YAZARLAR

Çocuklar için çığlık atsak içimizi dökmeye yeter mi?

Okullarda öğretmenlerin beyaz önlük giymesinden daha acil sorunlarımız var. Artan yoksullukla birlikte okul terk ve öğrenme güçlüğü. Eğer bu günlerde bir tablo olsaydım, “Çığlık” olurdum. Munch’un tabloya taşıdığı varoluşsal sancılar ve ıstırabı ta kalbimin içinden hissettiğim için...

"Büyümek zor ama zevkli bir sınav gibidir.
Uçmak isteyen küçük kuşların kanat çırpması gibi.
Bunun için çok çalışmak gereklidir.
Başarırsan uçarsın.
Başarırsan büyürsün.
Başarırsan özgürsün demektir.”
Seza Kutlar Aksoy, Büyülü Bahçe, Everest Kitap

New York Times’ın 2020 yılı Aralık ayında devreye soktuğu İlkel Çığlık Telefon Hattı’nı (Primal Scream Line) anımsıyor musunuz? Aradığınızda “lütfen bip sesinden sonra çığlık atın” diyordu.

Sizin de son dönemde durdurulamayan hayat pahalılığı, saat başı değişen fiyatlar ve çevrenizde gözlemlediğiniz kadarıyla giderek artan yoksullaşma karşısında böyle çığlık atasınız geliyor mu?

Benzer şekilde geçen sene Eylül ayında da Londra'da Leadenhall Market içinde Screamatorium isimli bir uygulama başlamıştı. Yaşam stresinden, yorgunluktan, tükenmişlikten, hayattan yorulmuş ziyaretçilerin burada, açık havada farklı yöntemlerle çığlık atmasına imkan tanınıyordu.

Bir süredir çocuk yoksulluğu, çocuk açlığı, çocuk işçiliği, türlü şekillere bürünen çocuk düşmanlığıyla mücadele konusunda kaplumbağa hızıyla ilerlememiz, “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” şiarıyla konulara yaklaşmamız karşısında böylesine çığlık atasım geliyor son günlerde...

Norveçli ressam Edvard Munch'ın, fal taşı gibi açılmış gözler ve oyuk yanaklarıyla, içinde kaygıyı ve toplumsal parçalanmayı barındıran meşhur Çığlık tablosu gitmiyor gözümün önünden...

Özel okulların bir kısmı geçtiğimiz hafta açılırken, devlet okulları ve diğer özel okullar da yarın (Pazartesi) 2023-2024 yeni eğitim-öğretim yılına başlayacak.

Ancak, sekiz ayın en yüksek seviyesine ulaşan enflasyon karşısında okul masrafları özellikle dar gelirli aileleri zorluyor.

Kırtasiye ürünlerine geçen yıla oranla yüzde 70’lere varan zam gelirken, okul için en temel ihtiyaçlar ve okul kıyafetleri bile lüks oldu.

Birçok aile, binlerce liralık bağış / kayıt ücretlerini de ödeyemiyor.

Eğitim-Sen Antalya Subesi’nin yaptığı son araştırmaya göre ise, okula yeni başlayacak bir öğrencinin okula başlama gideri 7 bin liranın üzerinde.

Sivil toplumun ve belediyelerin sağladığı burs olanakları da sınırlı.

Uzun zamandır çocuk hakları savunucularının, medyanın ve birçok siyasetçinin dikkat çektiği “beslenme çantalarının” yeni ders yılında ne kadar dolu olacağını ve dolu olan kısmına ne kadar besleyici ürünler konacağı ayrı mesele... Devlet okullarına, ilkokuldan başlayarak geniş kapsamlı bir ücretsiz okul yemeği programının neden bir türlü hayata geçemediğini de mantıklı bir şekilde açıklamak mümkün değil.

Peki artan göreceli yoksulluk ortamında eğitimde bizi nasıl bir tablo beliyor?

Ailelerin temel gıda maddelerine erişimde güvencesizliklerinin ve kırılganlıklarının artışının, bu dönemde öğrenmeye engel oluşturması ve gerek okul terk eğilimlerini gerekse sınıf tekrar riskini artırması en büyük endişeler arasında.

Bir diğer deyişle, yetersiz beslenme, öğrenme güçlüğünü derinleştirip “öğrenme yoksulluğu” üretirken, kitlesel şekilde okul terk ve sınıf tekrarlar bekleniyor. Çünkü hayatta kalma ve karnını doyurma derdi, eğitimin önüne geçmiş durumda.

Salgının etkilerine ekonomik kriz de eklenince, güvencesiz işlerde çalışan ebeveynler, çareyi çocuklarını eğitimden koparmaya ve eğitimin dışına itmede bulacak.  Mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocukları hem öğrenim kaybına uğrayacak, hem de okul ile bağları zayıflayacak ve hatta bir süre sonra kopacak.

Tüm bunları öngörmek için de önümüze sihirli küre koymaya gerek yok. Tüm göstergeler bu yönde evriliyor – eğer bu sosyoekonomik gerileme karşısında eğitimi ve çocuğun üstün yararını önceleyen erken müdahale tedbirleri alınmaz ise...  

Süt, yumurta, yoğurt, peynir gibi temel besin maddelerine erişebilen, sabah kahvaltı yaparak okula gelebilen, abur cubur yerine besleyici ürünler tüketebilen, gün aşırı et yiyebilen öğrenci sayısı giderek azalıyor. Bu da belli bir süre sonunda derse odaklanmayı zayıflatırken, kansızlık sebebiyle hem zihinsel hem de bedensel yorgunluk doğuruyor; okuyamayan ve okuduğunu anlama becerileri körelen, hatta sınıflarda açlıktan bayılan, çocukların sayısı artıyor.

Maddi yoksulluğun öğrenme kaybını ve öğrenme yoksulluğunu doğrudan tetiklediği, uzmanların üzerinde birleştiği bir nokta.

Tüm bunlar ise son kertede çocukların anayasayla da güvence altına alınan eğitim hakkını kullanmalarının önünde devasa bir duvar dikiyor.

Geçtiğimiz aylarda Eğitim Reformu Girişimi’nden politika analisti Özgenur Korlu, “Sosyoekonomik Durumun Eğitim Hakkıyla İlgisi Ne?” başlıklı bir yazı kaleme almış ve sosyoekonomik durumun hanelerde yarattığı farkların özellikle 10 yaşından itibaren eğitim çıktıları üzerinden doğrudan izlenebildiğini verilerle ortaya koymuştu.

Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda eğitim düzeyi ve dolayısıyla sosyoekonomik durumu daha yüksek ailelere doğan çocukların daha yüksek puan aldığı resmi verilerle de ortaya konuyor.

Dezavantajlı bir aileye doğan çocuğun okuma, fen ve matematik becerileri, kendilerinden daha müreffeh bir ortamda büyüyen akranlarına göre oldukça geri kalırken,  Korlu, eğitimde yoksulluk kaynaklı toplumsal eşitsizlikleri yeniden üreten döngünün kırılması gerektiğine işaret ediyor ve şöyle diyor:

“Çünkü sosyoekonomik durum, eğitime katılımı, devamı ve zorunlu eğitimi tamamlamayı etkileyen çocuk yaşta erken ve zorla evlilik, çocuk işçiliği, okul terki, sınıf tekrarı ve devamsızlık gibi sorunlarda da etkili. Bu açıdan sosyoekonomik durumun eğitime etkilerinin mevcut verilerin gösterdiğinden daha fazla olduğu söylenebilir. Bu etki, kız çocuklar, engelli çocuklar, anadili Türkçe olmayan çocuklar gibi farklı gruplarda daha şiddetli hissediliyor.”

Korlu’ya göre, “Bireyin sosyoekonomik durumu sadece bugünkü eğitim deneyimlerini, becerilerini ya da üniversiteyi kazanabilmelerini değil yarınki sosyoekonomik durumunu da etkiliyor. Bu durum, gelecekte de başka çocukların sosyoekonomik durumlarından ötürü eğitim haklarının gerçekleşememesi anlamına gelebilir.”

Ancak burada çözüm sadece eğitim sisteminde “makyaj” niteliğinde düzenlemeler değil. Kast edilen, istihdam, bakım yükü, toplumsal cinsiyet gibi politikalarda toplumsal eşitsizlikleri yeniden üreten sorunların giderilmesi, eğitimde dezavantajlı bölgelere daha fazla kaynak ayrılması, hane ve eğitime destek verilmesi, okul öncesi eğitimin erişilebilir ve nitelikli olması gibi destekleyici adımlar...

Buna paralel olarak, Bilgi Üniversitesi’nde sosyal politika ve çocuk çalışmaları alanlarında değerli çalışmalara imza atan Dr. Başak Akkan’ın bu konudaki uzman tespitleri de oldukça önemli: 

“Çocukların öğrenme güçlükleri ile gıda güvencesizliği arasında kuvvetli bir ilişki var ki, bunu birçok bilimsel çalışma doğruluyor. Bu bağlamda da okul yemeği programlarını hızlı bir şekilde hayata geçirmek, yeni eğitim-öğretim yılında atılacak en önemli adımlardan biri. 2011 yılında Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu bünyesinde kaleme aldığımız “Devlet İlköğretim Okullarında Ücretsiz Öğle Yemeği Sağlamak Mümkün mü?” başlıklı raporumuzda da kapsamlı bir şekilde ele aldığımız okul yemeği programları birçok ülkede çocukların günlük temel beslenmelerine destek olmak için uygulanıyor ki, çocukların okul devamlılığını olumlu yönde etkilediğine dair veriler söz konusu. Okul yemeği programlarının okullaşmayı arttırdığı, özellikle kız çocuklarının okullaşmasına olumlu etkisi olduğu, ekonomik krizlerin yarattığı  yoksulluk  durumlarında çocukları okulda tutan bir sosyal destek işlevi gördüğü biliniyor.”

Ciddi düzeylere varan maddi yoksunluk ortamında öğrencilere yönelik müdahale programı olmadıkça, çocukların okula devamlılıkları ve eğitim çıktıları, doğrudan hanedeki koşullardan etkileniyor. Yetersiz beslenen çocuğun, sadece okula devamı değil, akademik performansı ve okul için hazır bulunuşluluğu da etkileniyor.

Akkan, gerek çocuğun iyi olma hali konusunda yaptığı araştırmalarda, gerekse yoksulluk çalışmalarında, okul terklerinin ailenin yoksulluk durumu ile yakın ilişki içerisinde olduğuna dikkat çekiyor ve “Okul terki, çocukların ailelerine gelir desteği sağlamak için çalışma yaşamına girmelerinin bir sonucu. Okul masraflarının karşılanamaması da çocukların okul terki riskini arttıran bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Çocukların okul terki riskini izleyebilecek bir mekanizma son derece önemli,” diyor.

Zaten çocuğun iyi olma hali göstergeleri arasında “üç öğün düzenli yemek yiyebilme” ön sıralarda yer aldığı için, yoksullaşmanın arttığı ülkelerde bu konuda etkin müdahale edilmesi, eğitim politikalarının birinci önceliği olmalı. 

Bu noktada, Akkan’ın kısa vadede uygulamaya geçirilmek üzere önemli bir önerisi var: okul rehberlik hizmetlerinin güçlendirilmesi ve özellikle kırılgan gruplardan gelen çocukların gittiği okulların sosyal hizmetler yoluyla desteklenmesi.

Yani, okul terkine zorlanan çocukların okullarda bulunması zorunlu “rehber öğretmenler” tarafından ön-alıcı şekilde tespit edilmesi, ilgili makamlara bu konuda bilgilendirmede bulunulması ve bu eğilimlerin en başında ve kaynağında durdurulması. Yani, müdahale, çocuklara en yakın noktadan yapılmalı ki biz aylar sonra haberlerde şu tür başlıklarla karşılaşmayalım:

“On yaşından beri okula gitmeyen çocuk, yük asansörünün altında can verdi.”

“Kırtasiye masraflarını karşılayamayan baba, çareyi kızını evlendirmekte buldu.”

“Okula boş beslenme çantasıyla giden çocuk sınıfta bayılıp hastanelik oldu.”

Rehber öğretmenlere dolayısıyla ön-alıcı olmada ve gerek eğitim devamlılığını gerekse eğitim çıktılarını izlemede büyük sorumluluk düşüyor.

Okul çağında olup okula yoksulluk sebebiyle devam etmeyen çocukların takibi, okul ve mahalle bazında ilerlemeli. Akkan, okulun “mekânsal sınırlılıkların” ötesinde ve çevresindeki dayanışma ağları ile birlikte bir “ekosistem” olarak düşünülmesi, okulun bir “sosyal refah alanı” olarak tasarlanması gerektiğini savunuyor. 

“Ayrıca, okul çevresinde toplum temelli sosyal hizmet ağları güçlendirilebilir. Bazı ülkelerde okul sosyal hizmeti uygulamaları var örneğin, bu tip uygulamalar hayata geçirilebilir.  Bir diğer önemli konu da çocukların yaşadığı hanelere sağlanacak gelir desteği yoluyla çocukların ekonomik sebepler ile okuldan kopmalarının engellenmesi,” diye bir öneride de bulunuyor Akkan.

Okullarda öğretmenlerin beyaz önlük giymesinden daha acil sorunlarımız var. Artan yoksullukla birlikte okul terk ve öğrenme güçlüğü.

Eğer bu günlerde bir tablo olsaydım, “Çığlık” olurdum. Munch’un tabloya taşıdığı varoluşsal sancılar ve ıstırabı ta kalbimin içinden hissettiğim için...

İki elimi başımın arasına alarak attığım o çığlıkla çocuklara ücretsiz erişilebilir, kapsayıcı ve demokratik bir eğitim ortamının ne kadar acil olduğunu, devlet okullarında ücretsiz yemek programının artık rafta bekletilmemesi gerektiğini, artan yoksullaşmanın ülkedeki zaten gerileyen eğitim sistemini daha da bozmaması için önalıcı tüm sosyal politika araçlarının devreye sokulmasının aciliyetini haykırırdım turuncu ve kırmızı renk tonlarıyla kaplı doğaya...

Çığlık atmak, politika üretip derhal uygulamanın yerine geçmez. Ama belki bu varoluşsal açmazımız ve çocukların iyi olma hali karşısındaki ortak sorumluluğumuz konusunda uzun zamandır akademinin ve sivil toplumun çabalarını ve uyarılarını bir duyan, bir eyleme geçen, bir fark yaratan olur. Lütfen bip sesinden sonra çığlık atın...


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.