YAZARLAR

Bodrum kayyumu

Bana teklif edildi bu kayyumluk işi. Ben de kabul ettim. Sanırım kayyumluk fikri hoşuma gitti. Bodrum Kayyumu. Burçdaşım Türkan Şoray’ın Bodrum Hakimi filmindeki gibi. Why not yani dedim. İleride ben de bir film çekerim ne olacak? Müziklerini de belki diğer sevgili burçdaşım Sezen Aksu yapar... Ay ya uzatmayayım, hayal dediğin hadsiz bir şey zaten... Gerekli işlemler yapıldı filan imzayı bastım.

Geçtiğimiz günlerde başka bir konu üzerinde çalışırken, Nazi işgali altındaki Hollanda’da üniversitelerin durumunu anlatan bir yazıya rastlamıştım. Hollandalı akademisyenlerin işgalin ilk zamanlarındaki naifliğinden söz ediyordu. Almanya’da yaşananların kendi ülkelerinde söz konusu olmayacağını, üniversite kadrolarına dokunulmayacağını ve bu belayı bir şekilde savuşturacaklarını düşünmüşler. Zaten ilk zamanlar Almanlar da onların bu duygusunu destekleyecek biçimde gayet kibar davranıyor ve kurumlara zarar gelmeyeceğinin güvencesini veriyormuş. Fakat sonra bir gün her birine tek tek soy geçmişlerini sorgulayan formlar dağıtılmış. Gerisi bildiğiniz gibi...

Bir iki gündür Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin kar nöbeti fotoğrafları paylaşılıyor sosyal medyada. Fotoğraflara bakarken insan ister istemez, bu itirazlar ve direnişler de olmasa üniversite namına elde bir şey kalmayacağını düşünüyor. Boğaziçi direnişi bugün on sekizinci gününde. Günbegün izliyorum. Bu akşam saat 17.00 için Kadıköy Rıhtım’a çağrı yaptılar. Öğretim üyelerinin kar altındaki kampüste rektörlüğe sırtlarını dönerek başlattığı eylemler ve tabii esas olarak da vazgeçmeyen öğrenciler, insana iyi geliyor. Önceki gün de Hrant Dink’i anarak başlamışlardı eylemlerine. İyi gelmez mi?

Sürü değiliz biz, itiraz etme ve hak arama yeteneği olan topluluklarız. Bunu her gün kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Görüyorsunuz işte, şiddet söylemi mütemadiyen ve tehlikeli biçimde tırmandırılıyor. Bu durum fiziki şiddet olaylarına her türlü zemin hazırlıyor. Bir haftada üç organize saldırı yaşandı. Zulmün bini bir para zaten. Başımızı öte yana mı çevireceğiz? Bunu yapanı Allah da affetmez. Biraz arabesk oldu ama öyle. “Sana akıl fikir verdim, aklını nasıl bu kadar ıskartaya çıkardın, bu kadar kötülüğe nasıl razı oldun” diye hesap sorar. İnançlı olanın önce bunu anlaması gerekir. Zulmü görmezden gelen gerçekten yanmış yani.

Yanmak demişken, öte tarafın ve bir cehennemin olması ihtimali insanın biraz olsun içini ferahlatıyor. Fakat ne yazık ki cehennem konusunda da yeni yorumlar söz konusuymuş. Papa Francesko “Cehennem yoktur, günahkar ruhların yok olması vardır” diyormuş. Acaba korona virüsü aşılaması durdurulsun diye Noel Baba Derneği başkanıyla birlikte mahkemeye başvuran datlı şahsı da kapsıyor mu bu “yok olma” ihtimali? Bu arada Papa’nın bu sözleri karşısında kendi tebaasından kimi şarlatanlar Papa’ya sapkın, ateist, solcu, terörist hem de elitist diye demediğini bırakmamıştı. Şarlatan dediğin her yerde aynı...

O değil de işi cehenneme emanet etmemizin bir nedeni var. İnsanlığa karşı suç işleyenler yüz yıl yaşayıp, üstüne bir de Marmaris ressamlığı filan yapıp elini kolunu sallaya sallaya gidiyor. Burada bitsin mi böyle?

Bugünkü modum budur. Başka kombin çıkaramayacağım vallahi. Zaten Ankara semaları altında pek öyle parlak bir şey yok şu sıra. Güzelim kar bile üç saat dayanamadı, eriyip gitti. Gece de acayip ayaz yaptı. Eksi 12 dereceyi gördük. Uykuda üşümüş müyüm neyse artık, yok olup gitmesi gereken kötü ruhların çetelesini tutmakla filan uğraştım...

Konuyu dağıtmayayım. Boğaziçi direnişi karşısında anılar da depreşmiyor değil... Ankara Üniversitesinden ilk atılmalar yaşandığında birileri adeta “Atmayalım da besleyelim mi?” diye soruyordu... Hafıza çok önemli. Unutmayalım. İlk KHK’ların yayınlanması sonrasında ibiş the tough guy harfi harfine şunları söylemişti:

“Süreç devam ediyor bundan sonraki süreçte de ilişiği kesilecek olanlar olabilir. Bu süreç içerisinde açığa alınanlar, görevinden geçici olarak uzaklaştırılanlar var. Biz sayıları çok önemsemiyoruz. Önemli olan, gerçekten FETÖ, PKK, DEAŞ olsun terör örgütleri ile herhangi bir şekilde bağı, irtibatı olan ve bu konularda yasaların dışında eylemde, etkinlikte bulunan kim varsa, Kanun Hükmündeki Kararnameler ile haklarında gereğini yapma kararlılığındayız.” 

Akademisyen atmamak gibi bir lüksü olmadığını düşünen zat köklü bir eğitim kurumunun belini kırmak gibi bir lüksü tepe tepe kullanmıştı fakat... “Liyakat esaslı bir sistemin gelmesi gerekir” demişti. Öğretim kadrolarında liyakati nasıl tutturduğunu uzaktan çok takip edemedik. Fakat öğrenci kabul ve ret işlemlerinde gayet LİYAKATLİ işler oldu. İlgili şahsın oğlu için liyak liyak yarattığı yatay geçiş imkanını şu link hatırlatabilir. Başka örnekler de var. Mesela ihraç bir arkadaşımız için jet hızıyla özel yönetmelik çıkararak öğrenim hakkı engellemeye kalkışılmıştı. 

Hey gidinin Ankara çiftliği...

Heyhat ki onca tırmalamaya rağmen, “AKP’nin hars hırsı”nı ibibikler kesemedi. İbibikleri kesip attılar. Zira bünye ille kayyum istiyor... Kayyum demişken geçen gün birdenbire aklıma geldi. Üniversiteden atıldığım günlerde arkadaşlarıma bir espri yapmıştım. “Yeşilçam filmlerindeki gibi o üniversiteye rektör olarak döneceğim” demiştim. Gülüşmüştük. Şimdi kayyum olarak mı dönsem acaba diyorum. Yani neden olmasın? Zaten dünya üzerinde şahsen tanıdığım ilk kayyum da bizzat kendimim. Liyakatse liyakat. Tedrisatsa tedrisat...

Çok komik bir kayyumluk hikayem vardır, anlatıvereyim size. Marmaris ressamı filan deyince çağrışım yaptı. Marmaris’ten Bodrum’a, oradan bodrum katlarına yazıyı sürükledi. Haydi hayırlısı. Bir apartmanın bodrum katına “kayyum” tayin edilmiştim genç yaşta. Ahahaha. Araştırma görevliliğimin ilk yılları. Kocatepe Camii civarında bir apartmanın 1+1 giriş katında oturuyorum. Binada kiracı pozisyonunda olan bir tek ben varım. Geri kalan apartman sakinlerinin tamamı mülk sahibi. Zaten altı daireli filan bir bina. Bitişiğimdeki 1+1 dairede de bir avukatın bürosu var. O da mülk sahibi. Hayır mülkiyet düşmanı olduğumdan belirtmiyorum, mülk sahipliğinin olaylarla ilgisi var o yüzden belirtiyorum.

Bu elli küsur yıllık apartmanın bir de bodrum katı vardı. Bodrum katın sahibi benim o binada oturduğum dönemin on beş yirmi yıl evvelinden beri ortalıkta hiç görünmemişti ve hiçbir arayanı soranı da olmamıştı. İrtibat bilgilerine de ulaşılamıyordu. Bitişikteki Avukat Bey de apartman eski, bir gün olur ya bir müteahhide filan vermek isteriz, bu bodrum katın sahipliği dert olur filan diye bir formül düşünmüş. O birime önce bir “kayyum” atamaya, münasip bir zaman sonra da orayı apartmanın ortak mülküne dönüştürmeye karar vermiş. Detayları yanlış hatırlıyorsam ve bu anlattıklarım hukuka uygun değilse, yapacağım bir şey yok. Bana öyle anlatılmıştı. Kat maliklerinden biri kayyum olamayacağı için (eğer kandırılmadıysam), kiracı olarak bana teklif edildi bu kayyumluk işi. Ben de kabul ettim. Sanırım kayyumluk fikri hoşuma gitti. Bodrum Kayyumu. Burçdaşım Türkan Şoray’ın Bodrum Hakimi filmindeki gibi. Why not yani dedim. İleride ben de bir film çekerim ne olacak? Müziklerini de belki diğer sevgili burçdaşım Sezen Aksu yapar... Ay ya uzatmayayım, hayal dediğin hadsiz bir şey zaten... Gerekli işlemler yapıldı filan imzayı bastım.

Öyle işte bodrum kayyumluğu yapmışlığım var benim. Angara keçisine mi, pardon, bodrum kattan hallice yönetilen üniversiteye mi kayyumluk edemeyeceğim? Neyse dağıtmayayım, kayyumluğumun üzerinden neredeyse 25 yıl geçti, ne oldu bizim o kayyumluk işi hiç bilmiyorum.

Bugün bambaşka bir yazı yazacaktım. Quo Vadimus diye soracaktım. Yukarıda da dediğim gibi üç kişinin saldırıya uğradığı bir hafta yaşadık. Saldırıya uğrayanların ikisi medya çalışanı. Ciddi ciddi başlamıştım ve o konuyu yazıyordum. Fakat bir ara internette bir partinin genel başkanının bazı gazetecileri isim isim sayarak parmak salladığını görünce, “ayy boşver dedim bu konu sıkar şimdi.” Direkt topuğa sıkar hem de. Kar fotoğraflarına baktım. Sırtını ibişlere dönen Boğaziçililer, Marmaris ressamları filan derken derken kendimi bodrum katında buldum. Diğer konu kaldı. Şimdi Kocatepe civarındaki o sokağa gidip eski apartmanımı bir kolaçan edesim var. Yerinde duruyor mu, hâlâ kayyum muyum, neyim ben? Ankara Üniversitesine naklen atanabiliyor muyum?

Bakıcaz artık...

 

 

 


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.