Boşanma sürecinde insan yaşamından çalınan süre

Ülkemizde boşanma davaları yıllarca sürmektedir. Boşanamayan eşler bu uzun süreçte maddi ve manevi olarak yıpranmakta, aile ve toplum içinde sosyal bir kimlik sahibi olmaktan da yoksun kalmaktadırlar.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Yeni evlenen yakınlarımıza ve dostlarımıza "sevginizi ölümsüzleştirmeye doğru attığınız her adımda güneş hep önünüzde olsun ki gölgeler arkanızda kalsın, her günü bu günkü gibi sevgi dolu, mutlu ve heyecanlı geçirin" diye dileklerde bulunuruz. 

Ancak günler geçerken bazen güneş hep önümüzde olmaz. Kimi zaman güneşin arkasında kalırız ve önümüzde gölgeler belirir. Bu gölgeleri aşmak da var, gölgeler denizinde boğulmak da.

Kimi zaman evlilik birliği kimlik kayıtlarda kalmış eski bir not gibidir. Beyinde bittiği gibi, maddi ve manevi olarak da son bulmuştur.

BOŞANMANIN TARİHÇESİ

Ancak buna karşın tarihçesinde boşanmanın yasak olduğu dönemler ve ülkeler vardır. Katolik mezhebine göre tanrının birleştirdiği insanların ayrılması yasaktır. Evlenen eşler Tanrının isteğini yerine getirmiş olduklarından birbirlerine yaşam boyu kopması olanaksız bir bağla bağlanmışlardır. Yani özetle Tanrının birleştirdiği insanlar boşanamazlar.

Bu duruma göre laik olmayan hukuk evliliğin ancak ölümle son bulacağını kabul etmektedir. Zina ve çok ağır hallerde ise çiftler yalnızca ayrı yaşama hakkına sahiptirler.

İnsan inanmak istemiyor fakat gerçek şu ki İtalya’da boşanmayı düzenleyen kanun 1970 yılında yapılan referandumla kabul edilmiştir.

Portekiz, İspanya ve İrlanda'da ise sırasıyla daha dün gibi yani 1978, 1981 ve 1995 yıllarında boşanma kurumu düzenlemesi yapılmış ve kabul edilmiştir.

Vatikan’ın dışında boşanmanın yasak olduğu dünyadaki tek ülke Filipinler.

Bu ülkede zina veya şiddet bile eşlere boşanma değil ancak ayrı yaşama hakkı verir.

Laik olmayan ülkelerde ise boşanma erkeklere tanınmış bir haktır ve kadınların kendi iradeleri ile boşanmaları çok zordur.

BOŞANAMAYAN VE YENİDEN EVLENEMEYEN ÇİFTLER

Boşanma konusunda bireyci görüş ile devletçi (toplumcu) görüş farklıdır. Bu iki görüş her zaman çatışma içinde olmuş, ancak bireyci görüşün özellikle uygar ülkelerde çok önemli kazanımlar elde etmiştir. 

İnsanların evlilikleri nasıl doğal karşılanıyorsa, boşanmaları da doğal karşılanmalıdır. Ancak bu süreçte çok önemli olan konu çocukların zarar görmemesidir. Önceki Medeni Yasamız kusurlu eşin boşanmayacağı kuralını kabul etmişti. Bu yüzden kusurlu eşler yaşam boyu boşanamıyorlardı. Bu konudaki örnekler den en çok konuşulanı Türkan Şoray ile Rüçhan Adlı ve Fatma Girik ile Memduh Ün’ün birlikteliğiydi. Aralarında büyük aşklar yaşayan insanlar bile evli oldukları için birbirleri ile evlenemiyorlardı.

Bir boşanma davası üç yıl, beş yıl, on yıl sürer mi ? Evet sürüyor ve insanlar çalınan bir yaşamın acıları içinde kıvranıyorlar... Boşanamadığı için yaşamının en güzel günlerini yalnızlık içinde geçiren, yeni bir yaşam kuramayan ve bu yüzden acı çeken çok insanla karşılaştım. Öyle ki bu insanların çok uzun süren boşanma davası sürelerinde çocuk sahibi olma şanslarını yitirmeleri bile söz konusu.

ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARI

Bu konuyu yazmamın nedeni Anayasa Mahkemesin 22/2/2024 tarihinde E.2023/116 esas ve 2024/56 sayılı 22/02/2024 günlü kararı ile; "boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı ve eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar verileceği" kuralını oy çokluğu ile iptal etmesidir.

Karara Anayasa mahkemesi Başkan Zühtü Arslan ve üyelerden M.Emin Kuz, Yıldız Seferinoğlu, İrfan Fidan aykırı oy kullanmışlardır. Aykırılık savı anayasanın 13 ve 20. maddeleri kapsamında kabul edildiğinden ayrıca yerel mahkemenin ileri sürdüğü 5., 12., 14., 17. ve 41., maddeleri açısından incelenmemiştir.

TMK Türk Medeni Kanunu 166/4 maddesindeki sürenin reddedilen boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıl olması her zaman eleştirilmiştir. Ülkemizde diğer davalar gibi boşanma davaları da yıllarca sürmektedir.  Bu nedenle boşanamayan eşler bu uzun süre içerisinde maddi ve manevi olarak yıpranmakta, eziyet çekmekte, aile ve toplum içinde sosyal bir kimlik sahibi olmaktan da yoksun kalmaktadırlar.

Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin temelden sarsılmış bulunmasındaki "üç yıllık süre" İsviçre ve Fransa’da iki yıl, Belçika da bir yıl, Almanya ve İtalya da da üç yıldır.

MAKUL SÜRE 1 YIL OLMALI

Bana göre bu sürenin boşanma davasının reddi kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıllık olması yeterlidir. Zaten boşanma davası uzun sürmekte ve taraflar ayrı yaşamayı bu süre içerisinde sürdürmektedirler. Hem boşanma davası ve hem de bu davanın reddinin kesinleşmesinden itibaren bir yıl, ortalama dört yıl gibi bir zaman dilimi demektir. Ve bu süre içerisinde kurulamayan ortak yaşam sona ermiş sayılabilmelidir.

İptale konu TMK 166/4 maddesi ve boşanmaya ilişkin diğer düzenlemelerde Anayasanın 41. maddesi göz önünde tutulmuş Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumunun ayakta tutulması öngörülmüştür. Bu düzenlemenin amacı; evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmaktır.

Anayasa Mahkemesi bu kararında; Anayasanın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesinin; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmakta olduğuna dikkat çekmekte “Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.” demektedir.

ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ 

Anayasa Mahkemesi anılan kararında Anayasanın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesinin üç alt ilkesinden orantılılık ilkesinin, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile aile kurumunu koruma amacı arasında makul bir denge sağlama yönünden ölçülülük ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa mahkemesi boşanma davalarının “çok kısa sayılamayacak bir sürenin sonunda gerçekleşebileceğini“ kabul etmektedir. Ayrıca bu durumun taraflara katlanamayacak bir külfet sayılmasını da  “Buna göre boşanma kararı verilebilmesi için kuralda öngörülen süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde makul olmayan bir süre boyunca ilgililerin boşanma kararı elde etmelerine imkân tanınmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle kural, ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde evlilik birliğini uzun bir süre boyunca sona erdiremeyen ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklemektedir.” diyerek açıklamaktadır.

Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında anayasanın 20. maddesini yorumlarken “kişisel bağımsızlık” ilkesine de özellikle ne kadar önem verdiğini kararında yer verdiği:

“Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir” gerekçesi ile açıklamaktadır ki bu gerekçeye katılmamak mümkün değildir.