YAZARLAR

Bıçaklar bu sefer gerçekten çekildi!

"Bıçaklar Çekildi 2", Johnson’ın usta bir saatçi titizliğiyle kurduğu virajlı senaryosu ve neredeyse 'baş döndürücü' bir enerji taşıyan yönetmenliğiyle benzerleri arasından açıkça sıyrılan, türünde ortalamanın oldukça üstünde bir yapım.

Bizde özellikle ayrıksı tatlar taşıyan thriller "Tetikçiler"(Looper, 2012) ve hem sinemaseverleri hem de eleştirmenleri 'ikiye bölen' "The Last Jedi" (2017) filmleriyle tanınan yönetmen ve yazar Rian Johnson, 2019 yılında "Bıçaklar Çekildi"yi (Knives Out) sunduğunda belki yönetmenin kariyerinde bir durulma dönemine girdiğini düşünebilirdik. Çünkü bu film, kariyerinin gidişatının bütününü göz önüne aldığımızda önceki filmleri kadar iddialı, en azından teknik açıdan 'meydan okumalar' oluşturan bir yapı taşımıyordu.

Ancak bu 'durulma' şüphesinin bilinçli bir tercih olduğuna ve sonrasında 'iyi bildiği türe geri dönme' veya öze dönüş hamlesine dönüştüğüne şahit olduk. Yönetmen, klasik bir hikâye çerçevesinde bile ne kadar merak uyandırıcı bir olay örgüsü kurabileceğini gösteriyordu. "Bıçaklar Çekildi", tıpkı efsanevi yazar Agatha Christie’nin bir romanından çıkmış gibi, geniş bir aile içerisinde 'katil kim?' gerilimi üzerine ilerliyor, yıldızlarla dolu kadrosuyla göz dolduruyor ve türünde bir devrim yaratmasa da kıvrak senaryosu ve göründüğünden çok daha derin karakterleriyle benzerleri arasında öne çıkıyordu. Hatta film, o yıl 'En İyi Özgün Senaryo' dalında Oscar ödülü adayı bile oldu ve 2019 yılının hoş yapımlarından biri olarak hafızamızda yer etti.

Bu filmden üç sene sonra Netflix kanalında, Johnson en sevdiği ve belki de en iyi becerdiği şeye dönüyor ve bir kez daha eksantrik kahramanı Benoit Blanc’ı hikâyenin merkezine koyup, bu sefer ana olayın mekanını çok daha modernize ederek ilk filmin kanalında ilerleyen ama bizce çok daha hınzır, güncel ve eğlendirici bir polisiye gerilim çıkarmayı başarıyor. "Bıçaklar Çekildi 2", ilk filmin yarattığı başarı dalgasının üzerinde 'sörf yapmak' yerine senaryosunun sınırlarını bazen absürde varacak noktalara kadar esnetmekten çekinmeyen, karakterlerini basit bir 'olağan şüpheliler' listesinin dışına taşıyan ve bunu yaparken sürekli ince bir burjuvazi eleştirisi yapmaktan geri durmayan, bazen kendini bile ciddiye almayan ama buna rağmen hikâyesini ve atmosferini tutarlı bir çerçeveye oturtmayı başaran bir film.

Hikâyeye bakacak olursak: Miles Bron adında genç bir milyoner, uzun zamandır arkadaş ve zaman zaman iş ortağı olduğu bir grup insanı, sahip olduğu adadaki malikanesine çağırır. Bu davetin amacı sadece bir tatil ve eğlenme şansı sunmak değil, aynı zamanda aralarında oynayacakları heyecanlı bir ‘katil kim, nerede, ne zaman ve neden?' oyunudur. Davetliler arasında ünlü dedektif Benoit Blanc vardır ve onun varlığı adadaki bütün düzeni altüst eder. Ardından cinayetler işlenmeye başlayınca ada ortamı daha da tehlikeli ve karanlık bir hale dönüşmeye başlar.

AİLEDEN KALAN BİR KÖŞK YERİNE ULTRA MODERN BİR MALİKANE

"Bıçaklar Çekildi 2"nin ilk dikkat çeken ve ilk filmle ayrışan en temel noktası bu sefer aksiyonu ve olay örgüsünü her tarafı kapalı, şato tarzı bir eve hapsetmemesi, bunun yerine tabii ki yine de sınırları olan ama adeta lüks bir tatil köyünü anımsatan, parçalı yapılardan oluşan çok daha renkli ve stilize tasarımlara sahip bir malikâneye taşıması oluyor. Sınırları önce binaların duvarları, ardından da adanın boyutlarıyla çizilmiş bu mekan, bütün karakterlere olabildiğince gerçeklikten kopuk, kendi kompleksleriyle boğuşan ve eksantrik yanlarını göstermeleri için çok elverişli bir ortam açıyor. Bu ortamda milyoner Miles’ın davetlisi olan karakterler sadece onunla arkadaş olmayıp bir anlamda kurmuş oldukları hayatı da ona borçlular: İster yükselen bir siyasetçi Claire olsun, ister eski popülaritesini kaybetmiş manken ve iş kadını Birdie olsun, ister yüksek pozisyonda bir bilim insanı Lionel olsun, isterse de bir internet ünlüsü, fenomeni Duke olsun, yaşamlarında değişik yönlerde 'ilerleyen' bu karakterler, klasik 'Katil kim?' filmlerindeki 'öl(dürül)en' aile büyüğünün mirasını paylaşmak için birbirine giren (şüpheli) aile fertlerinden ayrı bir yere oturuyorlar. Hem olayın kalbi cinayet mekanını hem de karakterler hakkında ön bilgilerimizi ciddi anlamda genişleten ve 'esneten' bu açılış, filme devamında nüfuz eden bir 'dinamiklik' kazandırıyor.

Bir de tabii bu karakterlere 'dışarıdan' katılan (sürprizleri bozmamak adına hakkında fazla bilgi vermeyeceğimiz) Cassandra ve bütün olayların fitilini ateşleyen, adadaki hassas dengeyi bozan Benoit Blanc karakterleri olayı bambaşka bir boyuta taşıyor.

BLANC, POIROT’DAN ÇOK FARKLI

Kenneth Branagh’ın da yakın zamanlarda sunduğu Agatha Christie uyarlamalarını hatırladığımız üzere, yazarın efsanevi kahramanı Poirot bir değişim geçirmeye başlamıştı. Christie’nin romanlarında inanılmaz zeki olan bu Belçikalı dedektif, kendini çoğu zaman tesadüfi olarak bir cinayet olayının ortasında buluyor ve sonrasında olayı çözmek için o zamana kadarki dikkatli gözlemlerini ve konuştuğu farklı kişilerden aldığı bilgeleri kullanıyor ve sonunda herkesi 'salonda toplayıp' katili açıklıyordu. Burada uyarlamaların romandan ayrılan esas noktası Poirot karakterinin çok daha aktif olmasıydı. Kitaptaki kahraman inanılmaz zeki ve kurnaz olmasına rağmen çoğu zaman olay mahallinde sıradan hatta saf biri gibi bir izlenim bırakıyor, şahit olduğu birçok olaya bazen basit hatta çocukça cevaplar veriyor yani kısaca içindeki 'cevheri' film boyunca gizlemeyi beceriyor, olayların dışında kalmış görüntüsü çizerek yakalayacağı 'katil(ler)i' adeta uyutuyordu. Branagh uyarlamalarında ise Poirot daha 'narsisik', daha agresif ve daha baskın biriydi. Olaylara şahit olmaktan ziyade müdahil oluyordu, şüpheliler ile yaptığı konuşmalar zamanla taciz edici sorgulamalara dönüşüyordu ve herkesi sükunet içerisinde topladığı salon neredeyse devasa bir hapishane hücresi izlenimi veriyordu. Hatta bir keresinde Poirot, şüphelileri gemide tutmak için silaha bile sarılmak zorunda kalmıştı.

Bu 'değişimden' bu kadar genişçe bahsetmemizin nedeni Blanc karakterinin de bir şekilde bu 'revize' edilmiş Poirot’ya benzerlikleri oluyor. Kuşkusuz ilk filmden tanıdığımız için Benoit Blanc bize yabancı bir karakter değil ama bu sefer ağırlığını koyduğu ortam ilk filmden çok daha ağır ve deyim yerindeyse 'alengirli' bir mekan oluyor. 'Dibe vurmuşken' Miles’ın el vermesiyle istediklerine ulaşmış ama daha da 'fazlasını' isteyen filmdeki burjuva grup, yönetmen Johnson’nın (filmografisinde yer alan) ırkçılık ve sosyal eşitsizliklerden sonra eğildiği yeni mesele gibi duruyor.

Bu arada finale kadar genelde diyaloglarla yürüyen "Bıçaklar Çekildi 2"nin de bu açıdan hakkını vermemiz gerekir: Filmde havada uçuşan kışkırtıcı, değişik yönlere çekilebilecek, ikircikli ve birilerine sataşan konuşmalar hikâyenin hınzır, sarkastik noktalara uzanan havasıyla uyuşuyor.

SAKLI KALMIŞ YÖNLER VE ‘CAMEO’LAR

İlk filmdekinden daha da girişken Benoit Blanc, aslında bir kere daha bir grup (ilk filmde bu bir aileydi) tarafından dışlanan bir kadına destek çıkıyor. Cassandra karakteriyle olan iletişimi filmi hem içeriksel hem de biçim açısından ciddi ölçüde şekillendiriyor. Bu arada "Bıçaklar Çekildi 2"de yönetmenin daha önce muallakta bıraktığı ama bu sefer Blanc’ın evine gelen bir paketi teslim alan adamla netleşen kahramanın bir yönü var: Benoit Blanc 'queer'... Bu durumun ne çok üstünde duran ne de onu sadece bir detaymış gibi atlayan yönetmen, filmde birçok ünlü oyuncu, müzisyen ve ünlü sporcuları kullanmaktan da geri kalmıyor. Hugh Grant’tan Ethan Hawke’a, ünlü müzisyen Yo-yo Ma’dan en kariyerli tenis oyuncularından Serena Williams’a kadar birçok isim irili ufaklı rollerde boy gösteriyorlar. Ama burada da bir 'Bakın kimleri kadroya kattım!' gayreti hissedilmiyor çünkü bu karakterler ya çok kısa sürelerle ya da en azından kolay tanınmayacak şekillerde karşımıza çıkıyorlar.

Benoit Blanc rolüne aynı yoğunlukla devam etmekle yetinmeyip karakterini daha da derinleştiren Daniel Craig, kuşkusuz alnının akıyla çıktığı bir James Bond döneminden sonra belki de bir kere daha bir saga’yla özdeşleşecek bir başkaraktere hayat veriyor. Abartılı bir karakteri değişik duygusal gel-gitlerden geçirip ete kemiğe büründürmek bizce büyük başarı… Bir tür Elon Musk olan milyoner Miles’ı canlandıran (özlediğimiz) Edward Norton, Duke’e hayat veren 'kaslı' yıldız Dave Bautista, sosyetik eski mankene hayat veren Kate Hudson ve özellikle Cassandra rolünde Janelle Monae ona layığıyla eşlik ediyorlar. Sırasıyla Lionel ve Claire rollerinde Leslie Odom Jr. ve Kathryn Hahn’ın ise onların biraz gerisinde kaldığını eklememiz de gerekir.

Sonuçta "Bıçaklar Çekildi 2", Johnson’ın usta bir saatçi titizliğiyle kurduğu virajlı senaryosu ve neredeyse 'baş döndürücü' bir enerji taşıyan yönetmenliğiyle benzerleri arasından açıkça sıyrılan, türünde ortalamanın oldukça üstünde bir yapım.

Duyduğumuza göre yönetmen Rian Johnson’ın en iyi bildiği türe dönmesi sadece bizi değil Netflix’i de etkilemiş olmalı ki yönetmene iki devam filmi için 469 milyon dolarlık bir ödeme yapmışlar. Devam filmlerine doğal olarak şüpheci bakarız ama bu şekilde devam edecekse bu sefer hiçbir itirazımız olmaz!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .