Trump ve ABD medyası çok tanıdık değil mi?

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi ve önlenemeyen yükselişinden ABD geleneksel medyası da sorumlu. Üstelik bu sorumluluk daha ayrıntılı bir incelemeyi hak ediyor. Çünkü aslında Trump’ı popüler hale getiren de, Trump’ın ırkçı, ayrımcı, mizojenik söylemini yeniden üreten de geleneksel medyanın ta kendisi.

Funda Başaran fundabasarano@gmail.com

Trump’ın ABD’de başkan seçilmesi sürecinde 1990’ların sonundan bu yana uygulanmakta olan neo-liberal ekonomik politikalara tepkilerin ırkçı, ayrımcı ve mizojenik bir söylem etrafında konsolide olmasının etkisi inkar edilemez. Bu konsolidasyon sürecinde özellikle internetin bir sahte haber kaynağı olarak kullanıldığına, bu kullanılma sürecinin ise aslında internetin kâr odaklı, reklama dayalı, ticari bir platform haline getirilmesinden kaynaklanan yapısal bir sorun olduğuna dair elimizde çok sayıda veri var.

Ancak sorunu böyle ortaya koyunca geleneksel medya bu süreçte masummuş gibi bir izlenim oluşuyor. Özellikle de Trump’ın hem seçim kampanyası döneminde, hem de başkan seçildikten sonra geleneksel medyaya yönelttiği eleştiri ve tehditler geleneksel medyayı bir demokrasi havarisi ve Trump’ın kurbanı durumuna düşürüyor. Özellikle 1980’lerden itibaren yaygınlaşan neo-liberal politikalarla, ABD’de 1940’larda yaratılan serbest piyasaya dayalı, ticari medya sistemi tüm dünyaya ihraç edilmişti. Bugün ise yıllardır eleştirilen bu medya sisteminin krizi Trump’la birlikte görünür hale geliyor.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi ve önlenemeyen yükselişinden en az yukarıda bahsedilen nedenler kadar ABD geleneksel medyası da sorumlu. Üstelik bu sorumluluk daha ayrıntılı bir incelemeyi hak ediyor. Çünkü aslında Trump’ı popüler hale getiren de, Trump’ın ırkçı, ayrımcı, mizojenik söylemini yeniden üreten de geleneksel medyanın ta kendisi.

Özellikle 2015 yılında, seçim öncesi dönemde televizyon haberlerinde Trump’ın 327 dakika, Clinton’ın 121 dakika, Bernie Sanders’ın ise 20 dakika kendilerine yer bulduğu düşünüldüğünde geleneksel medyanın bu süreçteki rolü daha açık hale geliyor. Trump’ın aday adaylığından başlayarak geleneksel medyanın onu bir televizyon gösterisi haline getirdiği gizlenemez bir gerçek. Bugün Trump geleneksel medyaya saldırırken, gazetecilerle tartışırken, geleneksel medyayı yasaları değiştirmek ve lisanslarını iptal etmekle tehdit ederken, hâlâ gösteri sürüyor. Yani bir yandan Trump geleneksel medyanın daha fazla izleyici bulmasına ve dolayısıyla reklam gelirlerini arttırmasına hizmet ediyor, bir yandan da geleneksel medya Trump’ın görünürlüğüne hizmet ediyor.

Sorunlar asıl olarak ABD medya sisteminin, dolayısıyla tüm serbest piyasaya dayalı, ticari medya sisteminin yapısal sorunu. Kötü niyetli gazeteciler ya da medya kuruluşları ile ya da Rusya’nın ABD demokrasisinin altını oyma çabaları ile açıklanamayacak denli de köklü bir sorun. Medyanın serbest piyasaya dayalı ve kâr odaklı olması bu sorunun kökenini oluşturuyor. Medya şirketlerinin sürekli kâr arayışı ve piyasanın ticari baskıları, daha fala okuyucuya ulaşabilmek için sansasyonel olanı öne çıkartmayı teşvik ediyor.

Sansasyonel olanın öne çıkarılması ise bugün tartışılan sahte haberin de, ABD’de Trump’ı iktidara getiren sürecin de zeminini hazırlıyor. Yani sahte haberler sorunu ne Google, Facebook gibi sosyal medya platformlarının asıl olarak muhalif siteleri vuran algoritma değişiklikleri ile, ne de geleneksel medyanın kendisine yeni etik kodlar geliştirmesi ile aşılabilecek bir sorun gibi görünmüyor.

Elbette bu garip durum için en cazip açıklama okuyucu/izleyiciyi hedefe koyuyor. Ticari medyanın ilk ortaya çıkışından bu yana kendisine yöneltilen tüm eleştirilere karşı, geleneksel medyanın kendisini “ama okuyucu/izleyici bunu istiyor” savunması burada da kolayca kendisini yeniden üretiyor.

İzleyici kitleleri suçlamak son derece cezbedici olmasına rağmen, aslında ticari medya insanların istediklerini vermiyor. Medya öncelikle reklamverenlerin ve medya sahiplerinin kâr zorunluluklarını karşılamak üzere tasarlanmış durumda. Kampanya döneminde Trump'un ırkçı, kadın düşmanı, ayrımcı konuşmalarını ve görüntüsünü sürekli ekranlara taşımak izleyici isteklerini yansıtmıyor. Aksine, onların reklamlar için istenen dikkatleri için yem olarak kullanılıyor. Bütün bunlar ABD medyasının yapısal sorunlarının altını çiziyor. Sadece ABD medyasının değil, medya sistemini ABD’den ihraç etmiş olan Türkiye gibi ülkelerde medyaya dair yaşanan sorunların da temelinde bu yapının kendisi yer alıyor.

Bu savı örneklendirmek için Türkiye’de medyanın bir endüstri haline gelmeye başladığı 1980’lerin başına dek gitmeye de gerek yok. 2002 seçimlerinin öncesinden başlayarak gazetelerin baş sayfalarını ve TV haber ve programlarını hatırlamak, ABD’de yaşanan bu yeni dönemin Türkiye’de yıllardır yaşandığını görmek için yeterli. Diğer yandan Türkiye’de ticari medyanın sorunlarının çok daha erken açığa çıkmasının, direnişin de çok daha erken ortaya çıkmasına neden olduğunu, diğer pek çok şey bir yana cezaevlerindeki yüzlerce gazetecinin bu direnişin kanıtını oluşturduğunu da eklemek gerekiyor.

“O halde bu yapısal sorunları aşmanın yolu ne?”, “bütün bunların alternatifi ne?” sorularını duyar gibiyim. Kamusal müdahale olanakları, tam da bu medya sisteminin de katkısıyla diktatörlerin ya da diktatörlük heveslilerinin ellerine geçmişken, kamunun medya piyasasına müdahalesi, medyanın kamusal kaynaklarla sübvansiyonu, kamu hizmeti ya da kamusal önlem ve teşviklerden söz edebilmek olanaklı değil. Elimizde güçlü bir alternatif medya ortamı yaratmak, politik mücadele gündeminin bir ayağını da demokratik ve çoğulcu bir medya talebi olarak belirlemek ve direnmek dışında pek bir seçenek görünmüyor.

Tüm yazılarını göster