Belki duyulur sesim: Cumhuriyet’in popüler kültür haritası

Derya Bengi ve Erdir Zat’ın yayına hazırladığı '100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası'nın ikinci cildi Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Derya Bengi ve Erdir Zat’ın hazırladığı “100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası” serisinin ikinci cildi Yapı Kredi Yayınları etiketiyle okurla buluştu. 1950-1980 yıllarına odaklanan, “Belki duyulur sesim” alt başlığıyla yayımlanan cilt, siyasal, askeri ve ekonomik gelişmeleri madde madde ele alırken çok partili sürecin başlangıcından darbe dönemlerine kadar otuz yıllık bir zaman diliminin kültürel haritasını ortaya koymakta.

Tarih yazmak öncelikle bir bakış açısı belirlemeyi gerektirir. Bu minvalde tarihçi kendine bir özne belirleyerek bu özneyi zaman ve mekân bağlamlarında ele alır. Kimileri tarihin büyük isimlerine odaklanırken kimileri halkı anlatmayı tercih eder. Bu doğrultuda, sıradan insanların gündelik hayatı, hangi meselelerle ilgilendikleri, nasıl eğlendikleri gibi konular müstakil olarak ele alınıp bir araya getirildikleri takdirde elbette tarihe dair çok şey söylenmiş olur. Bu noktada ilk cildi geçen sene yayımlanan “100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası” pek çok şey söyleyen kitaplardan biri. Birinci cilt 1923-1950 yılları arasını, yani 27 yıllık bir süreci konu edinmiş, toplumsal hayatın haritasını alfabetik sırayla madde madde ele almıştı. Nitekim ilk cilt bağımsızlık mücadelesini kazanan yorgun bir halkın inkılap sürecine nasıl uyum sağlamaya çalıştığını anlatırken “Her savaştan bir yara” alt başlığını taşımaktaydı zira sözü ve bestesi Saadettin Kaynak’ın olan, Safiye Ayla’nın seslendirdiği Yanık Ömer türküsünün anlatısı Cumhuriyet kavramına paralel okunmuştu kitapta. Açmak gerekirse, Derya Bengi, savaştan dönen Ömer’in köyüne dönerek hemen sevgilisiyle evlendiğini ve köyde bir bayram, bir düğün havasının estiğini belirtirken bu mutlu havanın Cumhuriyet olarak okunabileceğine işaret etmişti ilk ciltte. Ancak kısa zaman sonra II. Dünya Savaşı’nın başlayacağını ve Türkiye halkının kendini yine zorlu bir dönemin içerisinde bulacağını da belirtmişti. Böylece ilk cilt önemli siyasi olaylara değinerek “pencere kenarından gözüken manzarayı” okura nakletmeyi amaçlamış, bu sayede kanun, darbe, nutuk gibi kavramların yanında romanlardan kokulara, kokulardan sofralara kadar pek çok noktaya temas etmişti. Yakın zamanda yayımlanan ikinci cilt ise 1950-1980 arasını odağa alıyor. İlk ciltteki gibi alt başlığı yine bir şarkıdan: Sözleri Hikmet Münir Ebcioğlu’na, bestesi Teoman Alpay’a ait olan, yetmişli yıllarda Behice Aksoy, Neşe Karaböcek, Gönül Yazar, Emel Sayın gibi pek çok sanatçı tarafından seslendirilen, Zeki Müren tarafından plak yapılan “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar”dan. Bu seçimi, “Sunuş” bölümünde şöyle açıklıyor Bengi:

“Şarkıda yeryüzünde yıldızlar kadar yalnız olarak tasvir edilen bu insanlar kimlerdi? Yaşadıkları çağ onları nasıl etkiledi, neye benzetti? Ne yer, ne içerler, bir araya geldiklerinde ne konuşurlardı? Diğer insanlara, iktidarı elinde tutanlara, dünyaya, göğe, yıldızlara, yarınlara, belki sesleri duyulur diye, hangi taleplerini hangi düşlerini haykırırlardı?”

Bu açıklamayla beraber kitabın bakış açısı iktidar merkezli bir tarih anlayışından sıyrılarak, tarihin asıl öznesi olan halka yönelmek şeklinde, özetlenebilir. Öte yandan yine Bengi’nin belirttiği üzere “Geçmişten, olmuş bitmişten, tarihe bakmaktan, en azından ‘hatırlamak’tan bahseden bu kitap serisinin gizli parolası” da Turgut Uyar’ın şu dizeleri: “öyle şeyler gördük ki/unutmam artık/unutmayalım artık.” Böylelikle toplumsal hafızaya vurgu yapan kitap insanın nisyan ile malül olmaması için de katkı sunmakta. Nitekim ellili yıllarda bilim, fen, çağa ayak uydurma ve ilerleme fikirleri yerlerini eşitlik, özgürlük, adalet ve dünya düzenini değiştirme fikirlerine bırakmaya başlamış, altmışlı yıllarda bilhassa 68 Mayıs’ıyla birlikte geleceğe umutla bakan ama umudunu direnerek kendi mücadelesiyle kazanmak isteyen sistem karşıtı gençlik hareketleri dünyada yepyeni bir izlek yaratmıştır. Bu izlek, kitapta Merve Erol tarafından yazılan “Yedi İklim Dört Bucakta 68 Kuşağı” makalesinde bütün boyutlarıyla ele alınmakta. Bütün boyutlarıyla, ifadesinin altını çizmeli çünkü 68 Hareketi her ülkede farklı bir seyir izleyen ve hem öncesiyle hem sonrasıyla “toplumsal hayatın bütün hücrelerine nüfuz” ederek “modern hayatı daha önce emsali görülmemiş bir toplumsal değişime” sürükleyen direnişler bütünüdür. Ancak iktidar zulmüyle bastırılmaya çalışan bu hareketin oluşum süreci Türkiye’de bilhassa 70’li yıllarda daha fazla irdelenir çünkü Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Füruzan, Erdal Öz gibi yazın insanları “12 Mart Romanları” aracılığıyla 68’in çeşitli veçhelerine ve devletin karanlık yüzüne temas etmişlerdir.

“Toplumsal itiraz yükseldikçe devletin ve paramiliter grupların baskısı arttı, devrimin niteliği ve yöntemi üzerinde tartışmalar ve eylem pratiği çeşitlilik kazandı. 12 Mart 1971 muhtırası ve ardından gelen Balyoz Harekâtı 68 gençliğinin ve TİP dahil sosyalist yapıların, yayınların, yazarların üzerinden silindir gibi geçti. İdama mahkûm edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı kurtarmak için harekete geçen devrimci arkadaşları 31 Mayıs 1971’de Nurhak’ta, 30 Mart 1972’de Kızıldere’de öldürüldüler.” (s.348)

Öte yandan, kitapta toplumları, halkları derinden etkileyen ve sistemi sarsan bu tarz siyasi olayların, hareketlerin, kuşakların yanında on yıllar geçmesine rağmen kimliğini, “genesis” mitini inşa etmeye çalışan bir Cumhuriyet portresi görmek de mümkün. Örnek vermek gerekirse “Mavi Yolculuk” maddesine bakılabilir. Mavi Yolculuk’u Mavi Anadoluculuk fikriyatının pratik tarafı olarak görmek mümkün. Zira Yakup Kadri’nin ve Yahya Kemal’in başını çektiği ancak cılız bir hareket olarak kalan Nev-Yunanilik mektebinden sonra Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) Anadolu medeniyetinin kökenini Batı Anadolu’ya İyonya’ya yaslar. Bu bağlamda İyonyalı düşünürlerin materyalist görüşlerini ön plana çıkarır. Onların, kendilerine filozof değil, “fizikçi” anlamına denk gelen “fusiologos” dediklerinin altını çizerek Nietzsche’nin Apollon/Dionysos karşıtlığından yola çıkarak Anadolu’da Dionysosçu bir tarihin süregeldiğini belirtir. Anadolulu düşünürler için “Onlar tam materyalistti, oysa Platon gerici bir idealisttir” (s.221) ifadesini kullanır. Böylece, Avrupa kültürünün atası olarak görülen Yunan kültürüne de karşı çıkar, Atinalıların İyonya müktesebatını istedikleri biçime sokarak yozlaştırdıklarını öne sürer. Yine bu minvalde uzun seneler boyunca Türklerin beyaz/alpin ırktan geldiğini öne süren antropolojik çalışmalarla erken Cumhuriyet döneminden beri teorisine kavuşamayan bir tez de Balıkçı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol gibi isimlerin çabalarıyla teorisine kavuşmuş olur. Mavi Yolculuk da bu tezin Ege kıyılarını bu bakışla gezmek üzerine kurulu pratik ayağıdır. İlk keşfin 1945 yılında yapıldığını belirterek bu düşüncenin doksanlı yıllarda dahi Turgut Özal’ın yazdığı “Turkey in Europe and Europe in Turkey” kitabına varana dek devam ettiğini söylemeli.

Özetlemek gerekirse, 1950-1980 arası gibi geç bir dönemde dahi Cumhuriyet ideolojisi tam olarak tekâmül etmemiş, gençlik hareketleri, grevler, darbeler, paramiliter gruplar, işkenceler ve daha birçok siyasi olay halkı derinden etkilemiştir. İşte, “100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası” bu halkın sesini nasıl duyurduğunu veya duyurmaya çalıştığını odağına alarak gazetelerden filmlere, filmlerden romanlara, karikatürlere, meyhanelere, çay bahçelerine, gazoza varana dek kültürel konuları da irdelemiştir. İlk cildi gibi ansiklopedi niteliği taşıyan ikinci cilt de Türkiye okuruna unutmaması gerekenleri hatırlatan bir tarih olarak karşımıza çıkmakta.