‘Evet’ her yerde ciddi bir sorun gibi görünüyor

Siyasetçiler bol bol konuşuyor, konuştukça kafalar karışıyor. Bir algı yaratma ve yıllar sonra bile hiç kimse bu konuşulanların ne demek olduğunu anlamayacak... Çünkü öyle bir şey ki siyaset, sağın anlaşılmamaya programlanmış düzey yaratma çabası var.

Google Haberlere Abone ol

Yusuf Değirmenci

‘‘İktidar, iktidara düşkün olmayan ve

iktidardan gelecek olan yararlara

ihtiyacı bulunmayanlara verilmelidir.’’ Platon

Dünyanın birçok ülkesinde halk oylaması, bir ‘ret’ ya da ‘kabul’ dayatmasının halkla buluşmasıdır. Önümüze çok sıklıkla anlamadığımız yasalar, önergeler koyarlar ve oylamamızı isterler. Demokrasi adına, ‘‘seç’’ derler… Örneğin İsviçre doğrudan demokrasiyi esas alarak belki de dünyada en çok halk oylaması yapan ülkelerin başında gelir. Aşağıda bu konu ile alakalı birkaç belirleme yaparak ‘‘evet’’ ve ‘‘hayır’’ ikilemine değineceğiz.

Bir ülkenin demokratik duruşu o ülkede siyaset yapan siyasetçilerin tutumunu belirliyor. Aslında bir ülkede demokrasi ne kadar köklü ise, siyasetçileri de o kadar demokratik eğilim içinde oluyor. Sorunların derinliği, siyasetçilerin düzeyini belirliyor. Saçın varsa tarağın da vardır misali... Liberal siyaset çağın hastalığı, özelleştirme, holdinglerden yana yasalar çıkarma, vergilendirme politikalarını değiştirme, ülkede bulunan ve gitmek eğilimi olan holdinglerin artı kâr hırsı ve tehditleri, liberalleri ve sosyalistleri böylesi önlemler almaya itiyor. ‘Vergilendirme düşmeli ve kalmaları sağlanmalı, kalmaları işsizliğin önlenmesi için önemli bir tavizdir.’ Bu İsviçre’nin gündemi, bizden farklı olarak üzerinde durduğu konuları…

Öte yandan karşıt düşüncenin buna yaklaşımı, çalışanların yani halkın cebine mal olacak bu tür yasalar köklü reformlar olarak düşünülmüyor. Yani birilerinin zenginliği, birilerinin yoksulluğu oluyor. Bu yüzden ‘‘hayır’’ diyorlar... Bizde de olduğu gibi, halkçı siyaset. Doğrusu, çalışan insanlarının açlık sınırında maaş almaları, emeğinin karşılığını almamaları ve bu suretle iş bırakmalar, sosyal hak dediğimiz birimleri de etkiliyor zincirlemesine... Hem emeğin karşılığını alamayanlara karşı siyaset geliştiren sağ ya da liberaller, işsizliğin ardından oluşan sosyal yardımlara karşı da tutum belirliyor yani ona da karşı çıkıyor. Bu liberallerin federal düzeyde de işverenler adına yasalar çıkarmaya çalışması bir hayli emekçileri zor duruma sokuyor. Düşük maaşa olur veren siyaset aynı zamanda sosyal yardımlara da karşı çıkıyor. Yani hem nalına vuruyor hem mıhına... Konuları bizden farklı olurken, üslupları aynı benzerlikler içerebiliyor. Her halk oylamasında kullandıkları dil ilgi çekici, İsviçre'nin kârlı çıkacağına dair bir üslup. Yerel düzeyde başka türlü vaatler var. RIEIII (zenginlerden az vergi alma) destekçileri bu reformun çok önemli bir reform olduğunu dillendiriyor. Aynı AKP'nin seçim sürecinde verdiği sözler gibi, herkese iş, herkese kendi işini kurması için para gibi... Az vergi, işe teşvik...

İsviçre'de bu halk oylamaları esnasında kullanılan dil oldukça dikkat dağıtıcı... Bunu çok iyi yapıyorlar. İnsan bazen tereddütte kapılıyor, onlara mı ‘‘evet’’ desem acaba? İşte tam da bu dil onların başarısı oluyor... Şu an Türkiye’de referandum adına konuşan siyasetçilerin yarattığı dil de bu benzerliği ile dikkat çekiyor. Belden aşağı vurarak kendi evetlerini çoğaltmak isteyenler, sınırsız bir ahlaksızlığın da örneğini oluşturuyor. Sağın dili hemen hemen tüm dünyada aynı biçimde şekilleniyor. Bol lafla algıda anlaşılmaz bir düzey yaratarak, kendi hegemonyasını güçlendirmek…

Aslında hiç kimse bu halk oylamalarını anlamıyor. İçeriğine tam hâkim olamıyor. Bu yüzden ya oy hakkını kullanmıyor ya da boş veriyor. Bu yüzden sağın manipülasyonu etkili oluyor.

Siyasetçiler bol bol konuşuyor hatta bazen konuşanlar bile bu halk oylamalarının özünü anlamıyor, bilmiyor. Özellikle sağcılar üsluplarıyla manipülasyonlar yaratarak, demagojik söylemlerle herkesin kafasını karıştırıyor. Solcuların bile kafasını karıştırıyorlar. ‘‘Evet’’ ve ‘‘hayır’’ yarışı arasında, özden uzaklaşan bir siyasi atmosfer ortaya çıkıyor ve yıllarca sonucu bekleyen bir bürokrasinin ardından baka kalıyoruz...

Siyasetçiler bol bol konuşuyor, konuştukça kafalar karışıyor. Bir algı yaratma ve yıllar sonra bile hiç kimse bu konuşulanların ne demek olduğunu anlamayacak... Çünkü öyle bir şey ki siyaset, sağın anlaşılmamaya programlanmış düzey yaratma çabası var. ‘‘Ret’’ ve ‘‘kabul’’ etmek arasında anlaşılmayan bir sol olduğuna inanıyorum. Kendi yanlışını sevdiren bir sağ ve kendi doğrusunu kanıtlayamayan itici bir solla karşı karşıyayız... Tam da şu an Türkiye’de kafası karışık olup da ‘‘boykot’’ dilendiren bazı solcular gibi, ‘‘hayır’’ demenin de anlamı yok ‘‘evet’’ demenin de anlamı yok şaşkınlığı ile evetçilere destek çıkan istikrarsız, romantik bir solculuk…

Aynı süreçlerden geçen siyasetçilerin üslubu nasıl da birbirine benziyor. Her yerde olduğu gibi, bu yasa tasarılarında ilginç bir propaganda var, ‘‘evet’’ diyenlerin inceden tehditleri... ‘‘Evet’’ deyin vergileri düşürelim, düşürelim ki çocuk parasını yükseltelim. Yoksa; ‘evet demezseniz o da yok’ der gibi. Bu arada halkçı özellikler taşıyan ek söylemler, fazla kreş, az öğrencili sınıflar vb. İsviçre’nin halk oylamalarında yarattığı algı bu biçimde kendini yansıtırken; Türkiye’de ‘‘hayır’’ derseniz ‘‘iç savaş çıkar’’, ‘‘ekonomik kriz çıkar’’, ‘‘biz evet diyoruz çünkü HDP, PKK hayır diyor’’ vb. tezleri ile kirli bir siyasetin belden aşağı vurma versiyonu, kendini yeniliyor. Bu ırkçı ve faşizan üslup iktidara düşkün olmanın yarattığı hırsın intikama dönüşmesi olarak tarif edilebilir. Adeta insani yaklaşımlardan intikam alırcasına, küfürbaz olabilen siyasetçilerle karşı karşıyayız… İnsanı ürperten konuşmaların pervasızlığı ‘‘evet’’ denilen şey karşısında, sus pus olmaktan çıkmalı ve ‘halk olma gerçekliğine’ kavuşulmalıdır. Bu halk oylaması ile işi çığırından çıkarmak isteyenlere en büyük cevap ‘hayır’ları çoğaltmaktır.

Her ülkenin kendi gündemi, kendi sorunlarına göre yol alıyor. Örneğin İsviçre’nin gündemi elbette farklı olacak; çünkü onlar demokrasi oyunu oynuyor, biz ise demokrasi inşa etmek istiyoruz. O farkın düşünceye yansıması hissettiğin kadar duyarlılığını artırıyor. Doğru bir şey söylemek ve anlaşılır olmak adına bazen kıskanma güdümüz depreşiyor; yani onların sorunları bunlar, bizim ise o tartıştıkları yere varma çabası...