YAZARLAR

Belediyeler, şöhretli sanatçılar, gösterinin karşı konulamaz cazibesi

Belediyeler tabii ki en çok dinlenen, “en sevilen” sanatçıları dinleyicisiyle buluştursun, amenna. Ancak kamusal sorumluluk bunun ötesinde adımlar atabilme cesaretini de gerektiriyor. Bir sanatçıya bir konser için ödenen yüz binlerce lirayı ayırabilen, aktarabilen bir yerel yönetim mekanizmasının bundan çok daha düşük bedelleri ayırarak hem müzisyenleri destekleyebileceğini hem de yurttaşları reyting ve şöhret bulamacı dışında bir müzik dünyasıyla tanıştırabileceğini görmeliyiz.

Türkiye’de sanat icra eden, sanat eseri üreten ve hayatını bunu yaparak idame ettirmeye çalışan insanların yaşadığı zorlukları bu alanlarla ilgili kimseler dışında çok az insan bilir. Özellikle müzik sektörüne uzaktan bakanların, bu alanda çalışan herkesin renkli, neşeli, “çılgın” ve bol kazançlı bir hayat yaşadığına dair meşhur bir önyargısı vardır. Oysa özellikle son yıllarda müzik sektöründe çalışanların koşullarına dair yapılan çalışmalar, sosyal medyada konuyla ilgili ilk ağızlardan, yani müzik dünyasındaki insanlardan paylaşılan bilgiler (ki kitlesel medyanın hâkim olduğu zamanlarda duyamayacağımız şeylerdi bunlar), dijital telif gelirleri, konser gelirleri gibi geçmişte mahrem sayılan sektör içi bilgilerin daha ulaşılabilir olması gibi vesilelerle gerçeğin uzaktan görünenden çok farklı olduğunu anlıyoruz. Sanatçı, küratör ve araştırmacı Eda Yiğit ile geçtiğimiz yıl yaptığı çalışma üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşi, bu neredeyse trajik koşullarla ilgili belki de çoğumuzun ilk kez duyduğu gerçekler hakkında fikir verebilir örneğin. Yahut daha yakın bir zamanda araştırmacılar Evrim Hikmet Öğüt, Selda Dudu ve Özge Ç. Denizci’nin hazırladığı ‘Türkiye’de Müzik Emeğinin Durumu: Türkiye’deki Müzik Emekçilerinin Çalışma Koşulları ve Gelir Durumları Üzerine Araştırma Raporu'na, müzik sektöründe çalışanların nasıl ağır, güvencesiz ve zor koşullarda çalıştıklarına dair bilgi sahibi olmak, bir fikir edinmek için bakılabilir. 

Pandemiyle birlikte özellikle müzisyenlerin yaşadıklarının konuşulmaya başlanmasıyla biraz daha görünür olan bu büyük sorun işin bir yönü.

Devletin her koşulda sanata, sanatçıya destek vermesi gerektiğine, bunun devletlerin asli görevlerinden biri olduğuna dair görüşü gözü kapalı destekleyenlerden biri değilim ancak bu derinlikli ve çok yünlü bir tartışma tabii. Siyasi iktidarların müdahale ettikleri her alanda iktidarlarının nüvelerini görmek isteyecekleri gerçeği bir yana, sanat gibi koşulsuz özgürlüklerin hâkim kılınması gereken bir alanda “devlet” bir olgu olarak gözüme tuhaf görünüyor.

YEREL YÖNETİMLERİN DESTEĞİ ÖNEMLİ

Ancak gerçekçi olalım, Türkiye gibi sanatın özel ve özerk destekçilerinin neredeyse hiç olmadığı toplumlarda, sistemlerde sanatçının üretebilmesi için kurumsal bir desteğe ihtiyacı var. Müzik sektörü ve müzisyenler için bunun en önemli odağı belediyeler. Merkezi siyasi iktidarlarınkinden farklı olarak belediyelerin sanata verdiği, vereceği destek birçok açıdan daha “meşru” görünüyor. Belediyenin sorumlu olduğu bir bölgede yaşayan insanların erişebileceği kültür ve sanat etkinliklerini organize etmek pekâlâ belediyelerin sorumluluğu. Bu aynı zamanda belirli kaynaklara sahip olan belediye organizmalarının sanatçıları da desteklemesinin bir yolu. Nitekim pandemide İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerin belediyelerinin (merkezi iktidarın engelleme çabalarına rağmen) özellikle müzisyenlerin yaşadıklarına çare olabilecek programlar hazırlamaya çalışarak bu konuda sorumluluk aldıklarına tanık olduk.

Şimdi asıl soruna (tabii ki müzik özelinde) değinebiliriz: Türkiye’de sanata erişebilmek lüks. Bu konuda özel bir ilgisi ve çabası olan bir azınlık dışında kitlelerin semtlerinde, mahallelerinde, ilçelerinde eli yüzü düzgün bir konser dinleyebilmesi örneğin, neredeyse tamamıyla o bölgedeki yerel yönetimlerin iradelerine bağlı. Hâl böyle olunca belediyelerin, yurttaşların hangi sanat eserleriyle, hangi sanatçılarla ve hangi koşullarda buluşabileceğine dair önemli bir rolü oluyor. Ancak gelin görün ki maalesef birçok belediyenin bu konuda çok renkliliğe, farklılığa yeterince özen gösterdiği söylenemez.

BELEDİYELERİN MÜZİSYEN TERCİHLERİ ÇEŞİTLENMELİ

Yurttaşların her gün ekranlarda, akıllı telefonlarda karşılarına çıkan zaten popüler olan isimler dışında bir müzik evreni var Türkiye’de, çok da zengin, bereketli. Durmadan üreten, farklı seslerin, renklerin peşinde olan sonsuz sayıda müzisyenden oluşan bu evrende sanatçılar, “popüler olan”ın kurallarını ya oynamadıkları ya da -gerekli şartlar sağlanamadığından- oynayamadıkları için müziklerini, bir kez duysa pekâlâ dinleyebilecek kitlelere ulaştırmakta zorlanıyor. Bu yalnızca bir müzik paylaşma sorunu da değil ayrıca; sayılı şarkıcı, müzisyen dışında, konserler vererek, desteklenerek hayatını kazanabilen müzisyen sayısı çok az. Belediyeler çoğu zaman popülizmin o kolay düşülebilir tuzağına düşüyor ve sorumlu oldukları bölgeye yeni renk, yeni ses, yeni duygular katabilecek bu tür sanatçıları görmüyor, görmezden geliyor. E tabii bir de particilik gibi kadim bir sorunumuz var ki, onu zaten hangi partinin belediyesi en çok hangi sanatçının konserini düzenliyor diye sorarak çıkarabileceğimiz en basit bir çetelede dahi görüyoruz.

Popüler olsun, olmasın, her müzisyen tabii ki müziğini icra ederek para kazanabilmeli, bu müziği seven herkesin kabul edeceği bir şey. Ancak Türkiye’de diğer alanlarda da görülen büyük uçurumlar, müzisyenler arasında da derin karanlık boşluklar yaratıyor. Belediyelerin kimi sanatçılara yüz binlerce lira ödeyerek gerçekleştirdiği konserler, bu sanatçıların şöhreti nedeniyle tabii ki büyük ilgi görebiliyor. Bunun yerel seçimlerde alınabilecek siyasi bir karşılığı olduğunu görmek de zor değil. Üstelik her şeyin “göründüğü ölçüde kıymetli” sayıldığı bir çağda bu popüler müzik etkinliklerinin halkla ilişkiler açısından da büyük avantajları olduğunu kabul ediyoruz.

Ancak müzik yalnızca kitlesel bir düzeyde icra edilen, yalnızca geniş kitlelere erişebilmiş sanatçıların icra ettiği bir sanat değil. Yukarıda da değinmeye çalıştığım gibi, müziğini insanlara ulaştırma yolunda her adımda büyük engellerle baş etmek zorunda kalan müzisyenler açısından, kamu kaynakları çok önemli kapılar aralayabilir. Çok düşük ücretlerle, çok düşük telif bedelleriyle yaşamaya çalışan binlerce müzisyenin sorunu ne kötü müzik yapıyor olmaları ne de kendilerini dinleyenlerin ilgisizliği. Aksine, bir şekilde bu müzisyenlerle karşılaşan dinleyici “yeni” bir sözün, yeni bir müziğin yarattığı heyecanla kültür ve sanat dimağını geliştiriyor ve zaten ancak bu şekilde “müziksever” oluyor. Belediyelerin düzenlediği etkinlikler sayesinde en beğendiği müzisyenle tanışan insanların sayısı o kadar çok ki…

Kültür ve sanata ayrılan kaynakların artması en büyük hayalimiz. Ancak bu kaynakların daha dengeli bir şekilde kullanılması, toplumun sanatla olan ilişkisinin derinleşebilmesinin, renklenmesinin, sanatsever bir toplum oluşmasının en önemli ön koşulu gibi görünüyor. Belediyeler tabii ki en çok dinlenen, “en sevilen” sanatçıları dinleyicisiyle buluştursun, amenna. Ancak kamusal sorumluluk bunun ötesinde adımlar atabilme cesaretini de gerektiriyor. Bir sanatçıya bir konser için ödenen yüz binlerce lirayı ayırabilen, aktarabilen bir yerel yönetim mekanizmasının bundan çok daha düşük bedelleri ayırarak hem müzisyenleri destekleyebileceğini hem de yurttaşları reyting ve şöhret bulamacı dışında bir müzik dünyasıyla tanıştırabileceğini görmeli, bunu söylemeli, yerel yönetimleri bu konuda yurttaşlık haklarımızı arkamıza alarak uyarabilmeliyiz.


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.