Uzun süreceğe benzer bir akşamın gurub vaktinde

İç savaşlar da böyle birer iç temizlik olarak sunulur. Oysa kazananı olmayan iç savaşlar, toplumların toplu intiharıdır.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Levant bir durumdu. Belki bir coğrafi konum, bir iklim. Tarihte bir dönem. Bir insan topluluğu. Yarı yıkık bir taş duvar, Akdeniz mavisi, akşamüstü güneşinde parıldayan gökyüzü, zeytin ve çam ağaçları. İşlek bir liman. Fenike, Kartaca biraz. Frenkçe. Vitikültür. Ve tabii ticaret. Alış-veriş.

Yan yana değil iç içe yaşamanın mümkün olması. Teklikten ziyade karmaşa. Rengarenk bir ahenk. Bir büyük yangında bozulan büyü. Sürdürülmesi olanaksız yaşantılar. Levant’ın sonu İzmir yangınında mı geldi, İskenderiye bombardımanında mı, Lübnan iç savaşında mı? Sanki eğlence apansız bitti ve herkes evine döndü.

Komşu komşuyu boğazladı. Evler yandı. Geriye iz kalmadı. Denklem çöktü. Çok kültürlü hayat yok oldu. İnsanlar birbirlerini çoluk çocuk öldüre öldüre ayrışamadılar, birbirlerine üstün gelemediler bir türlü. Ayrışabilenler şiddet tekeli üzerinden kendi yoluna gitti.

Levant’ın hayaletini ite kaka yakın döneme dek yaşatan Lübnan da böyle birdenbire tepetaklak oldu. Veya Lübnan zaten yoktu, hayal edilmişti. Veya Lübnan o denli güzel ve zengindi ki, herkes onu öldürmek istedi.

Büyük yangının ardından henüz dumanı tüten İzmir -1922

İç savaşların en kanlısı ve en sinematografik olanını da Lübnan yaşattı. Ya da benim çocukluğuma, siyah-beyaz tek kanal televizyon devrine denk geldi, ben öyle yaşadım. Geceleri playboylaşan gerillalar, şık giyimli genç savaş ağaları, Beyrut’tan Marsilya’ya oradan New York’a denk uzanan narkotik kaçakçılığı ağı.

Savaşan taraflardan Maruniler esasen bir Müslüman deryasının ortasında küçücük bir Hristiyan azınlıktı. Yine de farklı aileler, farklı uluslararası bağlantılar ve farklı yörelere göre bölünüp, iç savaş içinde kendi aralarında da çatışan milis güçleri kurdular.

Bunlardan Beşir Cemayel’in Falanjistleri, Beyrut’ta Maruni liderlerden Camille Chamoun’un Kaplanlar milisinin kökünü kazıdı, keza Maruni Marada milisini yöneten Franjieh klanının veliahtı Tony Franjieh’yi eşi ve üç yaşındaki kızlarıyla birlikte öldürdü, Filistinli gerillaların ülkeden ayrılınca geride bıraktığı binlerce yaşlı, kadın ve çocuğu Sabra ve Şatila mülteci kamplarında İsrail ordusu desteğiyle günlerce bir katliamla yok etti.

Beşir Cemayel, 1982’de Lübnan Cumhurbaşkanı seçildikten üç hafta sonra öldürülmüştü.

Beşir Cemayel canlı kurtulduğu 1980 yılındaki suikast girişiminde, 18 aylık kızı Maya’yı kaybetti. Ardından 1982 yılında henüz 34 yaşındayken seçildiği Lübnan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacağı gün, kendi partisi Kataeb’in genel merkez binasına konulan bombanın patlatılmasıyla öldürüldü. Yerine ağabeyi Emin Cemayel cumhurbaşkanı oldu. 2006’da bu defa Emin Cemayel’in milletvekili oğlu Pierre Cemayel de 34 yaşında bir suikasta kurban gidecekti.

Bugün hala Hristiyan Doğu Beyrut’un İstanbul’da Teşvikiye’ye denk gelebilecek Eşrefiye ve Cihangir denebilecek Gemmayze mahallelerinde Beşir’den hatıralara rastlamak mümkün. Özellikle Gemmayze’de bir binanın cephesini tümüyle kaplayan devasa bir posteri hep asılı duruyor.

Marunilerin oralarda yaşayanları ve Kataeb’i destekleyenleri için Beşir, ne bir katil, ne bir savaş ağası. Onlar için Beşir, birleşik Lübnan’ı temsil eden bir prens. Daha önemlisi Beşir tüm günahlarına rağmen onları mikro-ortamlarında hayatta ve yerlerinde tutmayı başarmış bir kahraman demek.

Anlamlandırmak için Beyrut’un 1975-1992 o cinnet ve distopya halini kafamızda İstanbul’a taşıyalım. Boğaz’ı iç savaşın cephelerini ayıran bir “yeşil hat” gibi düşünelim. Kadıköy’de mesela şimdi kapalı olan Moda İskelesi uluslararası kaçakçılık yapılan bir liman olsun. Bağdat Caddesi’nde kimi binaların cepheleri delik deşik, bazıları yıkık. Minibüs Yolu üst sınır, orada da binaları sarmaşıklar sarmış, yolda moloz yığılı.

Beyrut: İç Savaş’ın ardından otlar bürüyen “Yeşil Hat”.

Kozmopolitlik yozluk gibi sunulur hep tekçiler tarafından. Teklik arilik, temizliktir. Levantenlik de pek hoş çağrışımlar yapacak biçimde anlatılmaz bize. Bünyemize yabancı bir unsurun temizlenmiş olması gibi. İç savaşlar da böyle birer iç temizlik olarak sunulur. Oysa kazananı olmayan iç savaşlar, toplumların toplu intiharıdır.

Ya zihnimizdeki Levantenlik hali? Öz yurdumuzda, Kadıköy gibi ceplere çekili hatta tıkılmış yaşanacak bir distopyaya dönüşmekteyse gelecek? Neo-Sultan tarafından neo-levanten statüsü bahşedilmişlerin kendi kafalarında gittikleri sürgünlerde, yaşayan ölülerin hayaletleri gibi gezinecekleri neo-gettolar.

Ne var ki önceden yazılmış bir senaryonun çaresiz figüranları değiliz. Henüz. Çöküş hala durdurulabilir. Her çöküşün ardından taze bir başlangıcı sürüklemediği bilinmelidir. Çöken Lübnan’da iç savaş 1992’de bitti, Lübnan’ın yeniden doğduğu söylenebilir mi?

Bir zamanlar tahayyül edilmiş ama hiçbir zaman erişilememiş bir geleceğin yıkıldığı o geçmişteki anı bize anlatan harabelerin de kendine özgü bir ihtişamı olduğu söylenebilir. Ölümcül bir büyüdür o. Kendi cesetlerini sırtlarında taşıyan ülkelerin büyüsü. Oysa ortak bir gelecek, ancak hayatın coşkusu Beşir’inki gibi şehadet öykülerine galip gelebilirse birlikte kurulabilir. Yaşamak hep esas olmalıdır, iyi yaşamaksa amaç. Öyleyse iyi Pazar’lar.

Tüm yazılarını göster