YAZARLAR

Bu seçimde de hiçbir şey olmasa da bir şeyler olur mu?

22 yıllık AKP döneminde 18 seçim yaşadı ülkemiz. AKP hepsinden 1. parti olarak çıktı. Ama her seçim öncesi bir takım “anomali”ler, daha doğrusu provokasyonlar yaşamak normalleşti. Bu seçim “normal” olur mu?

Türkiye rejimi, bir provokasyonlar rejimidir, aynı zamanda. Oysa egemenler güçlüdür, provokasyonlara yani rejimin kendi hukuku ve kuralları içinde yer almayan icraatlara ihtiyaç duymamaları lazım, değil mi? Yürütme, yargı ve zaman zaman sıkıntı çekseler de yasama ellerindedir. Ordu, polis, devlet kurumları ellerindedir. Görsel, basılı yayın kontrollerindedir. Hatta siyasi partiler aracılığıyla ülkenin en ufak yerleşim birimine kadar örgütlülerdir. Ancak (özellikle) toplumsal rızayı oluşturmakta hep bıçak sırtında hissetmiştir kendini bu ülkenin egemenleri.

Siyasi iktidarın sürekliliği (hegemonya)(1); egemen sınıfın kendi sınıf çıkarını toplumun tamamının çıkarı gibi gösterebilme yeteneği ve elbette sahip olduğu devletin zorunu kullanması ile sağlanır. Bunlar da bir takım kurallara bağlanmıştır; genel ve yerel seçimler, anayasa, ceza yasaları, kolluğun vazife ve selahiyet yönetmelikleri v.s. Ancak egemen sınıf(lar)ın zayıflığı, bazı durumlarda egemen sınıflar arası uyumsuzluklar, hatta bazı durumlarda siyasal muhalefetin güçlülüğü, bu kuralların “dışına çıkmayı” gerektirir. İşte bu tür durumlarda “anomali”ye başvurulur, yani provokasyonlara. Bunun için de kontr-gerilla ve onun aparatları gerekir. Göstermelik hukukun yetmediği yer, kontr-gerillanın başladığı yerdir.

Esas amaç elbette toplumsal rızanın bir şekilde “yeniden” sağlanmasıdır; korkutarak, sessiz kılarak, tepkisizleştirerek, uyumlu hale getirerek, alıştırarak, hatta bir bölümünü yok ederek ama sonunda çoğunluğu “ikna ederek”…

O yüzden ülke tarihi aynı zamanda darbeler, bombalamalar, katliamlar, siyasi cinayetler, faili meçhuller, kayıplar tarihidir.

SEÇİMİ ALAN HER ŞEYİ ALIR

Son 20-25 yılda yani AKP döneminde “bazı şeyler” değişti. Her şeyden önemlisi seçimler, daha doğrusu seçim kazanmak, toplumsal rıza oluşturmanın ana belirleyeni oldu. Toplumun rızasını “alan” da egemenler arasındaki açık/gizli, legal/illegal güç ilişkilerini yeniden dizayn etme hakkı kazandı. Kontr-gerilla dağıtılmadı ama “eskilerden” arındırıldı, ülke içindeki merkezi değiştirildi, daha homojen ve “yeni amaç”a daha uygun hareket edebilir hale getirildi.

Seçim(ler) ile kazanılan güç, seçim(ler)i yeniden ve yeniden kazanmak için kullanılan güç oldu.

22 yıllık AKP döneminde 18 seçim(2) yaşadı ülkemiz. AKP hepsinden 1.parti olarak çıktı. Ama her seçim öncesi bir takım “anomali”ler, daha doğrusu provokasyonlar yaşamak normalleşti. Toplumsal rıza, bir başka ifade ile meşruiyet, seçim ile sağlanıyordu ama seçimler (öncesi ve anıyla), meşru yol ve yöntemler kullanılarak yapılmıyordu.

Kullanılan yol ve yöntemler, eskisine göre çok büyük farklılıklar ve zenginlikler de içermekte. İlk akla gelen, 2015’te yapılan iki seçim dönemi kuşkusuz. Hatırlanacak olursa Haziran seçiminde AKP, tek başına iktidar olacak çoğunluğu elde edememişti ve seçim Kasım’da yenilendi. Ama bu dönem ne hikmetse 3 tane bombalı katliam gerçekleştirildi. İlki 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği mitinge yönelik bombalı saldırı idi, 5 kişi öldü, İŞİD üstlendi. Amaç belli ki Haziran seçimini etkilemekti ancak başarılı olunamadı. Kasım seçimi arifesinde ise önce 20 Temmuz’da Suruç’ta 33 kişi ardından 10 Ekim’de Ankara’da 104 kişi bombalı saldırılarda katledildi. (Suruç saldırısından 2 gün sonra, 22 Temmuz'da ise Şanlurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde iki polisin evlerinde başından vurularak öldürüldüğünü de eklemek gerek ki bu cinayet de hala faili meçhul). Sonuç; Haziran’da elde edilemeyen toplumsal rıza, Kasım’da elde edildi.

Seçim kazanmak amaç, yollar muhtelifti. Ve en çok işe yarayanlardan biri de hiç kuşkusuz sandıkta yapılan “hile”ler oldu. Yine hatırlanacaktır, hani bir zamanlar iktidarın paylaşıldığı Fethullah Gülen’in “ölüleri mezarlarından kaldırıp oy kullandırın” talimatını. Ya da yüzde 100 katılımın olduğu ve yüzde 100 AKP’ye çıkan sandıkları. YSK, hep etkili bir aparat oldu.

Seçim dönemleri genellikle öncesinden “planlanıyor”, yollar muhtelif. Örneğin; geçen yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde Sinan Oğan’a biçilen misyon, verilen görev gibi. (12 milyonluk arabanın lafı mı olurdu, yüzde 1-2’nin yanında)

İstenilen seçim sonucu elde edilemediğinde de yollar muhtelif. Örneğin; İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi kaybedildiğinde, YSK’yı devreye sokup seçim rahatlıkla yeniden yaptırılabiliyor. Ya da seçilmişler görevden alınıp kayyuma devredilebiliyor.

BU SEÇİMDE BİR ŞEY OLMAZ, DEĞİL Mİ?

Şimdi önümüzde yeni bir seçim var; yerel yönetimler belirlenecek, özellikle de İstanbul. Bu sefer de rızamızı sağlayacak yeni bir “sürpriz” yapar mı birileri?!

Aslında “ilginç” bir altyapı oluştu, oluşturuldu.

28 Ocak'ta İstanbul’da Santa Maria Kilisesi’ne silahlı saldırı düzenlendi. "Saldırı kabusu 6 yıl sonra Türkiye’ye geri döndü" ifadelerinin yer aldığı İtalyan La Stampa gazetesi, "Yerel seçimler dikkate alındığında güvenlik konusu yeniden merkezi hale gelebilir" diyordu. Hatta Devlet Bahçeli “Gelişmeleri dikkat, tedbir ve temkinle kavramalı ve takip etmeliyiz. Bilhassa 31 Mart seçimlerine kadar provokasyon ortamını canlı tutmayı ve ülkemizin sinir uçlarıyla oynamayı planlayan karanlık ellere azami şekilde uyanık olmalıyız” uyarısı yapıyordu.

6 Şubat’ta İstanbul’da Çağlayan Adliyesi’ne eylem yapmaya gelen iki militan, polisin GBT uygulamasına takılıp silahlı çatışmaya girdi. Bu iki kişiyle birlikte sivil bir vatandaş da hayatını kaybetti. Polis ülke çapında geniş bir operasyon düzenledi ve 100’ün üzerinde insan gözaltına alındı, birçoğu tutuklandı.

10 Şubat’ta İstanbul’da AKP'nin Küçükçekmece Belediye Başkanı adayı Aziz Yeniay'ın seçim çalışması yaptığı sırada uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlendi.

17 Şubat İstanbul Pendik'te, kaymakamlık lojmanı önündeki polis noktasına silahlı saldırı düzenlendi.

Ve 28 Şubat’ta Erdoğan, ülkeyi yeniden darbe iklimine sokmak isteyenler olduğunu öne sürdü. "Bugün de milletimizi yılgınlığa sürükleyerek, ülkemizi yeniden darbe iklimine sokmayla yanıp tutuşanlar olduğunu biliyoruz. Sağda solda kendi kendilerine gelin güvey olan varsa, Aydın'dan hepsini ikaz ediyorum" diyordu.

Elbette bunların birbiriyle ilişkili olduğunu, tek bir merkezden yönlendirildiğini iddia etmek hem fazlasıyla komploculuk olur hem de “doğru” olmaz. Ancak seçim ortamının getirdiği klasik gerginliğe, sonuçlarını “güçlü” olanın belirleyebileceği yeni “plan”ların yapılmasına olanak sağlar. Bu noktada amaç da felaket tellallığı yapmak ya da korku iklimine katkıda bulunmak asla değildir, olmamalıdır da.

Var olan egemenlik ilişkilerinin kurulmasında ve yeniden üretilmesinde seçime (sandığa) atfedilen önem, her türden yol ve yöntemi “zorunlu” kılıyor. Cumhurbaşkanlığını, meclis çoğunluğunu ele geçirmiş bir AKP iktidarı için, özellikle de 4 yıl daha seçim olmayacağı öngörüldüğünde, kendisini meşruluk krizine sokabilecek tek risk İstanbul olabilir.(3) Bunu da “oyunun kendi kuralları” ile engelleyebildiği ölçüde “ekstra” bir şey yapmasına gerek kalmaz.(4) (Belki de İstanbul ceptedir!) Ya oyunun kendi kuralları ile engellenemiyorsa??

Ancak unutulmamalıdır ki her provokasyon amaçlanan başarıyı elde edemez, hatta başarısızlığı garanti de edebilir. 10 Ekim Katliamı, Kasım seçimlerini belirlemiştir ancak Diyarbakır mitingine yapılan saldırı, Haziran seçimlerini belirleyemedi.(5) Sinan Oğan tezgahı cumhurbaşkanlığı seçiminde başat rol oynadı ama YSK’ya İstanbul seçimini tekrarlattırmak oy farkını katladı.(6)

Kısacası provokasyonlar ya da düzen içi ifade ile “düzen dışı hareketler” engellenemeyebilir ancak bunlara karşı verilecek/verilmeyecek yanıtlar yenilgiyi ya da yengiyi perçinler…(7)


NOTLAR:

(1) Hegemonya demişken Gramsci’yi anmamak olmaz…

(2) 7 genel, 5 yerel, 3 referandum, 3 cumhurbaşkanlığı seçimi.

(3) Aslında İmamoğlu, beş yıl boyunca Ankara’daki iktidarı zora sokacak herhangi bir “iş” yapmamaya çok özen gösterdi. Ne kendisinden önceki AKP’nin İstanbul yöneticilerini mahkeme kapılarında süründürüp siyasi kriz çıkarmaya çalıştı ne de Ankara-İstanbul arasında ikili iktidar ilişkisi oluşturmaya çalıştı. Hep uyumu, hukuku arar oldu, taksi sorununda bile…

(4) Belki sadece Yeniden Refah’a son dakikada takla attırtmak yeterli olur!

(5) Bu iki örneğin kıyaslaması; toplumsal muhalefetin özneleri tarafından “örgütlülük ve siyasi önderlik dersi” olarak ele alınmalı.

(6) Erdoğan, bu sonucu öngörebilseydi seçimi tekrarlatmazdı herhalde. Oy farkı 13 binden 806 bine çıktı. Ve bu sonuç İmamoğlu’nu gayrimeşru olduğu iddiasını imkansız kıldı, oysa 13 bini kabul etse…

(7) Aman sakın ha, bu ifadeden İmamoğlu’nun desteklenmesi gerektiği, sonucu çıkarılmasın!


Yavuz Halat Kimdir?

Erzurum İspir’li. İstanbul Samatya’da büyüdü. İlkokuldan sonra iki yıl Darüşşafaka’da yatılı idi. “Ne Yapmalı”yı orada okudu. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden 1984’te mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ne girdi. Yıldız Rektörlük İşgali'nde 'işgalciler'den biriydi, bir süre cezaevinde yattı. Eğer bir başlangıç tarihi gerekir ise 14 Nisan 1987’den beri “solculuk” yapıyor.