Karanfil mevsimi

Elinde karanfille yürüyen birini göreceksiniz, göreceğiz mutlaka. Bir karanfil nedir ki? Bir karanfil, korkuyu ülkenin dört bir tarafına salmış olanlara karşı, tek başına yürümediğini bilenlerin kendisidir.

Google Haberlere Abone ol

Akın Olgun [email protected]

Ruhumuzun üstünde çığlıklar var. Arkadaşlarımızın, dostlarımızın, yoldaşlarımızın ve birbirini ilk defa görüp merhabalaşmış, hafızalarımıza sıcak tebessümlerini emanet etmiş hiç tanımadıklarımızın, yani “canımız” dediklerimizin çığlıkları…

Düştüğü, parçalandığı, her parçasının üzerimize sıçradığı o günlerden bugüne, ne zaman omuzumuzda, sırtımızda, göğsümüzün üzerinde bir ağırlık hissetsek, ne zaman bir parçamız kayıyormuş ve önümüze düşüyormuş duygusuna kapılsak, önce yüzümüz soğuyor, sonra ellerimiz ve tenimizdeki o ürperti tepeden tırnağa sarsarak çırılçıplak hatırlıyor seni, onu, öbürünü, ötekisini, bizi, bizleri.

Onlar, kuşaktan kuşağa, nesilden nesile kendini bize hatırlatan devletin bıraktığı yaralardan, yaraların oluşturduğu izlerden, izlerin hissettirdiği acılardan, acıların kanattığı hatıralardan, her defasında kaldırıp başlarını yürüyenler. Israrla ve inatla yürüyenler, ısrar ve inatla çoğalanlar, ısrar ve inatla yüzünüze, yüzümüze bağıranlar, ısrar ve inatla önünüzden şarkılarıyla, türküleriyle, sloganlarıyla, pankartları ile geçenler, yarattılar kendi elleriyle mevsimlerini. Böyle doğdu karanfil mevsimi.

Uzaklara daldığınız odur, gözlerinizi eğdiğiniz o. Eğilir mi hiç göz? Eğilir ve eğildiğini sadece siz bilirsiniz. Öne düşen ama en çok içinize düşen bir andır o. Gözünüz içinize düştüğünde, içiniz yüzünüze vurduğunda, dudaklarınız sözü, sözleri titrettiğinde, yumruğunuzu sıkıp, içinizden “o gün gelecek” dediğiniz yerde, biriktirdiğiniz ne kadar ah varsa, ne kadar birikmiş acı varsa odur.

Sevdiklerinizi nerede aranızdan almışlarsa, nerede koparılmışsa hayat, nerede ezilmişse bedeni, nerede kaçırılmış ve bir daha haber alınamamışsa, nerede sesleri boğulmuş, nerede diri diri yakılmışsa, nereye kapatılmış ve üzerine yıllarca hüküm verilmişse, nerede damınız yıkılmış, ocağınız söndürülmüşse, oraya taşıdığınız karanfiller bizim mevsimimizdir.

Bedeli ödenmiş tüm özgürlükler adına, elimizde taşıdığımız her bir karanfil, sadece taşıyanın kendi öyküsü değildir bu yüzden. Her taşıyan, kendisinden öncekinin ve kendisinden sonrakinin de öyküsünü, hikâyesini taşır ellerinde.

Birlikte adımlarlar sokakları, caddeleri, mahalleleri, meydanları. Bir insan sadece bir insan değildir artık. Bir insan, gerçek anlamıyla, tek başına yürürken bile binleri, yüzbinleri, milyonları hissedebilmesiyle insandır. Bilin ki, tek başına, binler olduğunu hissettiren o duygunun kendisi, dünyanın en sorumlu, en vicdanlı, en güçlü duygusudur.

Tek başına olmak, azalan sesimizin de tarifidir elbette. Azaldığımızın, azaltıldığımızın, azaldıkça sesimizin, soluğumuzun kesildiğinin, korkumuzun, korkularımızın nefes alıp vermemizi zorladığının, ayaklarımızın kendisini ürkerek adımladığının, ellerimizi koyacak yer bulamayışımızın, cebimizde, çantamızda taşıdığımız bir kitabı kendimizden ve herkesten sakladığımızın, kelimelerimizi, cümlelerimizi ezoplaştırıp dile getirmemizin, türkülerimizi, şarkılarımızı ıslıkla mırıldanmamızın da nedenidir ve gerçeğimizin ta kendisidir. Lakin hiçbir korku, hiçbir baskı, hiçbir vahşet kendini yeniden ve yeniden var eden sesin o sarsıcılığını değiştiremez, değiştiremiyor.

Böyle olmasa, duyabilir miydik bir tutsağın “herkese anlatın, siyasi tutsaklara işkence yapılıyor” diyen sesini ve o sesi kayda alan gencin, kendisine müdahale eden polise “adaletinizi çekiyorum adaletinizi” diyerek kafa tutan halini.

“Kim duyuyor ki?” diye soruyor birisi, bir ötekisi “boşuna” diyor, bir başkası “direnmeyin, gerek yok” diyerek sesleniyor. Korku, kendi sözlerini, kelimelerini, cümlelerini üreterek, tarihin en bilindik ezberini tekrar ediyor ve etmeye de devam edecek.

Binlerce insan cezaevlerinde, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler. Televizyonlar, gazeteler, radyolar mühürlü. Sokaklarda, caddelerde, meydanlarda polisler, panzerler ve ellerinde olağanüstü baskı gücü ile her sesi bastıran, her itiraza saldıran iktidar. Adalet yok, hukuk yok. Zapturapt altına alınmış her köşe başı ama olmuyor işte. Ses, kendisine bir yol bulup kafa tutuyor tüm ceberut yöntemlere.

Elinde karanfille yürüyen birini göreceksiniz, göreceğiz mutlaka. Bir karanfil nedir ki? Bir karanfil, korkuyu ülkenin dört bir tarafına salmış olanlara karşı, tek başına yürümediğini bilenlerin kendisidir.

O karanfil, dost, arkadaş, yoldaş sözlü insanların, aralarından alınan, eksiltilen, yok edilen, paramparça edilenlerin düştüğü yere doğru yola çıkacak mutlaka.

Amed’e uğrayacak, Suruç’a, Cizre’ye, Sur’a, Kızılay’a, tren garına…

Ulaşacak mutlaka o karanfil, karanfiller sahiplerine.

Biliyoruz ki, elimizde taşıdığımız her bir karanfil, taşıyanın kendi öyküsü değildir sadece, her taşıyan kendisinden öncekinin ve kendisinden sonrakinin de öyküsünü, hikâyesini ulaştırır bir başkasına.