YAZARLAR

Bermuda Şeytan Üçgeni'nde akşam yemeği

Şimdi yapılacak bir şey var, bu haritada duygusal eşlemeyi de sağlayan Slowik’in can acıtıcı sürprizlerle gelişen özel töreninin tadım noktaları/aşamaları üzerinde durmak… Kaldı ki Slowik, filmin bir sahnesinde  “Bu akşam önünüze gelenleri yemeyin, tadın” uyarısını yapmıştır…

The Menu filmi için “önceki bir filme ya da gerçek bir olaya dayanmayan özgün bir düşünce” (Chriss Catt ) denilmişti, sevinmiştim… Ama izleyince nedense benim gözlerimin önüne Gosford Park filmi (Robert Altman yönetti, 2001) geldi.

Orada öykünün kahramanları bir ada restoranında değil, görkemli bir malikanede bir araya geliyordu.  Sir William McCordle ve eşi, aralarında bir kontes, bir savaş kahramanı, bir oyuncu ve bir film yapımcısı vb. dostlarını hafta sonu bir av partisine davet ediyor, ancak işlenen bir cinayet herkesi şüpheli yapıyordu.

The Menu filmine hiç kuşkusuz “bir yeni zamanlar Gosford Park filmi” denilemez. Moleküler gastronomi ve gerilim -belki korku- kara komedisi olduğu açık... Ürkünç sahneleri fazla sayıda olmasa da şiddet içeriğiyle, bıçaklama, intihar, diri diri yakılma gibi sahnelerinin varlığıyla yaş sınırlaması (R) almıştı.

Yönetmen Mark Mylod başka bir filmi işaret ediyordu. Birlikte opera izleyen on sekiz burjuvanın davet edildiği malikanede bir akşam yemeği sonrası dışarıya çıkamamaları, yaşanan sürrealist kaosun, hicvin, alegorik muhteşem anlatısı El Ángel Exterminador / Yokedici Melek (Luis Bunuel) filmiyle benzeşim kurmuştu. Hiçbir filmini ikinci kez izlemediğini söyleyen Bunuel “Yokedici Melek” filmini ayrı tutmuştu.

Mark Mylod, üstelik oyuncularıyla yapacağı ilk toplantı öncesi onlardan Yokedici Melek filmini mutlaka görmelerini istemiş, bu filmin üzerlerindeki etkisiyle oyuncu yönetimi kolaylaşmıştı.

Luis Bunuel filmi El Angel Exterminador bir grup insanın akşam yemeği sonrası yaşadığı sürrealist olaylar nedeniyle The Menu ile benzeşir.

Bir de tabii ki her eleştirmenin The Menu'yu izlerken belleğinin bir köşesinden çıkagelen bir filmi olacaktır. Örneğin Jean Renoir'ın Oyunun Kuralı, Marco Ferreri’nin Büyük Tıkınma, yine  Bunuel filmi Burjuvazinin Gizli Çekiciliği, hatta David Sims’e göre korku filmi klasiği 13. Cuma ya da “normal insanların başına gelen anormal kesitlerden oluşan” (Melisa Parlak) Alacakaranlık Kuşağından bir bölüm… Neden olmasın?

The Menu filminin adı geçen filmlere ‘zoraki ya da rastlansal benzeşimleri’ olduğunu söyleyebilirim… Karar vermeniz için en iyisi filmin fragmanına (trailer) bir göz atmak.

The Menu’da anlatılanın çıkış noktası basittir. Senaryo yazarı Will Tracy Norveç balayı gezisinde bir teknedeki on kadar müşteriyle küçük bir ada restoranına gidecektir. Tracy, “Biraz klostrofobisi olan, gergin biriyim. Hava kararmıştı, yemek için oturduğumuzda bizi adaya bırakan teknenin iskeleden ayrıldığını gördüm," diye aktaracaktır. “Oh, burada dört saat sıkışıp kaldık. Ya bir şeyler ters giderse? diye düşündüm.”

Dönüşünde bu paranoyasını yazar arkadaşıyla geliştirir, lüks, gri ve siyahların hakim olduğu bir restorana taşır… Senaryo biraz gecikmeli de olsa “daha önce hiç böyle bir şey okumamıştım” diyen yönetmen Mark Mylod’a ulaşır.

Şimdi sıra yemek/gerilim ve kara mizah arasında doğru dengeyi kurmaya ve sanat yönetmeninin filme katacaklarına kalmıştır. Günümüzde kapanmış iki ünlü restoran, biri İsveç’te şef Magnus Nillsen’in Faviken, diğeri İspanya’da moleküler gastronominin öncü şefi Ferran Adria’nın El Bulli’si ve halen açık, üç Michelin yıldızlı Fransız ve Kaliforniya mutfağı restoranı The French Laundry (yerinde 1907’de buharlı çamaşırhane olduğu için bu ismi almış), Danimarka’da şef René Redzepi’nin inovasyon ve yenilik nedeniyle kapanıp açılan ve şimdi açık-2024’te kapanacak ünlü Noma’sı ilham kaynağı olacaktır. (Dünyanın en iyi restoranı seçilen Noma, 2025 yılında gastronomi laboratuvarına dönüşeceğini duyuracaktır…)

The Menu filmindeki restoran (Hawthorne) tasarımına ilham veren Amerika'daki The French Laundry (solda) ve Yeni İskandinav Mutfağı'na ün kazardıran Kopenhag'taki Noma (sağda).

San Fransisco’daki L’Atelier Crenn’in şefi, üç Michelin yıldıza sahip tek kadın şef Dominique Crenn, Mark Mylod’ın çağrısıyla filmin mutfak danışmanı olmayı heyecanla kabul edecek, filmdeki tadım/sunumlara imza atacaktır.

Ortamın ve yemeklerin fotoğrafik uygunluğuna en doğru kararı tabii ki Chef Table dizisinde uzmanlaşmış David Gelb verebilirdi… Şef ve ekibinin kostüm tasarımlarını Amy Westcott, yine Michelin yıldızlı restoranları tek tek araştırarak çizecektir.

Sonuç mu? Her şey, genç-gourmand Tyler ile ona eşlik eden Margot’nun da içinde bulunduğu, üç genç finansçı, kibirli yemek eleştirmeni Lillian ve editörü Ted, yıldızı solmakta olan bir aktör ve parasının peşinde asistanı, öncesinde adaya defalarca gelen ama hiçbir yemeği hatırlamayan Richard ve eşi Anne gibi davetlilerin ‘moleküler gastronomi ilahı’ şef Julian Slowik’in (Ralph Fiennes) gösterişli ama soğuk ve ruhsuz restoranı Hawthorne’da bir araya gelmelerinin sürprizli hikayesi…

Şef Slowik’in  “önümüzdeki birkaç saat içinde yağ, tuz, protein ve bazen de bütün bir ekosistemi yiyeceksiniz” diyerek sunduğu tabaklar için yüksek para ödemeyi göze almış bu şanslı azınlık, bir sürprizle, Slowik’in Agatha Christie benzeri araştırıp bulduğu ve yüzlerine vuracağı örtük yalanlarıyla karşılaşacaklardır.

Tümü, gecenin sonunda öleceğini de öğrenir. Ve deneseler de buyruklara saygılı/aşırı itaatkâr çalışanların gözetimindeki  Hawthorne gastronomi kafesinden kaçıp kurtulmaları da mümkün olmayacaktır. Bu arada Slowik, COVID-19 salgını sırasında restoranını açık tutabilmek için mülkiyetini gönülsüzce devrettiği/melek yatırımcısı Doug Verrick’yi de açımasızca suda boğacaktır.

The Menu (Mark Mylod, 2022) yemek, suç ve kara mizahın leziz karışımı...

Mark Mylod, şef Slowik’in karmaşık, fakat “Sürekli yenilik yaparak sanatını zirveye çıkarmaya, kendi hayatını tehlikeye atacak kadar kendini işine adadığını göstermek istedim” açıklamasını yapar. Slowik uzun yıllar bir aşçıdan çok bir sanatçı gibi davranmış, sanki kavramsal sanat deneyimi tabaklarında görünür olmuştur. 

Slowik’i canlandıran Fiennes, “Başlangıçta kafamda, şefin her yapılana bağırdığı kaotik mutfak klişesi vardı," diyecektir.  "Ama şef Dominique Crenn bana mutfağından ve orada çalışmayı ne kadar çok sevdiğinden söz edince, Slowik'in mutfağını filmdeki gibi gördüm: Mutfak çalışanlarının şefe ve yemeklerine olan bağlılığının gerisinde onun kontrol becerisi ve hissettirdiği gücü bulunmakta…”

Restoranda olup bitenlerin, dışarıda olanlarla kıyaslanınca anlamsız kaldığından söz eden, konuklarını ‘erdemsizlik’le suçlayan, cezalandıran şef Slowik’in kendi gerçeğine ne demeli? Yardımcı şef Katherine sekiz ay önce şefin tacizine uğradığını açıklayarak Slowik’in kibrinin arkasına sakladığı diğer yüzünü gösterir. Slowik’in gecikmiş özrü ise Katherine tarafından bıçaklanmasına izin vermek olacaktır. 

Neyse ki filmin bir başka ve tek başkaldıran kahramanı Margot, kötü bir olay yaşamadan Slowik’in ‘toplumsal öc/cezalandırma planını’, onun girilmesi yasaklı odasında saklı masumiyet günleri belgelerine ulaşarak ve o yıllarda aşkla yaptığı ‘cheeseburger’i ona hatırlatarak bozacaktır.

Margot (Anya Taylor-Joy), ünlü şef Slowik'in demir bir kafesi andıran restoranından güçlükle kurtulacaktır.

Mark Mylod, "Filmi neredeyse tamamen kronolojik olarak çektik, davet edilenlerin bu ayrıcalıklı yere adım atışından filmin sonundaki gerçek bir savunmasızlık ve duygusal çıplaklığa dek gittikleri yolculuğun haritasını çıkarttık.” diyecektir.

Şimdi yapılacak bir şey var, bu haritada duygusal eşlemeyi de sağlayan Slowik’in can acıtıcı sürprizlerle gelişen özel töreninin tadım noktaları/aşamaları üzerinde durmak… Kaldı ki Slowik, filmin bir sahnesinde “Bu akşam önünüze gelenleri yemeyin, tadın” uyarısını yapmıştır…

Başlangıç: İstiridye Üzerinde Limon Havyarı

Tekneye binildiğinde Slowik konuklarına doğadan ikram ettirir.

Amuse Bouche, şefin becerisine dikkat çeken bu süslü tadım belki çok önemli değildir ama, sonrasında konukların sebze, meyve, deniz ürünü, ne yediklerini göreceği ada turu daha önemlidir.

İlk course: Ada

Adından da anlaşılacağı gibi kullanılan her malzeme ada/ekosisteminden gelir. Şef, yaşamın geçiciliğine karşın, karasal ve su ekosistemin önemine dikkat çeker. Deniz tarağı, bitkiler ve çiçekler -hatta yemeği tatlandıran- dondurularak kullanılan okyanus suyu bile ada kaynaklı.

The Menu, hem şef Slowik’in moleküler gastronomi tadımlarını merak edenlerin filmi, hem sürprizli bir toplumsal eleştiri filmi...

İkinci course: Ekmeksiz Ekmek Tabağı

Julian Slowik ikinci tadıma, dünyada 12 bin yılı aşkın süredir var olan tahıl ve ekmeğin "sıradan insanın" yaşamında nasıl önemli olduğunu anlatır. Ama konukları ‘sıradan insanlar’ sınıfında değildir, Paralıdır, 1250 $ ödeyerek buraya gelmişlerdir. Ekmeğiyle de ünlü bu restoranın ekmeği onların tabağında olmayacaktır, “hiçbiri ekmeği hak etmemiştir”-.

Üçüncü course: Makaslı tavuk taco

Şef Slowik, çocukluğunda ailesiyle her Salı akşamı taco yediğini anlatır. Ancak babası sarhoş eve geldiği bir gün annesini incitince, Julian Slowik eline geçirdiği makası kalçasına saplayarak onu durdurur. Bu nedenle bu tavuk yemeği buta saplı makasla, daha da önemlisi, her konuğun hayatında sakladığı olumsuzlukları ortaya koyan fotoğraf baskılı yanında sunulan tortillalarla masaya gelir. Örneğin, yemek eleştirmeni Lillian’ın tortillası üzerinde kapanmasına neden olduğu restoran görüntüleri vardır. Üç finansçı gencin Cayman Adaları'ndaki bankalarda gizledikleri paraların hesap numaraları listelenmiştir…Richard bir aşk kaçamağında yakalanmıştır, üstelik fotoğraftaki genç kız  escortluk yaparak yaşamaya çalışan Margot’dur.

Dördüncü course: Dağınıklık

Tadım yemeği, şef yardımcısı Jeremy’nin kendini vurmasıyla başlar. Julian Slowik’e göre Jeremy asla şef olabilecek yetenekte değildir. Konuklara ‘basınçlı pişiririci’ yardımıyla sebzeler, fileto, patates, sığır eti ve kemik iliği servis edilir. Basınçlı pişirici başarılı olmak için olağanüstü gayret içindeki şef yardımcısı ya da yardımcılarının üzerindeki basıncı/baskıyı simgeler. Başarısızlıkla başa çıkmanın en iyi yolu kendini öldürmektir.

Bu tadımdan sonra, The Menu’daki olaylar hızla karanlık, dehşet verici dönüşüme uğrar; Yakuza’nın “sadakatsiz/onursuz” olarak lekelendiğinde parmağını kesmesi gibi, Slowik evlilikte sadakat sözüne  bağlı kalmayan Richard’ı parmağını keserek cezalandırır.

Yabani Bergamot & Kırmızı Yonca Çayı

Şef Slowik herkesi öldürme -bu dünyadan temizleme- düşüncesini burada açıklar. İyi bir damak temizleyici olan çay onun düşüncesini simgeler. Çayın aynı zamanda sakinleştirici bir içecek olduğu unutulmamalı.

Passard egg/Passard yumurtası

'Arpège yumurtası' olarak bilinen chaud-froid d'oeuf (sıcak-soğuk yumurta), yaklaşık 20 yıl önce üç Michelin yıldızlı ‘Arpège restoranda şef Alain Passard tarafından icat edildi. Bu özel tadım, restorandaki tüm erkeklere kaçma fırsatı verildiğinde -ki başarısız olacaklardır- ortaya çıkar.

Şef Slowik'e ün kazardıran moleküler gastronomi tadım menüsünden...

Adaya gelen konukların öncesinde öteki dünyaya gönderileceğini bilmesine karşın Slowik imzalı tadımlardan gözleri yaşaracak denli etkilenen Tyler, şefin baskısıyla hazırladığı ve sonuçta az pişmiş kuzu, berbat bir garnitürden oluşan tabağı ile “yemek yapma sanatını mahvettiği”ni ve alçaltılmayı kabullenip intihar edecektir.

Doğum günü pastasının özel bir önemi yoktur, belki ‘mizah’ kattığı düşünülebilir.

…ve anahtar yiyecek: Cheeseburger

Mesleği mutfak sanatına, yıllardır hizmet etmekte olduğu kişilere-gurmelere karşı da ‘sevgisi’ azalan, kendine yabancılaştığını düşünen Slowik, sunumlarından hiç etkilenmeyen ve aç olduğunu söyleyen Margot'nun önerisiyle, menünün bir parçası olmasa da 9.50 $ karşılığı yapacağı cheeseburger ile, bir zamanlar fast food restoranında ayın çalışanı seçilişini, iyi bir aşçı olmak ve ‘gerçek yemeğin’ tadını çıkarmak isteyen birini doyurma isteğini hatırlar. Slowik, ölecekler arasına koyduğu Margot’nun sipariş verdiği, öncesinde bir lokma ısırarak lezzetini onayladığı cheeseburgeri de yanına alarak adadan ayrılmasına ve canını kurtarmasına izin verir.

Issız adadaki restoranında bir korku şefine dönüşen Slowik, gençliğinde bir fast food restoranda övünç duyacağı cheeseburgerler pişirecektir.

Tatlı: S’Mores

Herkesin ölümünün, bir bakıma ‘son yemeği’ Slowik’in ateşle eriyerek sonlanan sanatı S’Mores tatlısı olacaktır.

"Mesaj mesaj üstüne” görünümünde olsa da The Menu, günümüz gastronomisinin seçkinci boyutunu mizah karışımıyla karşımıza çıkardığı gibi -Fantastik Film izleyici ödülü de aldı-, yeme-içmeyi sevgisiz ve abartılı zevk edinmiş ‘üsttekilere’ pek de hoşgörüyle bakmayan ‘dışarda kalanlar’ adına Slowik ve çalışanlarının yaptığı kötücül işleri onaylatır ve izleyiciyi rahatlatır.

Emma, Dün Gece Soho’da ve Menü’nün beğendiğim oyuncusu Anya Taylor-Joy bu filmden sonra şunu söyler:

“En sevdiğim filmler, salondan çıktıktan sonra onları düşünmeye devam ettiğiniz ve tartışmak istediğiniz filmler.”

Bir filmin gücü de düşünülmeye başladığında duyumsanır.

————————————-

Kolay Tavuk Taco

8 küçük tortilla ya da lavaş ekmeği

600 gram tavuk göğsü

1 tatlı kaşığı acı sos

1 çay kaşığı karabiber, köri, kekik, toz kırmızı biber

2 diş sarımsak

2 yemek kaşığı zeytinyağı

2 adet jalapeno biberi (halka doğranmış)

1 tane olgun avakado (doğranmış)

1 adet kırmızı soğan (doğranmış)

2 adet domates (küp doğranmış)

1/2 limon suyu

2 adet yeşil limon (dilimlenmiş)

Taze kişniş

Fileto tavuk göğüslerini ince şeritler halinde kesin ve acı sos, zeytinyağı, köri, kekik, toz kırmızı biber, sarımsak, karabiber ve tuzu bir kapta karıştırın. Tavuk etlerini hazırladığınız bu karışımla marine edin. Bir tavada yüksek ateşte tavukları pişirin. Tavuğu ısıtılmış tortillalar içine yerleştirin, üzerine bir kapta hazırlayacağınız soğan, jalapeno biber, avokado, domates, limon suyu, taze kişniş karışımını ekleyin, limonla servis yapın. 


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.