Horatius) 

                                   Karl Marx                                     

 

Cahit Akçam*

Bu yazının bir tür “anı” olmadığını okuyucunun baştan bilmesinde yarar var. Olsa olsa “Her fani bir gün bu hastalığı tadacaktır.” diye diye ve taammüden olmasa bile kasten bu hastalığa yakalanmanın bir tür itirafnamesi olabilir. Ama sadece bu değildir elbette -kendime çok da haksızlık etmeyeyim- hatta hastalığın seyir defterine düşülen önemli "dersleri" meraklısıyla paylaşarak bir tür kamusal yarar sağlayabileceğimi düşünüyorum. Böylelikle kendime verdiğim zararı bir ölçü de olsa hafifletme olasılığının zerresi bile benim için önemli bir teselli sebebi olacak. (Bunu “Züğürt Tesellisi” olarak hafifseyecekleri peşinen kınıyorum.)

1. GÜN (PAZARTESİ) - COVİDLE İLK YAKIN TEMAS: Meraklısı bilmeli ki asıl hikâyenin yaşanması için kalabalık ortam şart değil. İki günün arkasından bir büroda üç arkadaş buluşmuş “memleket meseleleri” üzerine hasbihal etmekteyiz. Maskesiziz hepimiz. Bir arkadaş diyor ki “Ya, ben dün geceden beri öksürüyorum, boğazımda da batmalar oluyor, maske takayım.” Duyarlılığa bakar mısınız? Biz tepki vermeden, tek bir soru bile sormadan sohbeti sürdürüyoruz. Öyle ya, malum havalar çok sert, insan öksürür de aksırır da… Arkadaşımıza ve kendimize asla yakıştıramıyoruz Covid’i. (Hani her fani tadacaktır bir gün Covid’i, diyoruz ama aldırmazlığımız faniliği kendimize yakıştırmadığımızdandır biraz da.) Daha çok ikimiz konuşuyoruz, maskeli arkadaş arada karışıyor söze ve bize -sağ olsun- çay servisi yapıyor. Arada öksürük nöbeti gelir gibi olunca diğer odaya hızla geçiyor ve sessiz sedasız atlatıp yanımıza dönüyor. Buna rağmen “Buradan çıkıp dağılalım, sen de hemen git bir test yaptır.” demiyoruz, çünkü mevzumuz derin. (Hani, eskisi gibi “Polis basabilir” endişemiz olsa anında arazi olmuştuk bile.) Yaklaşık 1 saat süren sohbet yetmiyor, bir de yakındaki bir kebapçıda yemek yiyoruz üçümüz, hani neredeyse omuz omuza, diz dize. Maskeyle de yemek yenilemiyor malum. Artık ayrılma vaktimiz, herkes evine…

Keyifli bir akşam, çünkü Beşiktaş’ı yenmekteyiz. Oğlum ve arkadaşıyla (elbette onlar da G.Saraylı) şarap eşliğinde galibiyetin tadını çıkarıyoruz. Her şey gerçekten yolunda ve de daha da güzel olacak belli ki yarın.**

2. GÜN (SALI) - ÇANLAR BİZİM İÇİN ÇALIYOR OLABİLİR Mİ? Ertesi gün maskeli arkadaş arıyor… Gece öksürük artmış, ateşlenmiş, 1 saat kadar olmuş test yaptıralı. Hımm, demek ki kazın ayağının başka olabileceği ihtimali artsa da yine de faniliğimize toz konduramıyorum bir türlü. ”Kesin negatiftir.” Aymazlığıma arkadaşın “Bakanlıktan aradılar, Covidmişim” telefonu bile ilaç olmuyor, çünkü “Bende bir şey yok.” Gerçekten de en ufak bir belirti bile yok ve “İç savaş kuşağıyız, ne badireler atlattık biz” özgüveni bir tür aşı gibi dolaşıyor damarlarımda…

ÖNEMLİ İLK DERS: 24 saat sonranın hiçbir önemi yoktur, kendinizi avutmayın. Hele de Covidli olduğu kesin olan biriyle aynı kapalı ortamda 15 dakika bile geçirmişseniz ve yarım metre mesafeyle yemek yediyseniz.

3. GÜN (ÇARŞAMBA) - KAPIYI ÇALAN KİMDİR? Gayet zinde başlıyorum güne. Yutkunma yoluyla boğaz muayenesi, 10 üzerinden on. Ses kontrol: “Kardeşler” nidasıyla Kızılay Sakarya Meydanı'na korsan için toplanmış dağınık grupları kocaman bir kitle haline getirebilecek işaret fişeği gücünde, hem de mikrofonsuz… Yani hançere de sağlam. İştah desen fevkaladenin fevkinde. Çift yumurta, Kars tereyağı üzeri Ardahan balıyla harmanlanmış tam buğday ekmeği dilimleri Ezine Peyniri, Ayvalık Zeytini eşliğinde akmakta mideye… Gırtlakta ne bir yanma var ne de batma. Her ne kadar yaşımızı belli etse de “eski toprak” olmak başka bir şey, diye gel de böbürlenme…

Bu havayla, mahpushane ustası anamın deyişiyle, günlük “vatan kurtarma” mesaisi yapmaktayım ki demeyin gitsin. Arada temizlik, yemek yapmalar; çay, kahve self servisleri… Telefon görüşmeleri, WhatsApp yazışmaları, sorunlar, onlara çözümler, bir ertesi güne sarkması kaçınılmaz iş planları, bir hafta-on gün sonrasına randevular… Fiziki aktiviteden birkaç kez bayağı terleyip tekrar soğuyor bedenim. (Testi pozitif çıkan arkadaş merakla arıyor tekrar, “Hiçbir sıkıntı yok, için ferah olsun” diyorum ona da. Diğer arkadaşın da durumu iyiymiş, “Ben sizden uzak durdum zaten” diyormuş. “Ne iyi yapmış” diyorum ama hiç de uzak durmadığını biliyorum.) Öyle bir daldırmışım ki ardımdan yükselen toz dumandan kimler, hangi canlılar zarar görmekte ayırdında bile değilim. Akşamı ettiğimi işten dönen oğlumun kapıdan girmesiyle anlıyorum. “Var mı bir belirti?” diye soruyor girer girmez. “Her şey yolunda” derken sesimdeki tınının niyetimdeki mütevazılığı örtemediğinin farkındayım.

Yalnız ufak bir terslik var gibi, konduramasam da. Boğazımda belli belirsiz bir batma demeyeyim de yanma gibi bir ufak pürüz dolaşmakta sanki. “Deneme kontrol” ler çok da bir şey anlatmıyor ama ben makul izahı buluyorum anında: “Yemeğe koyduğum karabiberin ölçüsünü kaçırmışım, o nedenledir bu yanma, kesin.”  Üstelik terledim, soğudum, tekrar terledim vs. Oğluma da söylüyorum bunu ama iç sesim soruyor hınzırca “Ağzının içi değil de neden boğazın acıyor karabiberden?” Zor soru ama “esasa müessir” olma ağırlığı da yok henüz, önümüze bakalım…

ÖNEMLİ İKİNCİ DERS: Mühim olan geçen zaman değildir artık. Elbette devamlı kendinizi dinleyerek Paranoyaklığa düşmeyin ama belirtileri de tolore etmeye çalışmayın; serinkanlılığınızı yitirmeden iç sesinize kulak verin.

4. GÜN (PERŞEMBE) - GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ: İyi olmaya iyiyim de, boğazımdaki pürüz devam ediyor gibi. Üstüne biraz da böyle, anamın deyişiyle sanki “kafa sallıyor.” gibiyim ama kuyruğu dik tutmak “tarihi sorumluluğu” da her zamanki gibi omuzlarımda. Çünkü temizlik için kadın gelecek eve, ona kahvaltı hazırlıyorum. O gelmeden kahvaltımı yapıyorum ki o rahatça kahvaltısını yapsın. Zaten kadın eve girdiği andan itibaren maskeliyim artık. “Boğazımda hafif bir yanma var da” diye hem açıklama yapıyor ama en çok da uyarıyorum kendisini. İkimiz de hep maskeli ve mesafeliyiz.

Gün akıyor, hem de çok hızlı. Çok hızlı çalışıyor kadın, bir an önce işini bitirmek peşinde, bana da uyan bir durum, yeter ki görünür bir tertip ve düzen sağlasın. Gayretli oldukça, konuştukça anlıyoruz ki hemşeriyiz, dünya ne kadar küçük. O benden çok küçük ama sağ olsun bana “amca” demeden bitiriyor mesaisini, ne büyük mutluluk benim için…

Oğlum döndü işten. Akşamdayız artık… Boğazımdaki batmalar artmış durumda, vücutta kırgınlık, devamlı bir “yere paralel olma arzusu”, baş ağrısı artık çok belirgin ve ilaç almaya başlamışım, iyi ki varsın kadim dostum Parol. Biliyorum ki ben, ben olmaktan uzaklaşmaktayım, gerçek buz gibi duruyor bedenimde, artık gerçeği sıvayacak balçık da kalmadı, hakikati kabullenmek ve ona göre bir yol belirlemek “tarihsel materyalizmin” amentüsü, görmekteyim bunu.

Akşama doğru, bana Covid bulaştırdığı düşüncesiyle ıstırap çeken arkadaşım yine aradığında diyorum ki “Belirtiler bunlar, yarın teste gideceğim, çok terleyip soğudum, üşüdüm ama Covid çıkmama olasılığı çok zayıf.” Ne kadar üzülüyor, anlatamam. Diyorum ki “Senin yok bir sorumluluğun.” Bunu teselli olsun, diye söylemiyorum; o maske taktı ve bizi uyardı aslında. Ama biz “7 keçi sahibi ağalar” gibi kuruna kuruna oturmaktan imtina etmemekle bu dramatik sonun tarihsel sorumluluğunu almış olduk üstümüze. Sorumluluk bizde, bu böyle biline… Ve artık gerçekten biliyorum ki testimin negatif çıkma olasılığı yüzde ancak 1.

Akşam yemeğinden sonra durum daha da kötüleşiyor. Önce hararet, giderek ateş… Hem de ne ateş, ateş ölçerimiz yok ama hakkıyla 39 var gibi… 2 adet Parol aldım zaten ve şimdilik yapacak bir şey yok başka. Üstelik de dik durmak zorundayım, çünkü takım 0-0’ın düellosunda İstanbul’da Barcelona’yla kapışıyor. Şimdi tarihsel görevimiz sülalemizden vergili G.Saray aşkıyla takımı desteklemekten ibaret, Covid bekleyebilir kenarda, zaten kaçtığı da yok.

Keyifli bitmiyor gece; takım eleniyor, üstüne ateş ve bir de kulaklar, ayaklar, bacaklar hararetle yanmakta ki iki Parol daha ve doğruca hafif soğuk suyun altına. Eh, epeyce rahatlamış olmalıyım ki film izlerken uykuya geçebilmişim, son bir gayret televizyonu kapatmayı başarmam da cabası.

ÖNEMLİ ÜÇÜNCÜ DERS: Bu aşamada Covidin artık makûs talihiniz olduğunu kabullenin, onunla dost olun ki birlikte aşabilesiniz zorluğu.

(CUMA) MERHABA COVİD-19: Bir iki kez mutat tuvalet ziyareti dışında geceyi sorunsuz geçirdiğimi söyleyebilirim ama yine de sabah zar zor açıyorum gözümü, bir türlü kalkasım gelmiyor. Boğazım teslim bayrağını çekmiş durumda, sesim öyle değişmiş ki sanki içime yabancı biri girmiş de yerime o konuşuyor. “Bir ben var benden içerü.”

Devlet hastanesinde “Semptom var mı?” diyor aynı soruyu sormaktan yıldığı belli kadın görevli. Bu soruya hazırlıklıyım “Baş ağrısı, ateş, kırgınlık, boğaz ağrısı hepsi mevcut.” Doğrusu da bu zaten. “Muayene olmak ister misiniz?”, “Hayır, yalnızca test.” Karşıdaki bankoya yönlendiriyor, oradan da teste. Hepsi 10 dakika bile çekmiyor.

Evdeyim yeniden ve yaklaşık 4 saat sonra çıkacak sonucu bekliyorum. Kahvaltı, üstüne Parol, üstüne uyku… Derken 312 li bir numara aradığında “Artık” diyorum “her şey yalan bu gerçek.” “Test sonucunuz pozitif beyefendi. Bugünden itibaren 7 günlük karantina süreciniz başlıyor. Bol vitamin alıp dinlenin, bir de Parol. Bir ilacımız var, isterseniz adresinize gönderebiliriz” diyor. Kullanmaya çok niyetli değilim ama “Olur, gönderin” diyorum. Test yaptırdığım devlet hastanesine kaldığım evin adresini vermediğime eminim ama telefondaki görevli kaldığım adresi şapadanak söylüyor; “Evde başka kimse var mı?” diye soruyor ama daha ben ağzımı açmadan oğlumun adını, işinin adresi de dâhil naklediyor bana. “Onda var mı bir şey?”, “Yok şimdilik.” “O zaman onu karantinaya almayalım.” Telefon kapanıyor, iki saat içinde de ilacı getiriyorlar eve. 

Maskeli arkadaşım arıyor merakla, negatif desem o kadar sevinecek ki dünyalar onun olacak ama… O arada öğreniyorum ki diğer arkadaş da pozitifmiş. Hayret, halbuki “O kadar da uzak durmuştu ki bizden. (!!!!)

ÖNEMLİ DÖRDÜNCÜ DERS: Belirtiler çok netse kendinizi avutmaya ve dahi kandırmaya çalışmayın, bilin ki test sadece malumun ilanı olacaktır. Yaşamı hep bir mücadele addedenlerin düsturu, hodri meydandır artık.

SEMPTOMLAR VE ANTİ-COVİD MÜCADELE NOTLARI***

Hiç öksürmedim, yutkunmakta hiç zorluk çekmedim, eklem ağrısı hiç yaşamadım, kırgınlık var da yok gibiydi. Ama en çok sesim değişti, başım şiddetli olmasa da neredeyse hep ağrıdı, barsaklar, ishalsiz ama hep daha çok çalıştı, halsizlik hep benimleydi, hep yorgun hissettim kendimi.

Biline ki herkes kendi Omigronunun semptomlarını kendi meşrebince yaşayacaktır, ama kimse bundan dolayı çok özel olduğu zehabına kapılmasın çünkü özel ve biricik olan sadece Omigron’un kendisidir.

Mücadele süreci, “sarp, engebeli ve dolambaçlı” değilse de "hayli dalgalı, inişli ve çıkışlı"dır. Sabah kalkarsınız, sesinizde hafif bir kırıklık dışında önemli bir sıkıntınız yok. “İyi yoldayım” diye sevinecek gibi oluyorsunuz ama bir saat sonra sevinç kâbusa, durum tam tersine dönüyor. “Game Over” Baş ağrısı, boğaz batması, geniz tutulması… Akşama doğru çok iyi olduğunuzu hissediyorsunuz. İyiye gidiyor durum, diye umutlanıyorsunuz ama çok geçmeden önce kulaklarınızı kızartan bir hararet –ateş değil– hızla yayılıyor vücuda ve yine baş ağrısı, yine yatma isteği, yine yeniden uyku. Ertesi sabah bu defa kötü kalkıp “geçmeyecek bu illet”ten “Covidin çanına böyle ot tıkarım işte”ye, bir ona bir diğerine düşe kalka akşam ediyorsunuz, testten sonra 3 gün daha…

Testten sonra 4. gün kendi sesinize epeyce kavuşuyorsunuz; baş ağrısı filan da yok, hafif bir geniz tutulması, artık iyileşme yolunda hızla ilerliyorsunuz gerçekten, o kadar ki ilaç almak bile gelmiyor aklınıza.

Ve 5.gün, sabah sanki yaşadıklarınızı hiç yaşamamış gibi gözünüzü açıyorsunuz dünyaya; Covidli günleriniz sislerin arkasında belli belirsiz duran bir siluetten ibaret, gerçekten yaşandı mı onlar? Derin bir kâbustan uyanmışsınız da çocukluk günlerinizin güneşiyle ısınan bir çiçek tarlasının ortasında sırt üstü uzanıp gökyüzünün engin maviliğine gülümsüyorsunuz sanki. Sağlıklı olmak, ne büyük kıymet! Haydi, geçmiş olsun…

____________________________________________________________________

          * Başlığı, yazılarını çok beğenerek okuduğum Halit Çapın’ın alkolle mücadelesini anlattığı yazı dizisinin “Bay Alkolü Takdimimdir.” başlığından esinlenerek koydum. Bu vesileyle neslinin en iyilerinden olan bir büyük gazeteci ve kalem ustasına, hep borç bildiğim ama onun haberdar bile olmadığı, çok gecikmiş saygımı iletmek istedim. Artık öğrenmiş oldu.

          ** Liseli yıllarımızda bir yandan siyasi nedenlerle kristalize olurken en çok da futbol takımı taraftarlığı üzerinden gruplaşırdık. Serde sülaleden gelme Galatasaraylılık var; takıma Aslan armasının verilmesine neden olan ünlü liberolarından Aslan Nihat anne tarafından dayımız olmakta. İş bununla da kalmıyor, sülalenin o tarafında Galatasaraylı olmak miras hakkından yararlanmanın olmazsa olmazı. Bu sebeple sınıfın en kemik Galatasaray taraftarıyım, dolayısıyla en çok da Fenerlilerin hedef tahtasındayım, onlar da benim elbette. Sınıfın çoğu da Fenerbahçeli. Hafta sonu pazar günü Fener ya da Beşiktaş’la Galatasaray’ın maçı olup da kazanmışsak sadece pazar günü değil pazartesi günü de çok güzel olurdu. Ama bir de tersi olmuşsa, hele de Fener’e yenilmişsek ertesi gün okula gitmek, hele de ilk derse kazasız belasız girmek benim için tam bir azap olurdu.

          *** Yazıya bir de Nazım’ın “Mahpushanedekine Öğütler” gibi “Covid Olacaklara Tavsiyeler” bölümü eklemeyi düşündüm ama yazı daha da uzayıp öyküden hallice bir edebi (!) metne dönüşeceği için vazgeçtim. Yine de “Koru kendini bitten / bir de bahar akşamlarından” gibi dizeler yazmayacaksam da müstakbel Covid adaylarını özellikle bazı “geçmiş olsuncular”a karşı uyarmayı insani bir görev addediyorum. Onlar da “Geçmiş olsun.” a ararlarken elbette iyi niyetliler ama emin olun ki sizin ne durumda olduğunuzdan daha çok onlar neleri, nasıl yaşadığınızla ilgilenecekler. Onlara göre zaten Covid olmak demek cehenneme direk olmak gibi bir şey. Size “Geçmiş olsun. Nasıl oldu?” diyen ses tonlarındaki derin elemi sezmemek mümkün değil. “Sen zaten yanmışsın, bari nasıl yandığını bilelim de biz yanmayalım.” ferasetiyle ıstırapla deneyimlediklerinizi ayrıntısıyla öğrenip daha sonra çevrelerine uzman edasıyla ve bilimsel bir üslupla (!) aktaracaklar. “Bazı vakalarda şöyle de oluyor.”, “Benim bir arkadaşımda geriatrik sorunlar çok öne çıkmış; 2.günde helaya yetişemediği için donuna bırakmaya başlamış." Onun için “Geçmiş olsun, şimdi iyi misin?” sorularının hemen arkasından “Nasıl başladı? İlk ne hissettin? (Sanırsın ki ilk aşkını soruyor?) “Hiç mi eklem ağrısı olmadı, hâlbuki en çok onu diyorlar.”, “Koku, tat nasıl?” “İyi de neleri kokladın da bunları söylüyorsun? Hiç öyle denemeler yaptın mı?” Hazret hazır kobayı bulmuş bilimsel verileri arşivine aktaracak. Bu soruları sorduğu kişinin o sırada yatakta yatmakta olan bir “hasta” olduğunu çoktan unutmuş, büyük bir ilmi tecessüsle insanlık âlemine faydalı bilgileri aktarmak için kendini paralayan bir tür tıp vakanüvisti adeta. Size “Koyun can derdinde kasap et derdinde”nin en sofistike örneğini yaşatıyor…