Tuncay Birkan

yazar@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Salgın günlerinde sıkıntı ve başka küçük şeyler Biri sana seslendiğinde, takıldığında, seninle dalga geçtiğinde bir anlığına çiçek açarsın. Birine sürtünmüş, kendi evsizliğini ve hiçliğini canlı ve sıcak bir şeye iliştirmiş olursun. Öteki yürüyüp gider, senin yükünü hissetmez, seni omuzlarında taşımakta olduğunu, bir asalak misali geçici olarak onun hayatına yapıştığını fark etmez.
'Sözler değil. Eylem' Kasvet üstüne kasvet yaşarken unutabiliyor insan, ama kendi kendimize hep hatırlatmamız gerek: Biz solcular aynı yaratıcılığı toplumsal hayatımızı düzenlemekte de gösterebilmemizin gayet mümkün olduğuna inandığımız için, zarımızı bundan yana attığımız için, hayat ancak bunun mücadelesini verdiğimiz zaman anlamlı ve değerli olabilir diye düşündüğümüz için solcuyuz. Corona'dan sonra Artık kitlelere kapitalizmin ötesinde dayanışmacı-enternasyonalist bir ufkun mümkün ve yaşatılabilir olduğunu, herhangi bir “baba”dan değil “kardeşler”imizden, “yoldaşlar”ımızdan medet ummamız gerektiğini, yani bu büyük salgın sırasında zaten halkın çoğunluğunun çeşitli vesilelerle hissettiği, umarım daha da çok hissedeceği hakikati anlatmak, bu hakikati önce içselleştirebilmeleri sonra da bütün yeryüzünde gerçekleştirebilmeleri için onlara cesaret vermek bir hayat-memat meselesidir. Bu ufkun tarihsel adı “komünizm”dir.
Öncüsüz örgütlenme ihtiyacı Sosyalist erkan Gezi’yi iğnelemeden önce çuvaldızı kendine batırmalıydı. İnsanların bu denli örgütsüz kalmasında, onları kendi kendilerini örgütlemeye teşvik etmek yerine kendi “öncülükleri”ne ikna etmeye çalışmalarının oynadığı engelleyici rolü sorgulamalıydı. Maalesef bunu pek göremedik; Gezi’yle ilgili imza kampanyasının da kapalı bir çevrede kotarılmaya çalışılması, milyonların gerçekleştirdiği bir eylemi savunmaya yine o milyonların çağrılması gerektiğinin bile görülememesi bunun üzücü semptomlarından biri gibi geliyor bana. Halbuki kapitalizmin vahşetinin ve devletlerin şiddetinin eski süslerinden mecburen soyunarak iyice açığa çıktığı bir dönemde kendine “solcu” diyen herkesin öncü değil kolaylaştırıcı katılımcı sıfatıyla katılacağı örgütlülüğe ihtiyacımız her zamankinden fazla.  Diyanet isyana, biz Diyanete karşı Din müsvettesi farklı görünümleri olsa bile neredeyse münhasıran “itaat” imalatının hizmetinde: Patrona, kocaya, devlete asla isyan etmemeyi, kayıtsız şartsız itaati ve sürekli elimizdekine “şükretme”yi telkin ediyor. Evladın, memleketin ordusu elalemin ülkesinde İhvancı maceralar peşinde koştuğu ve kendine bitmek tükenmez bir “Kürtleri tedip etme” misyonu biçtiği için pisi pisine hayatını mı kaybetti, “şükret şehit oldu!” Senelerdir senden toplanan milyonlarca liralık vergin binaları dayanıklı hale getirmek dışında her şey için kullanıldığından depremde evini-barkını, yakınlarını mı kaybettin, sakat mı kaldın, “Allah bizi bununla sınıyor. İsyan Müslüman’a yaraşmaz!” Geleceksizliğin tarihi ve bugünü üzerine Saflar gittikçe netleştiği için bir entelektüeller zümresinin şunu kendilerine göstermesine gerek yok: Ya yaşayabilecekleri Dünya gerçekten sona erecek ya da Kapitalizm ve ona göbekten bağlı devletler sistemi. Burada son otuz yıldır süren yarı-oyuncul bir Son duygusundan ziyade gayet canhıraş bir Son duygusunun devrede olacağı çok hareketli bir onyılın bizi beklediğini tahmin etmek zor değil. Köpekler, insanlar ve 'modern tıp' Son zamanlarda tıp kurumu ve doktorlar başta olmak üzere o kurumu oluşturan insanlarla, psikanalizdeki tabirle “bildiği farzedilen özne”lerle deneyimlerimiz neredeyse hep olumsuz kipte: Diyagnostik alanındaki onca gelişmeye rağmen inanılmaz sayıda yanlış teşhis ve dolayısıyla yanlış tedavi hikayesi, pisi pisine ölen veya sakat/alil kalanlarla ilgili acılı yakınmalar dinledim son yıllarda. Şimdi bir tane de ben anlatacağım tahmin edileceği gibi...