Bekir Ağırdır: Yeniyi anlamak ve örgütlemek için inadına siyaset

Bekir Ağırdır, siyaset marifetiyle kutuplaşmayı aşmak ve toplumsal mutabakatla ortak ufka olan inancı yükseltmek gerektiğini belirtti, "umutsuzluğun panzehiri inadına siyaset" diye yazdı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- 8 yılda 9 kez sandık başına giden Türkiye seçmeninin, 10. seçim hazırlıkları yapılırken siyasetten uzaklaştığı, siyasi parti tercihlerini sorguladığı ve gelecek perspektifinde karamsar ve kararsız olduğu gündeme geldi. Metropoll ve İstanbul Ekonomi araştırma'nın Ekim ayında yaptıkları kamuoyu yoklamaları, son seçimden bu yana seçmenlerin siyasetin sorunları çözeceğine olan inançlarının azaldığını, önerilerinin dikkate alınmadığını düşünen seçmenin sandığa gitmekte tereddüt yaşadığını ortaya koydu.

Bekir Ağırdır, Metropoll'ün “Türkiye’nin Nabzı Ekim’23” araştırmasının siyasi bulgularına göre “Bu pazar bir milletvekili seçimi olsa hangi siyasi partiye oy verirsiniz” sorusuna yüzde 39.2 oranında “kararsızım”, “protesto oy”, “cevap yok” yanıtı verildiğini yazdı, bu oranın bir önceki aya göre de 5.5 puan arttığını belirtti. 

İstanbul Ekonomi Araştırma'nın Ekim'23 araştırmasına da değinen Ağırdır, oradaki en çarpıcı bulgunun Yüz yıl sonrasını hayal ettiğinizde, Türkiye’nin sayacağım alanlarda ne kadar gerileme veya ilerleme yaşayacağını düşünüyorsunuz?” sorusunun cevaplarında olduğuhnu ifade etti. 

Bekir ağırdır, "Umutsuzluğun panzehiri inadına siyaset, inadına topluma güven" başlıklı yazısında şu değerlendirmeleri yaptı: 

"Son haftalarda yayınlanan araştırmaların hemen hepsinde bir ortak bulgu var; toplum siyasetten uzaklaşıyor. Metropoll’ün kamuoyuna duyurduğu ‘Türkiye’nin Nabzı Ekim’23’ araştırmasının siyasi bulgularına göre ‘Bu pazar bir milletvekili seçimi olsa hangi siyasi partiye oy verirsiniz’ sorusuna yüzde 39.2 oranında ‘kararsızım’, ‘protesto oy’, ‘cevap yok’ çıkmış. Üstelik bu oran bir önceki aya göre de 5.5 puan artmış durumda. Açıklanan bulgunun detaylarına bakıldığında 14 Mayıs’ta Ak Parti’ye oy verenlerin yüzde 60.6’sı yine Ak Parti derken yüzde 12.6’sı bugün başka bir parti adı vermiş. Yüzde 26.8’i partisinden de diğer partilerden de uzaklaşmış.

8 YILDA 9 KEZ SANDIĞA GİTMİŞİZ

14 Mayıs’taki CHP seçmeninin yalnızca yüzde 46.1’i yine partisini işaret ederken, yüzde 17.4’ü başka partilere geçmiş, yüzde 36.5’i partisinden de siyasetten de uzaklaşmış. 14 Mayıs oylarına göre MHP’lilerin yüzde 32.4’ü, İyi Partililerin yüzde 46.8’i, Yeşil Sol Partililerin yüzde 56.1’i hala partilerini işaret edebiliyorlar.

Hatırlayalım ki son sekiz yılda 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015, 2018 ve 2023 olmak üzere 4 genel seçim, 2019’da yerel seçim, 2017’de referandum, 2018 ve 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimi yaşamışız. Kısaca 8 yılda 9 kez sandığa gitmişiz. Sıkça kullandığım tespitle bu seçimlerde sayısal farklar olsa bile bir bakıma kimlik ve kutuplardaki taraftar sayımları yapmışız. Bu seçimlerin ortak karakteri, seçmen kimliğine ve Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığı eksenine sıkışmış. Bu zihni ve ruhi esaret içinde oldukça politikleşmiş durumda. Tüm bunlara karşın, son derece gerilimli son seçimlerden bu yana yalnızca 5 ay geçmiş olmasına karşın seçmen siyasi tercihini sorgular hale gelmiş. Sorgularken de giderek yalnızca partisinden değil siyasetten de uzaklaşır halde olduğu tespitini yapabiliriz.

Muhalif seçmenin hayal kırıklığını ve umutsuzluğunu çıplak gözle bile izlemek, sosyal medyada ve ekranlarda görmek mümkündü. Özellikle de seçim gecesinden başlayarak muhalefet aktörlerinin söylemleri, öfkeleri, seçmenin tepkilerine duyarsızlıkları ve eskinin hesaplaşmalarından kurtulamamaları bu hayal kırıklığının öfkeye dönüşmesinde büyük rol oynadı. Muhalefet aktörleri suçlu olarak ortaklarını, diğer muhalifleri, araştırma şirketlerini hedef tahtasına koyarak kendilerini sorumluluktan kurtulabileceklerini sandılarsa da araştırmalar hiç de öyle söylemiyor. Seçmen doğal olarak oy verdiği partisine bakıyor, partisinin oyunu hak edip etmediğini sorguluyor. Metropolün araştırmasına göre de neredeyse seçmenin yarısı ya parti tercihini değiştirmiş ya da siyasi partilerin tümünden uzaklaşmış.

İstanbul Ekonomi Araştırma’nın Ekim’23 araştırması bulgularını geçen hafta gazetemizde yayınlanan Can Selçuki’nin yazısından öğrendik. Oradaki en çarpıcı bulgu bence ‘Yüz yıl sonrasını hayal ettiğinizde, Türkiye’nin sayacağım alanlarda ne kadar gerileme veya ilerleme yaşayacağını düşünüyorsunuz?’ sorusunun cevaplarındaydı. Araştırmaya katılanların cevaplarının 100 yıl sonrasına dair beklentiyi değil araştırma günündeki ruh hallerinde gidişata dair baskın olan duygunun iyimserlik mi karamsarlık mı olduğunu gösterdiğini sanıyorum.

Araştırmaya göre katılımcıların yüzde 58’i ekonomide, yüzde 55’i göç sorununda, yüzde 52’si hukukun üstünlüğünde, yüzde 51’i ifade özgürlüğünde, yüzde 48’i din ve vicdan özgürlüğünde, yüzde 48’i kadın haklarında, yüzde 46’sı güvenlik alanında gerileme yaşayacağımızı düşünüyor. Bu bulguları benim anlamlandırmamla not edersem, toplumun yarıdan fazlası bugünkü gidişata ve iktidarın tercih ve politikalarına bakarak gelecek için son derece karamsar bir ruh hali içinde.

HİÇBİR ÖNERİ DİKKATE ALINMIYOR

Üçüncü bir araştırma bulgusundan da söz etmeliyim. Yine Metropoll’ün yayınladığı Eylül’23 araştırması, ‘siyasilerin beğeni düzeyi’ bulgularına göre Erdoğan’ı beğeniyorum diyenler yüzde 45.4 iken, İmamoğlu’nu yüzde 40.1, Bahçeli’yi yüzde 35.2, Kılıçdaroğlu’nu yüzde 32.3, Babacan’ı yüzde 29, Akşener’i yüzde 27.6, Karamollaoğlu’nu yüzde 22.7 katılımcı beğendiğini söylemiş.

Hiçbir partinin lideri Cumhurbaşkanı dahil toplumun yarısının beğenisini bile kazanamamış durumda.
Bu üç araştırmanın farklı bulgularını bir arada düşündüğümde şunu söylemek mümkün. Toplum siyasilerden, partilerden giderek uzaklaşıyor. Elbette seçim günü gidip bir partiye veya lidere oy veriyor ama gönülsüzce, bir bakıma seçenekler içinden kendi kimliğine yakın gördüğüne veriyor. Ama o oy geleceğe dair bir umudu temsil etmiyor.

Bulgular paradoksal olarak bir tıkanma ve soruna işaret ederken fırsatı da ima ediyor.  Bu psikolojik iklim iktidara yarıyor. İktidar ‘siyasetsizleşmeyi’ kendine hedef seçmiş durumda uzun süredir ve giderek bugün siyasetsizleşmek konusunda toplumsal rızayı da sağlamış gibi bir tablo var karşımızda. İktidar bir yandan yargı marifetiyle her türlü itirazı sindirmeye çalışıyor, diğer yandan kendi yandaşı olmayan her bir sivil toplum örgütüyle ilişkiyi kesmiş durumda. Hemen hiçbir konuda görüş alışverişine açık olmadığı gibi meclisteki partilerle bile bir mutabakat aramıyor. Eğer kendi önerisi ve ihtiyacı değilse muhalefet partilerinden gelen hiçbir öneri dikkate alınmıyor, meclis gündemine giremiyor.

 

İktidarı oluşturan zihni koalisyon disiplin ve itaat temelli bir rejim kurmaya yönelmiş durumda, disiplinli ekonomi, disiplinli medya, disiplinli akademik hayat, disiplinli toplumsal hayat. Eleştiriler kapalı kapılar ardında yapılsın ama aleniyet kazanmasın, hiçbir hak veya protesto temelli eylem olmasın isteniyor. Gerçek bulanıklaştırılarak toplumsal psikolojide devletin bekasının gerçekten tehlikede olduğu duygusu baskın olsun isteniyor. Temsili demokrasinin krizi de ekonomik tufan da disiplinli bir hayat ile, güvenlik temelli politikalarla ve siyasetsizleşmeyle çözülmeye çalışılıyor. Toplumun umutsuzluktan beslenen siyasetten uzaklaşması küresel ve bölgesel gerilimlerin ürettiği risklerle de birleşerek daha da büyüyor zihinlerde.

(...) 

Paradoksal olarak bugünün siyasetsizleşme süreci ya da toplumun siyasetten uzaklaşma süreci bir yaratıcı yıkım fırsatı da veriyor. Partilerden uzaklaşma, liderlerin beğeni düzeylerinde gerileme, geleceğe dair karamsarlığın artması aynı zamanda yeni bir söze, sese, yüze de fırsat alanı açıyor. Ama bir gerçek var, Türkiye yalnızca yeni bir lider aramıyor. Karşı karşıya olduğumuz riskler, varlığını tanımaktan, mağduriyetini görmekten, sorunlarını çözmekten kaçındığımız her bir kültürel ve sınıfsal kümenin ve meselenin kendi ürettiği siyasal ve toplumsal riskler nedeniyle daha da ağırlaşacak. Gerçek beka sorunu da budur.

Yüz yıllık deneyimden sonra artık şunu öğrenmiş olmamız gerekiyor, yeniyi oluşturma süreçlerine dahil etmediğimiz her kültürel kimliğin, ekonomik sınıfın sorunları o yeniyi inşa etmenin önündeki en büyük zihni bariyeri oluşturuyor. Bu sorunları çözmenin tek bir yolu da siyaset marifetiyle toplumsal uzlaşmalar üretmek, ortak ufka inancı, ortak yaşama iradesini yükseltmekten geçiyor. Yeter ki yeni siyaseti arayanlar meseleyi yalnızca tepkiyi örgütlemek değil, yeniyi tanımlamak, yeni hikayeyi yazmak, fikri örgütlemek ve peşine düşmek olduğunu anlamış olsunlar." (HABER MERKEZİ)