'Arayış' değil kaçış ya da bir 'Tufan Durden' hikâyesi

Arayış, güzel mekânlarda, yaka bağır açık liderlerle, düzen dışı görünüp son derece ortalamacı vaazlarla iş görmeye çalışan bir yapım.

Google Haberlere Abone ol

Disney + dizisi Arayış tüm bölümleriyle yayınlandı. Emin Alper'in yönettiği, senaryosu Nükhet Bıçakçı ve Özlem Yücel'e ait olan dizi seyirciyi mistik dünyalara götürme iddiasında. Başrollerde Aslı Enver ile Mehmet Günsür'ü izlediğimiz yapım spiritüel bir şifa tarikatına eğiliyor. Diziyi değerlendirmeye geçmeden konusunu kısaca aktaralım.

GÖĞSÜ TIRAŞLI ORTA YAŞLI BİR ŞEYHİN PEŞİNDE ŞİFA ARAMAK

Nisan arkadaşı Songül'ün davetiyle bir şifa ritüeline katılır. Travmalarla yüzleşildiği öne sürülen bu ayinden korkular içinde çıkan Nisan arkadaşı da seanstan etkilenip bayılınca ritüeli düzenleyenlere tepki gösterir ve işin peşine düşer. 

Nisan rahim, Songül beyin kanseridir. Hastalığın ileri bir evresinde olan Songül modern tıptan ümidi kesmiş, tarikatlarda deva aramaktadır. Ani bir kararla evini vakfa bağışlayıp sırra kadem basması Nisan'ı iyiden iyiye öfkelendirir. Songül'ün izini süren Nisan arkadaşını adada (İzmir Dikili'de bulunan Kalem Adası) bir ayinin orta yerinde bulur. Onu vazgeçirmek için diller dökse bile zamanla Nisan da yumuşar ve kanser tedavisi için rahmini aldırmaktan vazgeçerek tarikattan medet umar. 

Tarikatı ilk araştırdığında kötü ününü öğrenen kadın gün geçtikçe ruhani lider Tufan'ın gizemli kişiliğinden etkilenir ve onun rehberliğinde aramaya koyulur.

'BÜYÜK ŞEHİRLERİN BUNALTICILIĞI' EFSANESİ

Arayış'ı bilhassa iki açıdan incelememiz gerektiğini düşünüyorum. İlk olarak öyküsü, atmosferi kısacası dizi namına vaat ettikleri. İkincisiyse ana fikrinin ülke gerçekliğinde taşıdığı anlam. Arayış neyi arıyor, neyi adres gösteriyor? Çözüm, şifa, deva gibi iddialı meselelere dair neler söylüyor? Daha ötesinde modern tıp ve şehirliliğe yönelik vurguları gerçekten düzen dışı bir tavır barındırıyor mu? Anlatının özünü kavrayabilmek için buradan başlamak isabet olacak.

Arayış, gerek yurttan gerek dünyadan benzerleri 'aramak' fiilini rehber verip yolculuk önerirken aslında bir çeşit uzaklaşmaya hizmet ediyorlar. Dolayısıyla bu ilk eylem için bilinçten değil karambolden bahsetmek daha doğru. Mistik arayış dizileri 'mevcut koşullar dâhilinde arayamazsın, evvela uzaklaşmalısın' mesajı veriyor, ekliyorlar: 'Uzaklaş, nereye olursa olsun git.' Tabii o kadar serbest sayılmaz, bir menzil var şüphesiz ancak uzaklaşmanın bir kaçış anlamı taşıdığı ve şehirleşmeden, modern yaşamdan kopuşu karşıladığı öte yandan bir öcüyü işaret ettiği söylenebilir. Büyük şehirler yaşanmaz hâle geldikçe özün silindiği, insanın yabancılaştığı fikri geçtiğimiz yüzyıla damga vurmuştu. Sosyal bir olgu olan şehirleşmenin, modernizasyona ve teknik ilerlemeye eş tutulduğu; bir sıkışmanın, yalnızlaşmanın büsbütün 'modern'in yükselişine bağlandığı bir yanılgı söz konusu... Hâl böyle olunca tekniğin, makinenin, erken teşhis çabasının panzehri olarak nasip, kısmet, kader yahut hayatın doğal akışı öne çıkarılıyor. Görüntülemelerin, zamansız vurulan bıçakların doğal dokuyu zedelediği savunuluyor.

Arayış, bir 'arayış' değil 'kaçış' öyküsü ve öykünün merkezindeki Şifa ve Arayış Vakfı da şifa dağıtmak bir yana kafa karışıklığına yol açan bir topluluk. Bu noktada bir diğer önemli ayrımı fark ediyoruz: Arayış ve benzeri yapımlarda tarikatın yol olduğu ifade edilse dahi bir yol görmüyoruz. 'Hastalıkların esas kaynağı mutsuzluktur' gibi sığ bir çıkış ve derinlik görüntüsü altında alabildiğine yüzeysel bir felsefe konuluyor önümüze. Bu yapımların gerçekçi bir dayanaktan anlamlı bir açıklamadan yoksun oluşunu da ironik bir biçimde arkalarına bakmadan kaçışlarına bağlayabiliriz. Yol var ama kaçmak için!

TUFAN DURDEN’DAN VAAZ SAATİ: ŞEHRİ ARKANDA BIRAK!

Yine bu başlıktan dizideki atmosfere geçeceğim. Bu atmosfer Arayış'ın felsefesizliğini tamamlamış. Eldekilere bir bakalım. Büyük miktarda bağışlar ve tahsislerle varlığını sürdüren bir vakıf: Şifa ve Arayış Vakfı... Bu kurumsal yapı kamuoyuna dönük yüzü ve maddi işleyişi belirlerken altını kazıdığımızda şifa ayinleri düzenleyen, çeşitli ritüelleri ve dikey yönetimiyle bir örgüt çıkıyor karşımıza. Nisan örneğinde olduğu üzere kurallarını yer yer esnetse de üyeleri/müritlerinden biat istiyor ve faaliyetlerini yarı kapalı bir şekilde yürütüyor. Şehrin ortasında lüks otellerde salonlar kiralanabilirken bir adada gözlerden ırak bir cennet yaratılabiliyor. Tabii arazinin de 'hayırsever' bir zengin tarafından tahsis edildiğini öğreniyoruz. Yol gösteren, şifa dağıtan örgüt iyileştirdiği kişilerden bağış topluyor. Üstelik başvuranlarla ilginç bir pazarlığa girişmekten çekinmiyor. Nisan, kampa katılmak için yapacağı ödemenin miktarını sorduğunda 'rahmine ne kadar değer biçersin' gibi oldukça kaba ama üslubu tastamam açık eden bir yanıt alıyor. 'Her şeyin başı sağlık' düsturundan esinlenmiş bir yaklaşım sergileniyor. Dahası şöyle bir çarpık bir yorum da getiriliyor: 'Hiçbir otopsi raporu gerçeği yazmaz, insanlar sevgisizlikten ölür.' Liderin, -müritlerinin deyişiyle üstadın, pirin- sağda solda yarı çıplak dolaştığı, saten sabahlıklarla arzı endam sahnelerde bu tuhaf görünüşü değin söylevleri de dikkat çekiyor. 

Tufan zaman zaman Fight Club'daki Tyler Durden gibi cümleler kuruyor. Farkı yıkıcı değil, uyuşturucu bir tarikat önermesi. Şehri, insanın kendini modern budalalıklara adamasını eleştiriyor. Ancak bu benzerlik nutuklarla sınırlanamaz. Zira Fight Club sinema dünyasını sarstığında 'gerçek acı' gibi bir kavramı da gündeme sokmuştu. Tyler, insanları dönüştürürken modern şehir yaşamının gaz sancıları ötesinde ölümcül hastalıkların, önü alınamayan tükenişlerin propagandasını yapıyor ve bu dertleri küçümsüyordu. 'Beterin beteri var' düşüncesinden esinlenip somut sıkıntılara dikkat çeken bu bakış, kanseri şehir yaşamının sonucu gösterirken aynı zamanda gerçek acıya tarifliyor böylece bir sebep sonuç ilişkisi kuruyordu.

Arayış da Tufan'ın ağzından şehirleşmeyi karalayıp vakıf marifetiyle gerçek acının, ölümcül hastalıkların teşhirini yaparken savruk dilini bir nebze dengelemeye çalışıyor. Ne var ki bu sloganvari konuşmalar bir felsefeden yoksun olduğu için çarpıcılık kazanmıyor. 

OTOPSİ RAPORLARININ YAZMADIĞI GERÇEK NE?

Bir kez daha atmosfere, tarikatın biçimsizliğine değinmek niyetindeyim. Olay örgüsünün zayıf olduğu dizide kırılmalar hızlı gerçekleştiğinden seyirciyi bağlamak güçleşiyor. Gizem yaratmayan,  finale doğru kıskançlık kıskacında aksiyonlara yelken açan anlatı mecburen duruma ağırlık veriyor. 

Arayış, Nisan zor duruma kalınca soluğu yine hastanede alsa dahi genel olarak modern tıbbı hedef tahtasına koymakta. Kan donduran şu repliği işitiyoruz: 'Otopsi raporları gerçeği yazmaz.' Gerçek ne ki? Gerçeğin somut olana yahut formel olana mesafesi ne? Otopsi raporlarına, bilimsel açıklamalara gelemeyen fakat soyutlamaya teşne bu gerçeği nasıl yakalayabiliyoruz? Aramaktan bahis açarsak tarikatın öngördüğü arama vaadi günün sonunda şuraya varıyor: yolumu kaybettim dersen tarif veren çok olur! Üstelik bu tarifi verenlerin nasıl bir yol tutturdukları da belirsiz. Başta Eyüp'te bir tekkede geleneksel bir tarikat kisvesinde yola çıkanların zamanla bir arazide çıplaklar kampı kurmasını, bir zevk adasına kurulmasını nasıl izah etmeli? Yine bu tarikat liderinin geçmişinden dolayı İslami dile de hakim olmasına karşın ortalama meditasyon çizgisinde kalması, buna da şehirleşme ve modern yaşam karşıtı çeşniler katması bulanıklığı artıran etmenler... Tufan, kendisi modernizme cephe alırken geldiği kültürden sıyrılarak bir 'örgüt' kurup modernize ettiği anlaşılıyor. 

Tabii 'soyun' sahnesi de çok konuşuldu. Tufan bir sahnede Nisan'dan biat isterken ona 'soyun' diyor. Deyim yerindeyse 'buyuruyor.' Nisan, dirense de etrafta bulunan onlarca kişi efsunlanmışçasına soyunmaya başlıyor. Anadan üryan olan müritler bir süre sonra giyinseler de bu türden bir biat, dizinin nudist havasını tartışmaya açtı. Tufan 'soyun' derken acaba ne demek istedi? Kesin bizim fark edemediğimiz bir gönül gözüyle yaklaştı meseleye!

OYUNCULUKLAR ÜZERİNE

Arayış oyunculuklar bakımından pek zengin sayılmaz. Doğrusu pek parlak performanslar izlemiyoruz. Mehmet Günsür orta yaşlı, göğsü tıraşlı tarikat lideri rolünde idare etmiş. Zaten uzun süredir aynı rollerde izliyoruz kendisini. Aslı Enver'e de benzer roller yazılıyor. Değişime meraklı, değişimin eşiğinde, bilinçli, zeki, öğrenmeye açık ama bir yandan saf, insanlara karşı zaaflar sergileyen karakterlere can veriyor Enver... Arayış'ta da yine zeki ama insanlara karşı ne yapacağını bilemeyen, âdeta Merih'ten düşmüş bir rolde buluşuyor seyirciyle.

İpek Türktan, Erol Babaoğlu, Defne Kayalar gibi kariyerli oyuncular da sahne alıyor. Özellikle Kayalar'ın rolü üzerinde durulmuş. Kayalar, soğuk yüzüyle sıcak kıskançlık duygusunu iyi karşılamış.

**

Arayış, güzel mekânlarda, yaka bağır açık liderlerle, düzen dışı görünüp son derece ortalamacı vaazlarla iş görmeye çalışan bir yapım. Olay örgüsündeki sıradanlık ile atmosferindeki inandırıcılık sorunu senaryoda ve yönetimde birtakım zaafları gözler önüne sermekte.

Biraz Tyler Durden gibi konuşan; şehre nefret kusan, alternatif aranması gerektiğini savunup 'soyun' buyurmaktan başka bir şey bilmeyen Tufan, son haftalarda sosyal medyada sıklıkla karşımıza çıkan Lucifer Michaelson adında bir fenomeni çağrıştırıyor. Dantel gömlekler giyen Michaelson gibi Tufan da egzotik, saten giysileri altında Doğu'nun ajitatif cazibesini taşıyor fakat malumunuz aynı anda hem 'fenomen' hem gülünç olunabiliyor!