Bir ada bir toprak ve aşk

Dilek Görmez, İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlanan 'Aşka Özür Diletmem' adlı yeni romanıyla okurlarının karşısına çıktı.

Google Haberlere Abone ol

Süleyman Turna

Dilek Görmez, Aşk İçin Ölmeli kitabının ardından, İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini alan Aşka Özür Diletmem adlı yeni romanıyla geçtiğimiz günlerde yeniden okurlarının karşısına çıktı. Görmez, okuru yine bildiği topraklarda gezdiriyor, ama bu kez farklı bir yeri işaret ediyor.

İlk romanında bir aşk üçgenini konu edinen ve aşkın bir insanın hayatını cennete çevirebildiği gibi cehenneme de çevirebileceğini anlatan Görmez, yeni romanında aşkın iyileştirici gücüne dikkat çekiyor. Üstelik tıpkı ilk romanının başkarakteri Zehra gibi, bu kitabındaki Ada adlı karakteri de binbir dertle uğraşmak durumunda buluyor kendini.

“Kadınların birbirine miras bıraktığı iki şeyden biri; dar zamanlar ve hayal kırıklığı. Annemden bana kalanın sadece iri kahverengi gözler olduğunu düşünmek aptallık olurdu. Annem… Anne… Ne bilinmez bir kelime. Ne acılı bir kavram. İçine milyarlarca anlam sığıyor. Yeryüzünde kaç anne varsa, insan ya da hayvan, her biri için ayrı anlam kazanıyor anne. Her bir annede anlamı değişiyor. Benim içinse bir kelime, kendisinden başka bir kelime; yara!”

Aşka Özür Diletmem, Dilek Görmez, İnkılap Yayınları, 2022. 

'SUSMAK KADINLAR İÇİN ÖLÜMCÜLDÜR'

Ada ve Toprak’ın serüveni bu ve her serüven gibi içinde kötü insanları cirit attığı, iyilerin türlü güçlükle boğuştuğu gerilimler sunuyor bize. Bu gerilimlerin ortasında filizlenen aşksa o kadar kritik ve o kadar kırılgan bir yerde duruyor ki sevdalıları karanlık kuyulara atabileceği gibi oradan çıkarabilecek de bir güce sahip.

Kabaca değerlendirmek gerekirse; romanın temel meselesi de aslında bu kırılganlıklar ve acılar üzerinden şekillenir. Tıpkı hayat gibi. Zira insan her ne kadar arzularına kavuşmak için koşturup dursa da içinde bir yerde onu dibe çeken de ileri fırlatan şey de acıları olur.

Ada özellikle ailesinden yana ciddi sıkıntılar çekerek büyümüş biri. Ancak bu pek tahmin edebileceğiniz şeyler değil, zira Ada’nın annesi çok mutlu bir ailede büyümesine, her şeye sahip olmasına rağmen sürekli beceriksizlikle, saftirik olmakla itham edilir. Tam da bu yüzden okul çağında, 15-16 yaşlarında apar topar evlendirilir, ancak ithamlar şakayla karışık devam edince olaylar hepten gerilmeye başlar.

Ada işte böyle bir atmosfere doğar. Annesinin sinir krizleri geçirdiği, kendini odalara kapayıp intihara teşebbüs ettiği bir dünyaya... Dolayısıyla sürekli onunla ilgilenmek durumunda kalır, kendi tabiriyle “annesinin annesi” olur. İsminin Ada olması da zaten bundan ötürüdür. Annesi şöyle der onu doğurduğunda: “İsmini ben koyayım, Ada diyelim. Ada, hep yalnız. Onu yalnızlığımdan yarattım çünkü.”

Ada yıllar sonra annesinin hep hayalini kurduğu, fakat bir türlü gidemediği o sıcak şehre yerleşip orada yaşamış, ancak artık dönmeye karar vermiştir. Hastadır Ada, çok hastadır. Bu yüzden geriye dönmek, bütün dağınık parçalarını bir araya toplayıp tabiri caizse görkemli bir vedaya imza atmak için gaza basar.

ACILARIN ÇİZDİĞİ ÜÇÜNCÜ YOL

Başarılı olmak dışarıdan her ne kadar büyük bir sabır ve cesaret şeklinde görülse de içeride çoğu zaman büyük bir yıkım ve bencillik taşır. Bunu da ancak o kişilerin yakınları fark ederler. Toprak işte böyle biridir.

Okulda tanışıp âşık olduğu sevgilisiyle evlenip çocuğa çocuğa kavuşmuş ve düzenli bir hayat sürmeye başlamıştır Toprak. Kulağa çok güzel geliyor değil mi? İçerideyse bunun yansıması bambaşkadır; yalnızlık, tahammülsüzlük ve ölü bir sevda...

Toprak eşi Sibel ve çocuklarıyla tatile çıkar, ancak daha otelin girişinde başlayan tartışmalardan bunalıp birden bir şirket arabasına atlar ve kendini yola vurur. Nereye gittiğinin de farkında değildir üstelik ve bu bilinmez yol onunla Ada’nın yollarını bir şekilde kesiştirir.

Nereye gittiği bilen bir kadın olan Ada ve nereye gittiğini umursamayan bir adam olan Toprak… Kendini bulmaya çalışan bir kadın olarak Ada ve kendini kaybetmeye çalışan bir adam olarak Toprak…

Neredeyse taban tabana zıt olan bu iki insanı birbirine yakınlaştıran şeyse hayata karşı duydukları eksiklikler ve acılardır. Geçmişinde yaşadığı ailevi sıkıntılar yüzünden büyük travmalar yaşayan Ada, “sıcak şehre” yerleşerek hem annesinin arzusunu gerçekleştirmiş hem de acılarından kaçmaya çalışmıştır, ancak insanın acılarından kaçarak kurtulması mümkün müdür hiç? Bu yüzden Ada Eskişehir’e dönerken aslında geçmişine doğru bir yolculuğa çıkmış olur. İnsanın hafızası mekânla ilişkilidir çoğu zaman. Ada her adımda geçmişini yeniden hatırlar ve bu yüzleşme ona kendini kötü hissettirse de bu zorunluluktan kaçamaz.

Toprak’la olan rastlaşmaları ve akabinde duygusal olarak bir yola girmeleri ikiliye bambaşka bir perspektif sunar. Ne geçmişin hazin anıları ne geleceğin kaygı dolu sürprizleri onların ellerini ayaklarını bağlayabilir artık. Birbirlerine ilaç olmak tam da bu demek değil midir?

GÜVENLİ ALANLARIN SORGUSU

Dilek Görmez bu iki insanın ilişki ivmesini oldukça derinlik bir şekilde kaleme alır. Olay kurgusu da buna endeksli olarak hızlı gelgitlerden oluşurken biz hem karakterleri daha derinlikli şekilde anlarız hem de kendimizi romana daha kolay şekilde kaptırırız.

Görmez’in bir başka tercihi de kitabı birinci tekilden yazmasıdır sanıyorum. Ancak bu birinci tekil sadece bir karaktere ait değil. Ada ve Toprak isimlerinden oluşan bölümlerde, adı geçen karakter kendi ağzından romanı kaldığı yerden anlatmayı sürdürür. Böylece biz de sadece tek bir karakterin bakış açısına sıkışmadan, her ikisini de anlayarak yolumuza devam ederiz.

Aşka Özür Diletmem, her ne kadar aşkın gücüne yönelik bir kitap olsa da aileyi ve arkadaşlığı da sorgulayarak bize farklı çatışmalar sunmayı da unutmaz. İnsanın bu dünyada en güvendiği şeylerin başında gelen aile, arkadaşlık ve aşk bir sürü sınavdan geçirilince aslında şunu anlarız; kendimizi en rahat ve en güvenli hissettiğimiz yerler bile yeri gelir cehennemden farksız olabilir.